herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret olacak

    15.
  1. kandırmacadır. kırmızı başlıklı kız masalı bile daha mantıklıdır. açıklayalım kandırmacalığını gelin benimle:

    öncelikle bir konuda anlaşmamız gerek, herkesten kasıt dünyadaki yaklaşık olarak 5.000.000.000 insandır. ve bir gün = 24 saat = 24 x 60 dk = 1440 dk. yani bir günde 1440 dakika vardır.

    yukarıdaki bilgilerin doğruluğu konusunda hemfikir olduğumuza göre önermeyi çürütmeye geldi sıra. herkesin, yani 5.000.000.000 insanın onbeşer dakikalığına ünlü olabilmesi için 15 x 5.000.000.000 dakika gereklidir. bu da 75.000.000.000 dakika yapar. tabii bir şeyi belirtmekte fayda var, herkes neden ayrı ayrı onbeş dakikalık dilimler için ünlü oluyor reanarchy? diye soran ve kendini diğer yazar ve okurlardan daha uyanık sanan ismini burda ifşa etmek istemediğim yazara sesleniyorum: aynı anda iki kişinin ünlü olması demek, bunların birbirleri gözünde şöhret olmaması demektir. yani tek tek alırsak sırada bekleyen trumanları* bu sağlıklı bir şöhretlendirme olmaz. herneyse gözlüklü şirini kafa üstü gödnerdikten sonra işlemlere dönelim. bir günde 1440 dakika var ve bu da 1440/15 = 96 adet 15 dakikalık dilim yapar. yani bir günde en fazla 96 kişi şöhrete kavuşabilir. herkesin onbeşer dakika şöhret olabilmesi için yukarıda da belirttiğim gibi 75.000.000.000 dakika gereklidir. bu da 75.000.000.000/1440= 52083334 gün yapar. yani bir gün sittin sene yetmemektedir.

    burdan andy warhol`a sesleniyorum. çocukların aklını karıştırmayalım babalık.
    15 ...
  2. 1.
  3. andy warhol'a ait pop-art sloganı.
    eğer andy warhol yaşasaydı olup bitenleri gördükten sonra ünlü cümlesini "herkes 15 saniyeliğine şöhret olacak" diye 21 yüzyıla uygun hale getirirdi. hele bir de türkiye'ye gelseydi! bizim ülkede bir şöhret hortumu var: sonradan adını, sanını, suretini bile hatırlamakta zorlandığımız birçok kişiyi günlerce konuşuyor, tartışıyor, eğleniyor, sonra da unutuveriyoruz. hortum onları öyle hızla yutuyor ki ne olduklarını, ne yaptıklarını bilmiyor, hatta merak bile etmiyoruz. bir kereliğine olsun merak ettik, işte ortaya çıkan durum...

    kompela

    mori kante'nin yeke yekeli günleriydi. güney afrika'dan, gaziantepspor'a kompela isminde acayip bir futbolcu transfer olmuştu. kameraların gücünü keşfetmesi uzun sürmemişti. kameralar karşısında çiğ köfte yoğurmaya başlayıp, bir yandan da "allahim neydu gunahim?" diye şarkı söylemeye başladığında artık yeni bir oyuncağımız olmuştu. türkçe'yi üç yılda sular seller gibi konuşmaya başladı. şov programlarında kapanın elinde kalıyordu. herkesin kankası olmuştu. mesela kibariye onu, "kompiiiş" diye çağırıyordu. çok geçmedi bir televizyon kanalında, "akın akın kompela" adında bir spor programı yapmaya başladı. öyle başarılıydı ki, bir süre sonra ayşen gruda ile birlikte türk televizyon tarihinin en unutulmayacak program isimlerinden biriyle karşımızdaydı: ana'nın kompelası!

    iki repliği kulaklardan hiç gitmedi. bir maç çıkışında, kavga ettiği bir futbolcu için, "bana pizivink diyur" lafı neredeyse "maraba televole" klişesinin tahtını sarsıyordu. yine bir televizyon programında, zenci bir futbolcu için, "yemyem abijim bunlar, adam yiyolar" diyerek aslında hem eğleniyor hem de bizlerle kafa buluyordu. bir süre sonra futbol hariç her şeyi yapar olmuştu. onu atatürk havalimanı'nda en son gördüğümüzde mercedes kaçakçılığından sınırdışı ediliyordu. ingiliz dili ve edebiyatı mezunu olan kompela'nın şu anda güney afrika'da ingilizce öğretmenliği yaptığı biliniyor.

