ben ile başlayan cümleler, yargılar, detaylar almış başını gitmekte etrafta... belediye otobüsünde geyik yapan insanlardan tutun da bir aile toplantısında sohbet edenlere, arkadaş çevrelerine kadar yerleşmiş. herkes istiyor ki "ben" konuşulayım, beni konuşan da gene ben olayım.
ilk bakışta çok yadırgadım. hepsinin doğum haritalarında mars, güneşe kavuşmuş sanki. nedir bu bitmek bilmez "ben" çıkmazı? bir baba misal bir oğula, hayata dair bir şeyler anlatacak oluyor ve cümleye başlıyor "ben senin yaşındayken falanca yapardım." sonra oğul dalıyor lafa "ben de filanca yapıyorum." diyerek. özneleri aynı fakat iyelik anlamları farklı kahramanlar çıkıyor ortaya haliyle. her birisi kendi hikayesinin en uç noktası, nirvanası...
sonra bu duruma alıştı duyular ve matığını çözdü gözlemler. insan kendi hayatının merkezindedir. kaldı ki insan olmasa, hayatı da olmayacaktı, düşünceleri de olmayacaktı...
bir nokta var tıkanmış olan ki o da inançlar. inançları konusunda da merkez insan mıdır, yoksa ki merkezin çekim yörüngesinde dolanmakta mıdır insan hepsi hepsi? ikilem burada başlıyor işte. bir yaratıcının varlığını kabul ettiğin anda merkeze koyuyorsun yaradanı ve bu doğrultuda yaşıyorsun. aksi takdirde hayatın merkezindeki senin üzerine, inancın merkezindeki sen geliyor ve haliyle suretlik ve yanılsama kendisini gösteriyor hayatının merkez noktasında.
ibadet konusunda durum gene bir çıkmaza giriyor ki bu anlamda merkezde gene kendini görüyorsun. niçin ibadet eder bir insan? elbette ki kendisi için. o halde merkezde gene kendisi vardır insanın. dinin merkezi insan demek ne kadar saçma ise bu noktada(kaba tabirle tanrıyı insan yarattı demektir bu) ibadetlerin merkezinde genel itibari ile insanın olduğunu görememek de cehalettir.
velhasıl herkes kendi hikayesinde bir kahraman gibi an itibari ile ve "ben" diye başlayıp da uzayan cümleler oldukça çoğaldı etrafta. "ben" ise alışmaya çalışıyorum...
bir hayatın altın formülüdür. bencillik mi? kesinlikle...
insanlar üçe ayrılıyor bu konuda ama sonuç şaşmıyor hiçbir zaman.
kendimi sevdiklerime adadım modunda olanları:
"benim sevdiklerim, herşeyimdir. hayatımı onların uğruna yaşıyorum..." derler genelde ve kendilerini kandırdıklarına inanırlar. oysa sevdikleri, nihayetinde "ondan" birer parçadır. o olmadıktan sonra sevdikleri de olmaz ve küsmeyi bir silah olarak sıkça kullanırlar. "yaparsan küserim, konuşmam" şeklindeki açıklamalar ile örneklendirilebilirler. çocuk hikayelerini andıran bir hayatları vardır.
kendisini küçük tepeleri yaratmış sananları:
halk arasında "havalı" olarak tabir edilenlerdir. hikaye ve kahramanlıklarını fazla ciddiye alır, abartırlar. sürekli "ben" kökünde anlatıları, öğretileri vardır. yüklemlerinde genellikle iyelik eki kullanırlar. yolları doğrudur ama süratleri normların üstündedir, bir noktada illa ki şarampole yuvarlanırlar, duvara geçerler, virajı alamazlar. fantastik bir roman gibidir hayatları. rolleri de konsepte uygundur kendi bakış açılarından.
kendisinin değerliliğine inananları:
gerçekçidirler, bencildirler, başkalarına değer verirler ancak hayatlarındaki en çok değeri kendilerinin hakettiğine inanırlar. yeri geldiğinde sevdikleri için kendilerini feda edebilecekleri gibi bunun da hikayedeki kahraman olmanın bir gereği olduğunu, bundan dolayı değer kaybetmeyeceklerini bilirler. küsmek dediğimiz şey bu tipler için en etkili silahtır(bir atom bombası gibi) ve çok sık davranmazlar silahlarına. davrandıklarında ise geri dönüşü olmayacağını bilirler. diğer türlerinden ayrıldığı nokta ise farkındalık duygusudur. sevdiklerine olan bağlılığının kendisi ile alakalı bir durum olduğunu bilir, sevmedikleri ile hakeza gene öyle...
