Başkalarının ölüm haberi , genellikle acımayla karışık benim başıma nasıl olsa gelmez hissi uyandırır. Savaşlarda tepesine bomba yağan insanlar mesela çok uzaktır bize, ağıt yakan anneler , ağlamamak için kendini zor tutan babalar. Kanser mi ne işi var canım , ölüm mü hiç gelmeyecek. Ancak derin düşüncelerle biraz daha haşır neşirseniz , anneniz işten on dakika geciktiğinde mesela ya öldüyse deyip ağlamaya haykırmaya başlayan bir çocuksanız , biraz daha büyüdünüz mü haberleri seyredemez , ikinci sayfa haberlerini okuyamaz hale gelirsiniz. içinizdeki o duygu rahatsız etmeye başlayabilir bir süre sonra, sizden uzak olmadığını anlarsınız, görünmez koruyucu kalkanların kalktığı andır işte bu. Her insanın kaybını en derininizde hissettiğiniz an , belki de yeniden doğmak , duyduğunuz her kayba ağlayacak kadar canlı ve elle tutulur bir insan olarak. Kendi kaybınızın vakti gelmiştir belki de, bir pazar günü çalan bir telefonla şimdiye kadar tanımadığınız halde kaybından ağladığınız her insan için kendiniz için, ben de onlardan oldum işte diyerek günlerce hiç durmadan ağlayıp, yıllarca her reklamda, her filmde, her kayıpta fırsat bulduğunuz her anda sürekli içinize akan gözyaşlarını dışarı akıtma fırsatını kollarsınız.
hiç tanımadığınız bir insanın hayatını dinleyip, yaşadıklarına, duygularına empatiyle yaklaşıp, onun için ağlayabiliyorsanız... kendinizi rahatlatmak için değil de, kendinizi onun, ailesenin, sevenlerinin yerine koyup hissettiklerini yüreğinizde hissedebiliyorsanız; insanlık damarınız kurumamış demektir. ne mutlu size...