evet, herkes dünyayı kendi etrafında dönüyor zanneder çoğu zaman. ancak insanları hor görmemeliyiz, küçümsemek gibi bir hataya düşmemeliyiz. unutmayalım ki ne kadar pırıltısız gözükseler de herkesin bir hikayesi vardır ve o hikayenin kahramanı da insanın kendisidir.
hepimiz birer bağlaç müptelasıyız. tam olarak ifadesi budur durumun... birisi savunacaksa mutlaka bir "ama" kullanması gerek suçunu, nedene bağladığı esnada. açıklayacaksa birşeyleri mutlak surette bir "fakat" ilişiyor kurulacak cümlenin münferit bir tarafına. pekiştirilecek her sav için "ki" oldukça işlevsel duruyor misal...
nokta koyulmuyor hikayeye öyle istediğince. zira burada nokta koyma yetkisi yazarda. ve hatta o bile değil. yazarın, görünmez elleriyle tuttuğu o kutsanmış mürekkep deposunda. nokta koymak, hiçbir hikâye kahramanının harcı değil, geçmişte de olmamıştır hani. bağlaçlar bu noktada giriyor işte tam. "cümlemi bitirdim" dediğin anda noktayı koyman gereken yerde bir başka cümleye; belki de önceki cümleye tezat yönde ifade verecek, dikkati kendi üzerine çekecek o cümleye geçiyorsun. aksi takdirde devam etmezdi ya zaten hiçbir hikaye. bundandır belki yaşadığımız, yaptığımız ne varsa geniş zaman eki ile çekimliyoruz. "yaparım, ederim, severim, görürüm,..." zaman eklerini bir başka yazıya saklamalı. şimdi bağlaçlardayız...
bitirmek istedim de bitiremedim hikayenin bir kısmını ben. çok çabaladım, çok uğraştım ve bir o kadar da kendimce didindim. bitmiyor... kendimi çektim, ilgimi çektim de gönlümü çekemedim bu şeyin içinden. burada kahraman benim. onu çıkartamamak da belki bundandır. ben sadece yazıldığına inandığımı yaşamakla meşgulüm. dedim ya nokta koymak haddim değil. sadece biçilmiş olanı geçirebilirim sırtıma. fakat bu noktada da isyankâr davranmam olası. hikayenin bu kısmı bunalımlı. güneşin, kavurucu bir bunalımı genzimize doldurduğu bir yaz günü gibi değil ama gökyüzünü kaplamakta olan bulutların, soğuk ve dingin bunalımını ruhumuza doldurduğu gibi.
polat alemdar: sonunu düşünen kahraman olmaz!
mashadov: seni çılgın hadi oradan" sonunu düşünemeyen kahraman olamaz"
bir tebessümlük rüzgarla uçurumun kenarından atlayan bir pesimistin hikayesidir sürdüğüm hayat. kahraman olmak uçurumdan atladığı halde ölmemekse ve birileri bu saçmalığa inanıyorsa evet ben kendi içinde bir hikayenin kahramanıyım. mapusa düşmüşüm satır araları parmaklık. nokta nokta büyüür karanlık. karanlık bir hücrede kahraman mı olur lan?
hayatta birçok şeye, birçok kişiye veda ediyor insan sahi. kimisini bir daha görmüyor, kim bilir belki de göremiyor... giderken bıraktığı yerde, döndüğünde bulamıyor. ağlamak da kâretmez böylesi bir durumda, zira emir büyük yerden.
bir de insanın vazgeçtiği, veda ettiği tarafları vardır hayatında. ister alışkanlık denilsin, ister zevk, ister tutku. bir yerde kırılıyor tüm bunlar da. elde hiçbir şey kalmaksızın tüketiyor kendisini. ve belki de en acısıdır insanın kendinden bir parçaya olan vedası. bir daha görememe ihtimali bile garip gelir hani... hatta halk arasında "hey gidi" şeklinde nidalar ile başlayan yargıların hemen hepsi bunu işaret ediyor gibi. tutarsız bir tarafı var hayatın ve biz insanlara da sirayet etmiş durumda gereğinden fazlaca. ve karşısında olduğumuz ne varsa vaktiyle içinde alıyoruz soluğu. bir insan "asla yapmam" dediği ne varsa yapabilme potansiyelini taşıyor hayatı boyunca. buradaki esas fiil yapmanın kendisi olduğu için "ne" sorusuna dahi gerek kalmıyor çok zamanlar.