son disko kralı muhabbetinden sonra seyrediyorum, okuyorum, dinliyorum. hemen herkes aynı şeyi söylüyor "orada ben olacaktım ki...", "ben ... derdim." bu hikayelerin ve kahramanların etkisidir olsa olsa. başta mikrofonun gelmesini istememiştim, yanımdaki tipin oturma hakkımızı gasp etmesine ayar olduğum için biraz gergindim, odaklanamamaktan çekindim. sonra tutamadım kendimi mikrofonu alanı dürtmeye başladım ama bize ayrılan sürenin sonuna geldik... bugün arkadaşlarıma anlatmaya çalışırken yaşananları farkettim "mikrofonu alsaydım" şeklinde başlayan cümleler kuruyordum. velhasıl kahraman da çok, hikaye de be sözlük...
hayatta birçok şeye, birçok kişiye veda ediyor insan sahi. kimisini bir daha görmüyor, kim bilir belki de göremiyor... giderken bıraktığı yerde, döndüğünde bulamıyor. ağlamak da kâretmez böylesi bir durumda, zira emir büyük yerden.
bir de insanın vazgeçtiği, veda ettiği tarafları vardır hayatında. ister alışkanlık denilsin, ister zevk, ister tutku. bir yerde kırılıyor tüm bunlar da. elde hiçbir şey kalmaksızın tüketiyor kendisini. ve belki de en acısıdır insanın kendinden bir parçaya olan vedası. bir daha görememe ihtimali bile garip gelir hani... hatta halk arasında "hey gidi" şeklinde nidalar ile başlayan yargıların hemen hepsi bunu işaret ediyor gibi. tutarsız bir tarafı var hayatın ve biz insanlara da sirayet etmiş durumda gereğinden fazlaca. ve karşısında olduğumuz ne varsa vaktiyle içinde alıyoruz soluğu. bir insan "asla yapmam" dediği ne varsa yapabilme potansiyelini taşıyor hayatı boyunca. buradaki esas fiil yapmanın kendisi olduğu için "ne" sorusuna dahi gerek kalmıyor çok zamanlar.
ama insan kendisinden bir parçaya veda ediyorken, kendisinden bir parçayı koruyup geliştiriyor sanırım. ahmet haşim mesela... şu meşhur akşam şairi. kadın düşmanı derler üstada, bence değil. sadece biraz daha yakışıklı bir adam olamadığı için kendisinin, karşı cinse olan sevgisi köreltilmiş gene kendisi tarafından. buna karşılık da akşamları sevmeyi öğrenmiş üstad. akşamları okşamış durmuş ve kızıllaşan göklere her baktığımda aklıma gelip de utanmama sebep olmuş... "benim hikayem de böyle" diyebilmiş, kendisine karşı dürüst davranmış. ama nihayetinde kendi yazdığı hikayenin uç noktası olmayı başarmış. eğer ki beni utandırabilmişse üstadın kızıl dilberi, bunu başarmış demektir.
bazen vazgeçmesi gerekiyor insanın, bir yönünü feda etmesi gerekiyor. fedakarlık mı, bencillik mi? adının çok da önemi yok esasen. birileri isim bulur nasılsa... önemli olan hissettiğin, besleyip de büyüttüğün o duygu. ben, kendi hikayemin en sağlam kahramanı, en hesapsız karakteri olsam da çözemedim. biran gelir ve insan bir yönünü feda eder. hangimiz bunu yapmıyoruz ki?
hepimiz birer bağlaç müptelasıyız. tam olarak ifadesi budur durumun... birisi savunacaksa mutlaka bir "ama" kullanması gerek suçunu, nedene bağladığı esnada. açıklayacaksa birşeyleri mutlak surette bir "fakat" ilişiyor kurulacak cümlenin münferit bir tarafına. pekiştirilecek her sav için "ki" oldukça işlevsel duruyor misal...
nokta koyulmuyor hikayeye öyle istediğince. zira burada nokta koyma yetkisi yazarda. ve hatta o bile değil. yazarın, görünmez elleriyle tuttuğu o kutsanmış mürekkep deposunda. nokta koymak, hiçbir hikâye kahramanının harcı değil, geçmişte de olmamıştır hani. bağlaçlar bu noktada giriyor işte tam. "cümlemi bitirdim" dediğin anda noktayı koyman gereken yerde bir başka cümleye; belki de önceki cümleye tezat yönde ifade verecek, dikkati kendi üzerine çekecek o cümleye geçiyorsun. aksi takdirde devam etmezdi ya zaten hiçbir hikaye. bundandır belki yaşadığımız, yaptığımız ne varsa geniş zaman eki ile çekimliyoruz. "yaparım, ederim, severim, görürüm,..." zaman eklerini bir başka yazıya saklamalı. şimdi bağlaçlardayız...