    emire kalkanci

    burberry'li kadın şimdi çikolatacı

    28 şubat şöhretlerindendi. sahte tarikat lideri kocası ali kalkancı vesilesiyle varlığından haberdar olmuş, burberry takımlı tesettürüyle dikkatlerimizi çekmişti. önce uğur dündar'a sonra da kapak olduğu haber dergilerine anlattıklarıyla kısa sürede türkiye'nin en tanınmış kadınlarından olup, çıktı. fırsatı kaçırmadı, önce kocasını boşadı, sonra tesettürünü attı. bağdat caddesi'nde bir pastane açarak TATLI bir iş yapmaya başladı. sonrasında bodrum sahilde bir disko açmak istemiş, müşterileri rahatsız olmasın diye de sahile 25 metrelik bir duvar ördürmüştü. 28 şubat dönemi bitince, o dönemin malzemelerinden emire kalkancı da rafa kalktı.

    levent oran

    bugünkü hayatından onu meşhur edeni sorumlu tutuyor

    savaş ay'ın a takımı programına katılıp, kadınlara dayak atılsın diyerek başlayan şöhretinin saçlarını sarıya boyatarak şarkıcılığa kadar varabileceğini hayal bile edemezdik. o zamana kadar kim olduğu bile bilinmeyen levent oran, artık mikrofon gördüğü her yerde kendince atıp tutmaya başlamıştı. bir sıkımlık şöhret uğruna bıçaklandı, iki kez silahla bacaklarından vuruldu, defalarca dayak yedi. bütün bunları sadece bir yıl konuşulmak için yaptı. bir yılın sonunda onu artık kimse hatırlamıyordu. son bir hamleyle, "yaptıklarımın hepsi roldü. türkiye'nin kanayan bir yarasına parmak basmak için yapmıştım" manevrası yaptıysa da çoook geçti. en son bir televizyon programında saçı sakalı birbirine girmiş vaziyette görüldüğünde şöyle diyordu: çok perişan durumdayım. beni savaş ay meşhur etti. şimdi de yardım etsin. ama akıllanmış mıydı tartışılırdı. stüdyoya berber getirildi, yayında bir güzel tıraş edildi. kendisinden bir daha haber alınamadı.

    kont adnan

    unkapanı'nda telefonu çalsın diye bekliyor

    karadeniz rap'i yaptığını söyleyen 35'lik rakı boyutunda şahane saf bir karadenizliydi. rap müziğinin trabzon'dan çıktığını ve bütün dünyanın oradan esinlendiğini iddia eden fantastik bir kişilikti. birileri kafasındaki kasketi ters takarsa ve acayip kılıklar giyerse rapçi olduğuna onu inandırmıştı. niye kont diye sorulduğunda, "lord gibi bir şey işte" demişti. kendisiyle röportaja giden arkadaşımız emel armutçu'ya jest yapmış ve hemencecik bir beste yapmıştı: "armut dalda asulsun/emel hanım nasulsun/bu söyledüklerimiz, gastelere basulsun!"

    ama asıl kopma noktamız ve dilimize pelesenk olan şarkısı, türk hava yolları'nda gördüğü bir hostese bestelediği şarkıydı. neredeyse bütün okul servislerindeki öğrenciler, camları açar ve o türküyü söylerdi: "armağan boylarunda/bilezuk kollarunda/hostes kıza vuruldum/türk hava yolları'nda"

    kont adnan şu anda unkapanı'nında kendi kurduğu karadeniz müzik firmasında, telefonunun çalıp birilerinin hatırını sormasını bekliyor. bu arada boş durmuyor, kendi tabiriyle "çok manyak" bir müzikle karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.

    keto

    en son nerede görüldü kimse hatırlamıyor

    gerçek adını hiç bilmedik. hayatımıza keto olarak geldi, keto olarak gitti. medyum memiş'in keto'yla birlikte çıktıkları bir televizyon programında, sevda demirel'in hande ataizi'ye attığı "ne dedin sen. şıraak" efektli tokat misali keto'ya "bindirmesi" aylarca konuşulmuştu. keto yediği tokat nedeniyle bir nefeslik şöhretinin zirvesindeydi artık. kekemeliği ve yediği tokat levent kırca'dan sekmedi ve olacak o kadar programında defalarca hicvedildi. ama azimli keto yılmadı. karşımıza uduyla birlikte şarkı söyleyen biri olarak çıktı. hızını alamadı, kaset çıkarmaya kalkıştı. ama memleketin áli menfaatlerini düşündüğünü söyleyen birileri tarafından susturuldu. en son nerede sesinin soluğunun duyulduğunu kimse hatırlamıyor bile.