ama insan kendisinden bir parçaya veda ediyorken, kendisinden bir parçayı koruyup geliştiriyor sanırım. ahmet haşim mesela... şu meşhur akşam şairi. kadın düşmanı derler üstada, bence değil. sadece biraz daha yakışıklı bir adam olamadığı için kendisinin, karşı cinse olan sevgisi köreltilmiş gene kendisi tarafından. buna karşılık da akşamları sevmeyi öğrenmiş üstad. akşamları okşamış durmuş ve kızıllaşan göklere her baktığımda aklıma gelip de utanmama sebep olmuş... "benim hikayem de böyle" diyebilmiş, kendisine karşı dürüst davranmış. ama nihayetinde kendi yazdığı hikayenin uç noktası olmayı başarmış. eğer ki beni utandırabilmişse üstadın kızıl dilberi, bunu başarmış demektir.
bazen vazgeçmesi gerekiyor insanın, bir yönünü feda etmesi gerekiyor. fedakarlık mı, bencillik mi? adının çok da önemi yok esasen. birileri isim bulur nasılsa... önemli olan hissettiğin, besleyip de büyüttüğün o duygu. ben, kendi hikayemin en sağlam kahramanı, en hesapsız karakteri olsam da çözemedim. biran gelir ve insan bir yönünü feda eder. hangimiz bunu yapmıyoruz ki?
ağakapısı'nda oturmuş asya, avrupa ve ikisi arasındaki kan bağı diyebileceğimiz boğaz alabildiğine ayaklarımız altında ki karşımızda galata kulesi.
birisi, marmara hukuk fakültesi'nde okuyor ve tam da bu hafta vize zamanı... sınav dediğimde beni "vize kuzen" diyerek düzeltecek kadar hakim hikayesine.
bir diğeri çapa tıp fakültesi'ni zorluyor, öğleden sonra sevgilisiyle buluşacak, onun heyecanı ile arada bir saati yokluyor. hikayesinin oldukça sevimli, oldukça güzel, heyecanlı bir bölümünü kaleme alıyor gibi...
bense aöf üçüncü sınıf öğrencisi olmama rağmen "unumu eledim, eleğimi astım" modumdayım. oysa ölmek vardı bu güzel bahar gününde. boğulmak mümkündü serin sularında akıntının. veya ne bileyim olabildiğine uçma çabasıyla çakılmak galata'dan... oysa işe yetişmem gerekti ve bu da benim hikayemdi nihayetinde.
"herkesin kahraman olduğu yerde kimse kahraman değildir." dedi bir filozof ki haklıydı da... ama parçaların kendi içindeki durumlarını gözardı etmemek lazım bu noktada... parçaların içindeki yapıları önemli. büyük ölçüde önemli hem de...
bir erkeği düşünün. gündemde onlarca önemli memleket meselesi(türkiye'de herdaim mevcut bu meseleler ama) varken. bahse varım düşüneceği şey önceki gün tanıştığı dünyalar güzeli bir kadın ve onun yanındaki halleridir. hayatında iki gündür önem arz eden şey nihayetinde budur. ve bu da biz insanlar için değişmez bir gerçektir...
bu noktada makro anlamda bir kahramanlık görülmese de bu adam kendisini mutlu, birşeyleri başarmış olarak görebilir o kadını öptüğü bir anında hayatının... bir yerde hikayenin, kendi iç dinamikleri önemli bu noktada. hayatın amacı o kadını tek bir kere daha görebilmek, onun yanında ve yakınında olabilmektir bir süreliğine. onun kokusunu teneffüs edebilmektir. dünyanın herhangi bir noktasında çocuklar ölürken hem de. kimbilir bunlar dolayısı ile de üzülebilir biraz duyarlı bir adamsa ama gene de o kadını bir kere daha görmek...