bitirmek istedim de bitiremedim hikayenin bir kısmını ben. çok çabaladım, çok uğraştım ve bir o kadar da kendimce didindim. bitmiyor... kendimi çektim, ilgimi çektim de gönlümü çekemedim bu şeyin içinden. burada kahraman benim. onu çıkartamamak da belki bundandır. ben sadece yazıldığına inandığımı yaşamakla meşgulüm. dedim ya nokta koymak haddim değil. sadece biçilmiş olanı geçirebilirim sırtıma. fakat bu noktada da isyankâr davranmam olası. hikayenin bu kısmı bunalımlı. güneşin, kavurucu bir bunalımı genzimize doldurduğu bir yaz günü gibi değil ama gökyüzünü kaplamakta olan bulutların, soğuk ve dingin bunalımını ruhumuza doldurduğu gibi.
hikayeler birbirinden bağımsız şekilde yaşanırken, birbiri ile bağlantıları yalnızca bir diğer hikayeyi etkilemesidir. ve her kahraman aslında gölgesinin izindedir.
şimdi bir hikaye anlatacağım ve kimse bu hikayeyi başkasına anlatamayacak. ben ise başka bir hikayeyi ezberleyemeyeceğim kendi hikayemle meşgulken. hep kahraman olma uğruna diğer hikayeleri önemsemediğimizden mi acaba başkalarına hikaye anlatamayışımız? insanlar yalnız. insanlar mutsuz. bakmayın oynanan mutluluk oyunlarına, hep kahraman olma telaşından.
sonra geçmiş bir zamanda;
günler geçip giderken, deniz kenarında bir eve sahip olmayı dilerdim. kendime ait bir yaşamım olsun ve ben hükümdarlığını süreyim krallığımın. öyle bir hükümdar olayım ki, hizmetimde deniz ve güneş olsun. rüzgar başka krallıklardan haberler getirsin, yüzüme değsin. bazı sözler tokat gibi olsun, canım acısın.
hikaye kahramanı olmak ile süper kahraman, halk kahramanı olmak arasındaki farkı görebilmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan durumdur. kavram karmaşası pratik yapmak için etkili olsa da karmaşaları dışavurum noktasında itina gerekmekte gibi duruyor.
ve bu yüzden yazılmışlıklarda oynamayı eleştirirler. ikiye ayrılırlar: oyuncu ve iyi oyuncu.
herkes kendi hayallerindeki kahramanların ruh ikizleridir. ben olmayan ben merkezli dünyalarının efendileri..
en sevdiğimiz yaratılmışa bakın onu kaybetme korkusu ona olan ihtiyacımızdan ötürüdür.
herkes kendi ruh ikizinin kahramanıdır. o takdir etmedikçe benleşir ve benliğini kaybeder.
ağakapısı'nda oturmuş asya, avrupa ve ikisi arasındaki kan bağı diyebileceğimiz boğaz alabildiğine ayaklarımız altında ki karşımızda galata kulesi.
birisi, marmara hukuk fakültesi'nde okuyor ve tam da bu hafta vize zamanı... sınav dediğimde beni "vize kuzen" diyerek düzeltecek kadar hakim hikayesine.
bir diğeri çapa tıp fakültesi'ni zorluyor, öğleden sonra sevgilisiyle buluşacak, onun heyecanı ile arada bir saati yokluyor. hikayesinin oldukça sevimli, oldukça güzel, heyecanlı bir bölümünü kaleme alıyor gibi...
bense aöf üçüncü sınıf öğrencisi olmama rağmen "unumu eledim, eleğimi astım" modumdayım. oysa ölmek vardı bu güzel bahar gününde. boğulmak mümkündü serin sularında akıntının. veya ne bileyim olabildiğine uçma çabasıyla çakılmak galata'dan... oysa işe yetişmem gerekti ve bu da benim hikayemdi nihayetinde.
herkes kendi hikayesinin kahramanıdır ama buna rağmen yine de sahte kahramanlar yaratıp onlara aldanır. aşık olur, inanır, güvenir ve sonra kendi hikayesindeki yalnız kahramanlığına geri döner. şaşmaz bir döngüdür bu. kendi hikayesiyle yetinmez insanoğlu, başkalarının hikayesinde kahraman olmak için çabalar. bu yüzden aşık olur, bu yüzden sever. ama ne acıdır ki birileri gelip onun hikayesinin kahramanı olur da o bir türlü kimsenin hikayesinde yer bulamaz kendine. işte bunu fark ettiğinde kendi hikayesindeki kahramanlığına geri döner insanoğlu, ne de olsa kendi kendinin kahramanı olması acıtmıyordur içini en azından..