hiçliğini en yoğun anladığın anlar

entry1 galeri0
    1.
  1. Dört beş büyük azmanın, küçük çocuğu duvara yaslayıp etrafını çevirdiği andaki çaresizlik gibidir.

    Hayal gücü, cinsellik, içgüdüsel yansımalar, psikolojik dışavurumlar, her birini yoğun yaşadığım çok etkillendiğim, o an sahnede birey sorgulanırken izleyici koltuğunda kendi kendini yiyen ben, hiçliğimi yalnızlığımı, kifayetsizliğimi o kadar yoğun yaşamıştım ki tiyatroda.

    Odaya sızan renkli ışıkların atmosferi hatırlattı. Ankarada, Yeni sahnede izlemiştim, mehmet ulusoy'un yönettiği Topor Party adlı oyunu. Roland Topor 'un yazılarından derlenmiş sıra dışı bir iş. Roland, 1997 de, Ulusoy 2005 de hayatını kaybetti. Ankara'da ki Yeni Sahne'ye gelince, Tiyatro, Kralın burgerlerine yenildi.

    Oyun, oyun un içindeki çok sevdiğim isimler. O çok sevdiğim sahne, gri şalına sakladığı ekmeğini çocuklarına götüren gururlu kadın Ankara. Hepsi birden ve hasta yatağımda, göğsümde ki acıya ıslak elimi bastırdığım an, aciz kaldığım her an, anneeeeee diye her seslendiğimde, hiç tereddüt etmeden bir kere bile of demeden gelen uzaktaki kadının yüzünü, gözümü diktiğim tavanda bir ışıkta görürken, başıma saplanan bıçakla, hiçliğim soldan yediğim tokat tadında indi yüzüme.

    Bir adam hatırlıyorum, ayak uçları birbirine bakan, iki baston ile yürüyen bir adam. Bir ara sormuştum -neden öyle ki, diye- yürüdüğünde her yeri sallanan, kocaman dudakları ve kocaman gözleri olan, kocaman göğüslerine her fırsatta dokunan, kocası dışında herkesle yatan bir kadın vardı. Ona hep şeytan derlerdi. Şirin di adı. Bana baktı. Kulağıma doğru eğilirken, çiğnediği sakızı, ağzında bilmediğim bir yere yollayıp, simsiyah saçlarını kulağının arkasına alıp aynen şöyle dedi.

    -Bir gün, alacalı güzel bir kediye, ayağının ucuyla, var gücüyle vurmuş bu adam. Kedi, dönerek gidip, duvara yapışmış, kafası bir yana ayakları bir yana düşmüş. Ertesi sabah uyanmış, bir bakmış ayakları içe dönmüş adamın.

    Yoğun bir acı içinde, gözlerimi ayaklarıma diktim. O adamın ayakları gibi yapmaya çalıştım.Biraz bükebildim ama fazlasına gücüm yetmedi.

    -Su. Biraz soğuk, camını tutamadığın, yani öyle temiz bir bardakta su. Kalkıp alamıyorum. Kalksam düşeceğim. Çünkü kalktım düştüm. Tekrar ayaklarıma bakıyorum. Ayaklarıma komut verdiğim halde hiç hareket etmiyorlar. -Sağa- Yok.-Sol- Yok.-Kıvrıl- Olmuyor. Bir an -içimdeki Deniz- Benim sol ayağım- Kemik koleksiyoncusu- Kadın Kokusu filmlerinin kahramanları gibi hissetmeye başlıyorum. Çaresiz.

    Bir şarkı, gitar sesini arada bir yolluyor odama -Eylül Akşamı- Bülent Ortaçgil-

    Kolum kaşınıyor, zorla diğer kolumu kaldırıp kaşıyorum ve bu hayalden çıkıyorum.

    Sıcak, gözlerim yanıyor. Sırtım yapışmış. Su olsaydı, iyi olurdu.