bu durumda hikayelerin tamamı bencillikler toplamı olacaktır belki ama özünde de mesele budur zaten.
cok güzel bir cümle bu. cok begendim. hakikaten de herkes kendi hikayesinin kahramanidir. herkes en iyiye ulasmak ister ve en uygun kosullarda kendisine bir gelecek saglamak ister. kimi zaman maddi kimi zaman psikolojik etkilerin sonucunda buna ulasamaz, ya da sartlari kendisine izin verdigi ölcüde ulasir.
o yüzden gercekten de herkes kendi hikayesinin kahramanidir. ayni konuma baska birisi de getirilse onun psikolojik ideolojik durumu baskadir. bütün bunlarin icerisinde bir sürü sahsin kendi etkisinin rol oynamadigi faktörler de mevcuttur.
o yüzden her insan, buldugu sartlari en iyi sekilde kullandigindan, her insan kendi hikayesinin kahramanidir.
hayatlar filmse herkes kendi filminin başrolüdür. başkasının filminde başrol alabilmekse çok güzeldir, ama söz konusu film başkasının biyografisi olduğunda her an filmden çıkma ihtimaliniz vardır.
hepimiz bir şekilde bizimle baş rolü paylaşacak insanı arıyoruz aslında ama talihsiz durumlar da var tabi.
(bkz: kendi hayatının filminde esas oğlanı bulayım derken yüzlerce figüranla öpüşen zavallı esas kız)
aslında hepimizin hayatı bir filmdir ve biz o filmin başrolünü alırız.hayatımızdaki diğer insanlar yardımcı oyuncu,figüran konumundadır.hepimizin hayatı bir kitaptır,bizim hikayemizin baş kahramanı bizizdir.kitaptaki diğer kahramanlar ise hayatımımızın ya olmazsa olmazları ya da yaşamak zorunda olduklarımızdır.biz anlatmak isteyip istememiz sorulmamıştır sadece hikaye öyle yazılmıştır.
kimileri hırslı olacaktı rolleri gereği, kimileri aynı oranda bağışlayıcı... en ufak birşeye kızanı da olacaktı, dünya yansa "üff" diyerek söndüreceğini sananı da. nihayetinde her biri farklı bir renk katıyordu ve hikayeler de ancak böyle zenginleşiyordu... kimilerinin inandıkları kör edecekti gözlerini ve kimilerinin inanmayı reddettikleri. ikisi de saplanıp kalacaktı nihayetinde hikayelerinin belli kısımlarında. sonra birbirlerine saracaklardı ki bu da kısır döngü bir yerde...
kimisinin başı daha bir dik duracak, gölgesinde dahi fırtınalar kopacaktı. kimisinin güneşliği ağır basacak ve savrulanları, ışığında toplayacak... ve nihayetinde kimileri hayata edilmiş birer küfür olacakken, kimileri bu hayatı dahi bağışlayacak.
hikayenin bu kısmı oldukça küfürlü ve argo duruyor. sıcak, ışıltılı, yaz günlerine çekilen türden bir hasret gibi özleniyor bütün gâfurlar. en büyüklerinden birisi sağ omzuna yatırılmış, gül suyuyla arınmış... hikayenin bu kısmı bahara yakın diyor vakit. bu kadar sövmek yetsin.
bencillik noktasına taşmamak kaydıyla gayet de olabilir ve hatta olması gereken durum. herkesin dünyası kendi için dönmez mi zaten. bana kalırsa olması gereken de o ancak küçük dünyaları ben yarattım diye gezilirse ortalıkta, bunun böyle olmadığını bilen insanlar tarafından "hadi ordan beee" şeklinde yorumlarla kendi yarattığınız küçük dünyanızda kalakalırsınız efendim.
