hikaye yazmak zor iş olabiliyor. yazdıkça yazasın gelir, uzatamazsın. istediğini anlatamazsın, saflığını tutturamazsın. ondandır belki, hikaye yazarı olmak zor gelir romancıya.
En iyi örnekleri kesinlikle yunan mitolojisinden çıkar. insanların yaşarken bu dünyadan bir nebze sıyrılması adına iyi bir çıkış kapısıdır. Özellikle yetişkinlerin buna fazlasıyla ihtiyacı olmakla birlikte endorfin hormonu da salgılanmasına vesile olur. Mutluluk vesilesi işte ya.
Söz verdiğim gibi tam saatinde olmam gereken yerdeydim. Benimle yemek yemek isteyen insanlar vardı. Konuşmasak bile memnunlardı. Karnımı doyurdum. Gülümsedik. Artık dağılıp, birilerine beraberdik diye anlatabilirdik. Hem de sadece konuşarak. Olmaya çalıştığım şeyin beni neler yapmaya zorladığını biliyordum fakat o şey olmakta zorlanmıyordum. Buna 21.yüzyıl diyoruz.
Anlayınca aslında bir çok şeyin kendi halinde dolanırken bir araya geldiğini..
Sadece bekleyerek kendim olabileceğimi farkettim. *
- Aynı sokakta oturuyorduk. Her gün bir kızla geliyordu .Adı esrarengizdi, herkes onun hakkında farklı şeyler söylerdi. Fakat kimse gerçeği bilmezdi. Kirli sakalları vardı. Yeşil gözlü esmerdi. Mahallenin kızları hayrandı ona. Bense nefret ederdim. Hiç kimseyle konuşmaz. Sadece gelir geçerdi.
Bir gün onunla yolda karşılaştık. Çok güzel bir yüzü vardı. Bana gülümsedi. şaşırdım. Ama yine
...de onu sevmiyordum. Fakat o çok farklıydı.Gece boyunca lambası yanardı. Uyumak yerine onun evini seyrederdim. Onu sevmediğim halde her şeyiyle ilgileniyordum. Yavaş, yavaş onu gözlemeye başladım. O an anladım ki, Ona karsı hissettiğim şey sevgiymiş. Artık O eve gelmeden uyuyamıyordum. Yanına gelen kızları kıskanırdım. Herkes onun kötü olduğunu söyleyince. Hep onu savunurdum. Onunla karşılaşmak için kapıda dururdum.
Onu yine yolda gördüm. Bana göz kırptı. Yanımdan geçerken onu çağırdım. "Acelem var Küçüğüm" dedi. Bana aramızdaki yaş farkını hatırlatmıştı, eve gidip ağladım. Karar verdim Ona aşkımı ilan edecektim. Yolunu gözledim. Bir gün onu gelirken gördüm. Peşine düştüm o eve girdi. Biraz bekleyip kapıyı çaldım. Açtı "Ne var Küçüğüm" dedi. "Seni Seviyorum" dedim. Gülümsedi "Evet" dedi. "Ne evet" dedim. Konuşmadı. Koşarak dışarı çıktım. Bir ay boyunca evden çıkmadım.
Bir gün kızlarla konuşurken. Ambulans geldi onun evine girdi. Sedye ile onu dışarı çıkardılar. Önümüzden geçerken. '"Ben de seni Küçüğüm" dedi. Kıpkırmızı oldum herkes bana bakıyordu. Ağlayarak koşmaya başladım. Aksama kadar sokakta gezdim. Göz yaşlarım durmadan akıyordu. Sonra eve geldim. Annemler ondan bahsediyorlardı. Sevdiği bir kız varmış. Ailesi evlenmesine izin vermeyince kız evden kaçmış. Sokak serserileri onu öldürmüş. Eve getirdiği kızlar evi olmayan kızlarmış. Kimi sevdiyse ölmüş. Çok sevip acı çekmiş. intihar edip hastaneyi aramış. Polisler evin duvarında "Küçüğüm" yazısını bulmuşlar. "KÜÇÜĞÜM SEN DE ÖLME" yazıyormuş. "Ben de seni sevdim, sevdiklerim gibi sen de ölme diye ben öldüm KÜÇÜĞÜM"
Hatırlamak için hayal kurmaya, hayal edebilmek için de hatırlamaya muhtacız.hikaye dediğin de budur zaten.bu andır.içine geçmiş ve gelecek, hafıza ve hayal barındırır.her hikaye, ezeli evveli olmayan, alabildiğine hudutsuz bir andır.ne başta ne sonda; tam da ortadadır...
Adam ve Tabut
Göz gözü görmeyen bir yağmur yağıyordu ve tepeden tırnağa ıslanan bir adam sırtında bir tabutla hızlı adımlarla ilerliyordu kasabanın içinden , yüzü bin parça olmuş gözyaşları yağmurla yarış eder gibi akıyordu , fakat o yoluna devam ediyordu , kasabanın içinden geçip o yüksek tepeye varmak için bir an önce , git gide hızlanıyordu , kurtulmak istiyordu sırtındaki tabuttan , çünkü herşey başladığı gibi son bulmuştu ve o son vazifesini yapmak istiyordu...