    Böyle bir sahneyi, tiyatro da, sinemada, müzikalde izlesem, hemen burun kıvırır, siktir çekerim sanırım. Duygu sömürüyor ibneler derim.
    Büyük bir güç sırtımdan bütün gücümü sömürüyor ben bunları hayal ederken.

    Kusmak kelimesi geçtiğinde, suratlarda bir ekşime olur. Ama insan kustuğun da yüzünde en rahatlamış halinin ifadesi görünür. Birde hissettiğin kusma ile kusamama arası vardır. Ağzının içi, karnın içi sana ait değildir o an. Tam o haldeyim. Sıcak. Su olsaydı, iyi olurdu.

    Ayaktayım, bacaklarım titriyor. Birazdan koşmaya başlayacak bir tay gibi değil, biraz evvel vurulmuş bir ceylan gibi. Biraz iriceyimdir, ceylan lafı beni güldürüyor. Ayakta hasta halimle gülerken acı çekiyorum. Bu sebeple gülmemde kısa kesiliyor.

    Banyodayım. Çöktüm, su, başıma ve sırtıma çarpıyor. iyice büzüldüm, ağladığımı biri görecek diye.

    Ders çalışmaya gittiğim, dünya tatlısı bir arkadaşım vardı, babası sık sık döverdi. Bir kış vakti babası yine dövmüş, bahçede tıpkı benim oturduğum gibi otururken, ben gelince başını kaldırıp sanki hiç bir şey olmamış gibi -geldin mi arkadaşım dedi. Bunu düşünüp daha da ağladım.

    Bir şarkı gitar sesini arada bir yolluyor odama- Fragile-Sting-

    Hastaneye gitmekten korkmak değil ama, bir şekilde rahatsız olan biri olduğum için çok zor giderim. Evde o yatakta, yalnız bir halde, baş etmeye çalışıyorum. Kahretsin su almayı unuttum.

    Seks, para, alkol, iyi sarılmış bir cigaralık içinde Afgan gülü olan, bu dünyanın sunduğu ne varsa parlak, hepsi birer hiç. Başımı kaldırıp, kitabımı okumak istiyorum. Yada kana kana su içmek. Hepsi bu, ama izin yok.

    Sırtım, bacaklarım, omuzlarım bıçak saplanır gibi, gözlerim kan çanağı olmuş, ellerim titriyor. Sesim çıkmıyor, iki göğsümün arası yanıyor, eriyor, dağlanıyor. Pencereden içeri, ışık, köpek sesi, iki adamın konuşması giriyor. Başka da kimse yok. Hiçliğimle, o dışarıdaki küçük hayat belirtilerine sığınıyorum.

    Adamlar ne konuşuyor?
    Köpek neden sustu?
    On dördüncü araba geçti.
    Işık daha fazla ışık.
    Su olsaydı, iyi olurdu.

    Artık ağrılara yenik düşüyor bedenim, hiçliğimin ortasındayım. Ben, diye başlayacak şaşalı hiç bir cümle yok aklımda, artık olmazda, hiçliğimin ellerinde ipler. Ve, Şirin'i düşünüyorum. Siyah saçlı, her yanı diri, gözlerinde, cennetti ve cehennemi gördüğüm Şirin'i. Bir camii avlusunda sadece altı kişinin kaldırdığı tabutunu görüyorum. Uzaktan izlemiştim. Sonradan Annem anlatmıştı. Şirin in kocası yatalak, biri sakat üç çocuğu vardı, yetişemediği vakit, küçük paralara koynuna girermiş adamların. Camii Avlusunda göremediğim adamların.

    Gözlerim yanıyor, acı iyice bastırıyor, uyuşturuyor bedenimi, dalıyorum hiçliğimin uğurladığı bir uykuya.

    Bir şarkı gitar sesini arada bir yolluyor odama. -Rüyalar-Ercüment Vural-
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük