14-15 yaşımdan beri sıkı bir rock-metal dinleyicisiyim. blues'dan punk'a, grunge'dan black metal'e kadar yüzlerce tarzdan, binlerce gruptan, on binlerce şarkı dinledim ve high hopes solosunun üstüne solo asla tanımam. hayatımda dinlediğim en duygulu, en şarkıya cuk diye oturan solodur.
tam olarak duygularıma tercüman olan şarkıdır. the division bell gibi müthiş bir albümü dünyaya kazandırdıkları için gruba ayrıca teşekkür etmek gerekir. p.u.l.s.e da slide guitar tekniği ile bana göre yapılabilecek en iyi soloyu çalan gilmour üstada ayrı olarak saygı duymak gerekir.
gregorian'ın yorumuyla ilk defa dinliyormuş gibi dinlenebilecek şaheser. en mutlu anda bile dinlense o solosu adamı mahvediyor, hüzne boğuyor. bu şarkıyla en az bir gece sabahlamayan çok şey kaybetmiş demektir.
Tarif edemezsin ya, çabalasan da hep bir şeyler eksik kalır hani o cümlede, cümlelerde. işte o şarkı. David gilmour eseri, solosu zaten tamamen ayrı bir dünya. Klibiyle, müziğiyle, sözleriyle tarifsiz.
the grass was greener
the light was brighter
the taste was sweeter
the nights of wonder
with friends surrounded
the dawn mist glowing
the water flowing
the endless river
Başlangıcındaki çan sesiyle bile tüyleri diken diken eden (çan tınısının up'lara denk gelmesi ayrı bir haz kaynağı), defalarca bıkmadan dinlenebilen muhteşem şaheser. "The grass was greener..." diye giriyor ya nakarat. işte orada ölebilirsin... de soloyu dinlemeden ölme sakın.
Güzel bir filmdir.Thatcher in ingilizlerin yaşamında meydana getirdiği değişiklikleri anlatır.kız kardeş tiplemesi mücver ablaya esin kaynağı olmuş gibi duruyor.