Herkes evine kapanmıştı o gün kasabanın meydanı boştu , sakin ve sessizdi ,
Ta ki ,
- Yağıyor mu yağmur hala ? dedi evin birisinden bir adam ve karısı perdeyi aralayıp ,
-Yağıyor , daha da hızlanmış , dedi , ve o yağmurun arasında sırtında tabutla hızlı hızlı yürüyen adamı farketti !
Kocasına seslendi ; Dışarda bir adam var sırtında tabutla , dedi.
Adam perdeyi araladı ve gördüklerine şaşırdı , hemen bir şemsiye alıp dışarı çıktı adama peşinden yetişip kolundan tutup durdurdu ;
-Dur , böyle olmaz , tek başına defnedemezsin , herşeyin bir adabı var, dedi.
Daha adama kimsin , nesin , kim öldü gibi sorular sormadan sadece durdurdu ve yalnızca tabuttaki cenazenin usülüne göre defnedilmesi için bağırdı ;
- Ey cemaat ! Cenaze var çıkın dışarı !
Adam ; Lütfen , Ortalığı telaşa vermeyin , ben kendim yapmalıyım bunu, dedi.
Fakat elinde şemsiye olan adam olmaz dedi yine böyle cenaze defnedilmez herşey gerektiği gibi yapılmalı dedi ve tekrar bağırdı , herkes evinden çıkıp toplanmaya başladı .
Önce adamı sırtından tabutu aldı dört kişi ve her biri bir ucundan tutup sırtlarken tabutu , hepsi içinden tabutun ne kadar çok ağır olduğuna ve tek başına bir adamın bu kadar ağır bir yükü taşıdığına şaşırdı.
Önde imam , arkada dört kişi , üzerlerinde tabut ve onlarında arkasında toplanmış halk yukarı tepedeki mezarlığa doğru yürürken , tabutu elinden alınan adam en geride kaldı ve sadece geriden onları takip etti, ve aslında kimsenin umrunda değildi kimin öldüğü , niye öldüğü, nasıl öldüğü , sadece gereken neyse onu yapmak için toplanmışlardı ve ne olduysa bundan sonra oldu .
Çünkü o gün , yıllardır o kasabada yaşayan yaşlı bir kadının hayatla kavgası bitmişti ve Azrail kadının canını almak için o kasabadaydı . Kadının canını alalı daha çok zaman olmamıştı ve kasabayı terkederken Azrail başka bir kasabada can almak için , yukardan , toplanmış kalabalığı tabutu ve halkı gördü .
Nasıl olur dedi Azrail; Daha canını alalı ne kadar oldu ki kadının , üstelik evdekilerin bile haberi yok daha kapısını itip içeri bile kimse girmedi , bu ölen kim benden habersiz , bu da ne ,dedi ve yakından takip etmeye başladı şaşırarak.
Çünkü sadece Azrail alıyordu can'ı bu görev onundu ve sadece o yapıyordu . Ne olduğunu anlamak için insan kılığına girdi ve halkın arasına karıştı .
Asıl sorması gereken adam en geride yürürken çaresiz , Azrail halkın içine karışıp sormaya başladı insanlara ; Ölen kim ? , Yakınınız mı ? Tanıyormusunuz ? Nasıl öldü ?
Fakat hiçbirisinden bir cevap alamadı çünkü öleni kimse tanımıyordu , tanımıyoruz , sadece defnedilmesi için gerekeni yapıyoruz dedi herkes . Azrail tabutu açmak istemedi o an çünkü büyük bir saygısızlık olacaktı , insan kılığında kalabalığın arasında devam etti o da yola ve yukarı tepedeki mezarlığa kadar onlara eşlik etti .
Tabutun sahibi olan adam kalabalıktan geride kalmıştı yetişmeye çalışıyordu , hala onlara bunu tek başına yapması gerektiğini söyleyip durdurmak istiyordu onları , fakat halk tepeye çoktan varmıştı .
Önce derin bir çukur kazıldı , sonra namaz kılındı ve imam ;
-Nasıl bilirdiniz ? diye sordu .
- iyi bilirdik dedi herkes , kimdi iyi olan , kim olduğunu bile bilmeden .
Ve tabut açıldı, içinden kefene sarılmış şey çıkartılırken ağzı açıldı ve içinde ne varsa döküldü.
Gören herkes başına toplandı , Azrail çukurun hemen yanıbaşındaydı ve olanları izliyordu .
Tabuttan kağıtlar dökülüyordu herkes şaşırmış bir şekilde ne olduğunu anlamaya çalışırken Azrail yere dökülen kağıtlardan birisini aldı ve okudu , sonra diğerini aldı , sonra diğerini .