    tuğçe san

    kobrayla şarkı söylemişti

    acayip cüsseli, uzun saçlı, acayip kılıklı, boynunda kobrayla sahneye çıkıp, "tuğçe san geliyooooorrr. nihahohahooh" diye şarkı söyleyen jennifer lopez popolu bir şarkıcı vardı. adı da şarkısındaki gibi tuğçe san'dı. o dönemde, "bu tuğçe san, bu da anjinsan" gibi lise geyiklerine çok sık maruz kaldı. almancı bir ailenin kızıydı, ne kobrayla televizyona çıkması ne de poposunu sallaması ona kalıcı şöhreti sağlamadı. birkaç yıl türkiye'de kaldıktan sonra "sigara almaya çıkıyorum" deyip almanya'daki ailesinin yanına döndü. kendinden yaşça büyük biriyle evlendi ve hala almancı olarak hayatına devam ediyor. kobrasından ise hiç haber alınamıyor.

    barbaros hayrettin

    en son almanya'da görüldü

    bir gün televizyonlarımızı açtık, acayipliklere alışıktık ama demek hala yeteri kadar eğitilmemiştik ki, donduk kaldık. uzun saçları, palyaço papyonu ve yarım metrelik gözlükleriyle, "ben sizin babanızım ben ne dersem o olur" diyen birisi karşımızda şarkı söylüyordu. adı da barbaros hayrettin'di. uzun bir süre kendisinin şarkıcı olmadığına, mustafa topaloğlu tarafından türkiye'ye kısa süreli bir ziyarete gönderilen uzaylı olduğuna inanmak istedik. ama bir kez daha yanılmıştık işte. şarkı, futbol statları dahil her yerde büyük yankı uyandırmıştı. fenerbahçeliler başkanları ali şen'e maç öncesinde bu şarkıyla büyük tezahürat yapıyorlardı: "sen bizim babamızsın, sen ne dersen o olur!" babalı şarkısının büyük başarısından sonra barbaros hayrettin, "dumur öyle olmaz böyle olur" dedirten ikinci şarkısını patlattı: sevgilim sevgilim nasılsın/burnun kapıya kısılsın/diskoda hop hop oynarken/kot pantolonun yırtılsın! "bu ülkede imajımdan müziğime, klibimden güfteme marjinal bir müzisyenim" diyen barboros hayrettin'in, uzaya geri dönmeden önce almanya'da görüldüğü bildiriliyor.

    copy-paste: hürriyet http://www.hurriyetim.com
    10 ...
  4. 3.
  5. "o değil de bir x vardı nooldu ona" soru tümcesinin bir nevi oluşma nedeni olarak da konumlandırılabilecek söz.
    -o değil de beşiktaş'ta bir nartallo vardı nooldu ona?
    -herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret oldu hocam.ve söndü...
    4 ...
  6. 2.
  7. 32.
  8. Kimdi o yahu, Marshall Mac Luhan mı, Alvin Toffler mi, yoksa başka bir "iletişim babası" mı, demiş ya, "yirmi birinci yüzyılda herkes ünlü olacak ama yalnızca on beş dakikalığına"...

    Oluyorlar tabii, eğitimi kıt ve kafası da fazla çalışmayan varoş kızlarının heyecanla izlediği "koca bulma yarışmalarına" çıkanlar haftalık dergilere kapak bile oluyorlar. Sabahın köründe şakkada şukkada göbek atılan eğlence programlarına ücret karşılığı dinleyici kisvesinde çıkarılan başı bağlı kadıncağızın bile komşuları nezdinde havası artıyor... çoktan geçtim artık instagram, twitter falan... onlar sizin için çerez sayılır!

    Türkiye'de "profesyonel izleyicilik" diye bir meslek dalı olduğunu, bu tür kelek programlarda kelle gösterip kalabalık edenlere para ödendiğini, onların da sabahtan akşama kadar o kanal senin bu kanal benim, oradan oraya özel servis otobüsleriyle gidip geldiklerini bilir miydiniz? elbette biliyorsunuz!

    Bugünkü rayici bilemeyeceğim, üç-dört sene evvel bu işin yevmiyesi adam başı 100 liraydı ve üstelik bunlara kumanya da dağıtılıyordu!... Hani hep merak edersiniz ya, nereden bulmuşlar bu çarpık çurpuk seyirci kitlesini diye...

    Lakin bu iletişim bolluğu Internet "ortamında" daha başka bir görüntü kazanıyor. Orası bir çöplüğe döndü.

    Internet'in elektronik kolaylığı (mektup yazınca pul yapıştırma, postaneye götürme derdi yok, postane "bir tık ötede") ve kimliğini de gizleme rahatlığı, bütün çarpık ruhlulara gün doğurdu.

    Sapıklar, gizlemek zorunda kaldıkları özelliklerini oraya serbestçe dökebiliyorlar. Asıl adı Abdurrahman olan herif kendini Tuğçe diye tanıtabiliyor!

    hatta bir ara da, "chat" olayı insanlara müthiş bir boşalma alanı yarattı. Sohbet anlamına gelen "chat" kelimesini de ağzımıza uydurduk, yeni konuşmaya başladığımız ingilizce-Türkçe kırması piç ve yoz dilde "çet" yaptık.

    Buna da zamanında, bütün gün telefon ve bilgisayar başında canı sıkılan bazı az eğitimli sekreter kızlarımız öncülük ettiler...

    Bu elektronik muhabbet, aslında, iletişim zorluğu çeken ve yalnızlıktan kıvranan Amerikan insanı için bir çeşit "psikoterapi" gibi düşünülmüştü. Dostoyevski demiş ya, "biz roman sanatını Batı'dan aldık ama ona Rus dehasını kattık" diye... Biz de bu sohbetlere kendi basitliğimizi, kendi seviyesizliğimizi ve kendi beyinsizliğimizi katmıştık!

    Gerek bu sohbet "odalarına", gerekse sitelerin "yoruma açık" haberlerine, bilen bilmeyen, anlayan anlamayan, aklı eren ermeyen herkes bir şeyler yazmaya koyulmuştu.

    Bunun hiçbir ön şartı olmadığı, yazanlarda hiçbir nitelik aranmadığı için, genellikle cümleler düşük, imla yok, baş son belli değil, fikir mikir hak getireydi...

    Bir de takma adla olunca, yakalanma, hesap verme korkusu da yok, istediğin gibi zırvalayabilirdin.

    Böylece, Süleyman Demirel'in özlemindeki "gonuşşan Türkiyya", her kafadan bir ses çıkan ve kafa ütüleyen Türkiye'e dönüştü!

    Ciddi sitelerde bile birtakım anketler de düzenleniyor ve "sizce Fener-Galatasaray maçını kim kazanacak" ya da "aykut kocaman istifa etsin mi etmesin mi" gibi çok önemli meselelerde görüşünüzü belirtiyorsunuz. Böylece "sizin de hayatta bir fikriniz sorulmuş" oluyor ve adam yerine konulmuş olmanın sevinçli yanılgısı içinde rahatlıyorsunuz. Tuzak bu yönde işliyor.

    Babıali'nin ayaktakımı da bunu sevdi ve isimsiz dedikodu siteleri kuruldu. Mesleklerinde hiçbir yere gelememiş ve artık gelemeyeceği de belli olmuş ne kadar ezik, güdük, yetersiz ve yeteneksiz zavallı varsa, bu sitelerde ona buna bulaşıyor. Böylece yüreklerini soğutuyor, yaralarını kaşıyor, işten kovulamamanın ve dayak da yiyememenin rahatlığı içinde, kıskandıkları, çekemedikleri kim varsa saldırıyorlar.

    Eh, madem anonim, ben de giydiriyorum haber sitelerinin yorum bölümlerinde, mahkemeye de veremiyor gariplerim. Ortada kimlik, kişilik yok ki kişiliğin hakları olsun!
    4 ...
  9. 7.
  10. umut sarıkaya nın "iki farklı hayat, iki farklı hikaye" adlı eserinde ele aldığı söz.

    andy warhol: herkes birgün 15 dakikalığına şöhret olacak!..

    recep: (dizleri çıkmış eşofmanın altından göbeğini kaşıyarak) tuvaleti bi 15 dakika kullanmazsanız toplum sağlığı açısından iyi olur.. resmen içimde köpek ölmüş amına koyim..
    3 ...
  11. 4.
  12. sozlukte de benzerlerine rastlayabileceğimiz durum.
    2 ...
  13. 5.
  14. popüler kültürün insanları ne kadar kolay eritebildiğinin en net şekilde açıklanmasıdır.
    2 ...
  15. 17.
  16. herkesin birgün 15 dakikalığına şöhret olması demek şöhret anlayışının değişmesi demektir.şöyledir ki herkes 15 dk şöhret olur ama artık o şöhret değildir çünkü herkes aynı şeyi yaşıyordur.ha 20 dk şöhret ol harbiden şöhretsindir. *(#işin gücün yokmu senin)*
    3 ...
  17. 31.
© 2025 uludağ sözlük