--spoiler--
oyuncu ve iyi oyuncu...
herkes kendi hayallerindeki kahramanların ruh ikizleridir...
ben olmayan ben merkezli dünyalarının efendileri...
--spoiler--
herkes kendi hikayesinin kahramanıdır ama buna rağmen yine de sahte kahramanlar yaratıp onlara aldanır. aşık olur, inanır, güvenir ve sonra kendi hikayesindeki yalnız kahramanlığına geri döner. şaşmaz bir döngüdür bu. kendi hikayesiyle yetinmez insanoğlu, başkalarının hikayesinde kahraman olmak için çabalar. bu yüzden aşık olur, bu yüzden sever. ama ne acıdır ki birileri gelip onun hikayesinin kahramanı olur da o bir türlü kimsenin hikayesinde yer bulamaz kendine. işte bunu fark ettiğinde kendi hikayesindeki kahramanlığına geri döner insanoğlu, ne de olsa kendi kendinin kahramanı olması acıtmıyordur içini en azından..
bir çeyrek bilet gibiydi kimisinin hayatı, biraz daha şanslı olanınki yarım, bir kısmınınki tam... ama hepsine yüklenen umut, hepsinden beklenen aynıydı.
vaktin birinde bir oğlu olmuştu çiftçinin ve "o" kendisi gibi olmayacaktı... o, tek mutluluk, yarınlara dair bütün beklentisiydi ve kendi hikayesindeki boşluğu bu şekilde doldurabileceğini düşündü çiftçi biran. alnından öptü kundaktakini ve "büyük adam" olması yönünde fazla istekliydi. kaldı ki bundan herhangi bir çıkarı olmasını hesaplamıyor, herhangi bir beklenti besleyip de büyütmüyordu. ama işin aslı bu kadar masum değildi. saftı belki ama masumiyet denilemeyecek türden birşey...
kendi yapamadıklarını, onun yapmasını istedi. delicesine istedi ve "elinden geldiğince" çabaladı... ama bu noktada bir çıkar vardı. pek öyle görünmese de "benim yapamadıklarımı yapmalı" demek de beklentiydi bir yerde. ve kundaktakinin dünyadan dahi haberi yok. bu bir çıkar mıdır? içinde hırs varsa belli oranda evet... ve günün birinde çiftçinin oğlu, büyüyecek ve kendi hikayesini kaleme almak isteyecekti. ama önce hikayenin büyük bir kısmını silmesi gerekmekte, izlerini büsbütün yok edemese dahi bunu deneyecekti... o, kendi yapamadıklarını yapmak isteyecek ve buna rağmen yaşayamadıklarını da çocuğunun yapabilmesi için hikayesinin sonraki kısmında resmedecekti.
ve "yapabildim" dedikleri de topu topu yaşlanmış babasının "hayata dair amortileri" ile eşdeğer olacaktı... hayatın amortileri de dahil hikayeye, çeyrek veya tam ne farkeder?
hikayeler birbirinden bağımsız şekilde yaşanırken, birbiri ile bağlantıları yalnızca bir diğer hikayeyi etkilemesidir. ve her kahraman aslında gölgesinin izindedir.
şimdi bir hikaye anlatacağım ve kimse bu hikayeyi başkasına anlatamayacak. ben ise başka bir hikayeyi ezberleyemeyeceğim kendi hikayemle meşgulken. hep kahraman olma uğruna diğer hikayeleri önemsemediğimizden mi acaba başkalarına hikaye anlatamayışımız? insanlar yalnız. insanlar mutsuz. bakmayın oynanan mutluluk oyunlarına, hep kahraman olma telaşından.
sonra geçmiş bir zamanda;
günler geçip giderken, deniz kenarında bir eve sahip olmayı dilerdim. kendime ait bir yaşamım olsun ve ben hükümdarlığını süreyim krallığımın. öyle bir hükümdar olayım ki, hizmetimde deniz ve güneş olsun. rüzgar başka krallıklardan haberler getirsin, yüzüme değsin. bazı sözler tokat gibi olsun, canım acısın.