Diz çöküp bütün kağıtları okurken üzülerek , tabutun gerçek sahibi olan adam soluk soluğa kalmış ve koşarak gelip Azrailin yanında diz çöktü.
- Size söyledim ! Dinlemediniz beni !
Dökülen kağıtları toparlayıp çukura doldururken adam , Azrail elinden tuttu ve dur dedi adama ;
Adam; Çünkü dedi , bunca yazdığım şiirlerin , yazıların sahibinin artık bir sahibi var ,
onun bir sahibi varken , benimde içimde ölen biri var ! ama azrail gelip onu içimden almadı bende kendim gömmek istedim, bu yüzden dedi .
insan kılığından Azraile dönüştü konuştuğu adam , zamanı durdurdu ,
adamın içine girip kalbinde olup bitene baktı , gerçekten ölmüşmüydü içinde birisi istediği bunu anlamaktı .
Girdi , baktı , çıktı . Ve zamanı kaldığı yerden başlattı ve adama ;
içinde ölen kimse yok ve sahibide yok ! Yazmaya devam et dedi.
Ve halka dönüp ; Burda bulunan herkes bu üzerinde şiir yazılı kağıtlardan birer tane alsın ve evde onu bekleyen karısına götürsün ve ona okusun , dedi.
Bu olaydan sonra adam , yazmaya devam etti bu gecede olduğu gibi ...
Ve Tanrı yukardan olana bitene bakıp gülümsedi ...
adamın biri, tehlikeli bir dağ yolunda aşırı sürat yapmaktadır. arabası uçuruma savrulur ve adam elini uzatıp dağ yamacında bitmiş çalılara tutunarak, kıl payı kurtulur.boşlukta sallanırken, adam tanrı'ya yakarır:
'' lütfen, bana yardım et. kurtar beni. temelli değişeceğim. ne istersen yaparım. lütfen yardım et bana. ''
tanrı adama seslenir:
'' yardımımı istiyor musun? ''
''evet'' der adam. '' ne istersen yaparım, ne istersen! ''
'' sana bir şartla yardım ederim '' der tanrı'nın sesi.
'' ne istersen'' der adam.
'' pekala'' der tanrı. '' bana güven ve bırak kendini... ''
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!
en güzel cahit külebi şiirlerindendir.
Küçük bir kuş ayazda yiyecek bulmak için dışarı çıkmıs. Hava soğuk olduğu için kuş dayanamayıp karın üstüne düşmüş.
Kuş çaresiz ölümü beklerken ordan geçen bir inek sürüsü kuşun üstüne sıçmış. Kuş tam ineğe küfüredecekken bokun sıcaklığıyla kanatları çözülüvermiş. Kuş sevinçle ötmeye baslamış ordan geçen bir kedi kuşun sesini duymuş. ve boku eşeleyip kuşu çıkarmış.
Kuş tam teşekkür edecekken kedi onu yemiş. Demekki neymiş ;
1-Her üstüne sıçanı düsmanın sanma.
2-Seni her boktan kurtaranı dostun sanma.
3-Ve en önemlisi bokun içinde mutluysan sesini çıkarma.
Güneşli bir gündü. Kadın parkta yanında oturan adama Bakın, salıncakta sallanan şu kırmızı kazaklı çocuk benim oğlum dedi.
Adam gülümseyerek Güzel bir oğlunuz var dedi. Diğer salıncaktaki mavi kazaklı çocukda benim oğlum.
Sonra saatine baktı ve Heyyy, Todd, sanırım artık gitme zamanı diye seslendi oğluna.
Çocuk salıncakta yükselirken Beş dakika daha baba, lütfen yalnızca beş dakika daha diye karşılık verdi babasına.
Adam başını peki anlamında sallayınca çocuk neşeyle sallanmaya devam etti.
Dakikalar sonra adam ayağa kalkarak tekrar seslendi oğluna Todd, artık gidelim mi, ne dersin?
Çocuk yine gitmeye isteksiz Ne olur baba, beş dakika daha, lütfen, beş dakika daha diye bağırdı babasına.
Adam Tamam deyince çocuk kahkahalar atarak sallanmaya devam etti.
Sonunda kadın dayanamadı ve sesinde gizli bir hayranlıkla Ne kadar sabırlı bir babasınız dedi .
Adam gülümsedi kadına. Sabır değil yaptığım bayan dedi. Büyük oğlum
Tommy yi geçen yıl burada sarhoş bir sürücünün çarpması sonucu
kaybettim. Buraya yakın yolda bisiklet sürüyordu. Tommy e hiç yeterince
zaman ayırmamıstım. Oysa şimdi onunla beş dakika daha fazla birlikte
olabilmek için herşeyi yapardım. Toddla ayni hatayı yapmayacağıma söz
verdim kendi kendime..
O her Beş dakika daha baba dediği zaman , oyun oynamak için beş
dakika daha kazandığını düşünüyor, oysa işin gerçeği ne biliyor
musunuz? Ben onu oyun oynarken beş dakika daha fazla izleyebiliyorum,
asıl kazanan benim.