Her seye sahip olunamaz, olunsa da bu yuzden mutluluk duyulamaz. O kadar sacma geldi ki, tanimlamak icin bile yazamiyorum.
Mutluluga bak, ayaga dusmus.. Ayagindaki ayakkabi 9795940371017472927492 milyon dolarsa daha mutluyum, pazardan aldiysam mutsuz. Alamayan ne olacak haci?
Mutluluk ile haz kavramları arasındaki farkı hatırlatmak gerekir. Günümüzde tüketim toplumu olarak, maaş, iş, eş, aş, araba, ev vs. alınan şeyler belirli bir noktaya kadar size haz verir. Mutluluk ise hiçbir şekilde maddiyata bağlı olmaksızın iki şartı bağlıdır. 1. insanlara yardım etmek, 2. Yanınızdayken huzurlu olarak hissettiğiniz sevdiğiniz kişilerin yanınızda bulunması... Bunlara ek olarak mutluluk kaynağını ise dini yaşadığını, yaratıcıyı sevip, şükrettiğinizi zannetme düşüncesidir. Dolayısıyla her şeye sahip olmak mutluluğu getirmez. Bir noktadan sonra iş monotona biner. Mutluluk manevi değerlerdedir. Maddiyat mutluluk getirmez aksine başa beladır, daha da çoğunu daha da çoğunu istemeye sebeptir. Nerden mi biliyorum ? 12 çift ayakkabısı varken 13. ayakkabıyı alan, 9 çantası varken 10.yu, 18 kolyesi varken 19.yu isteyen kız arkadaşım hala mutluluğu yakalamayadı da oradan.
her şeye sahip olduğum halde mutlu olamıyorsam tek sebebi vardır. çekirdek ailemden biri ya da ben 3 gün sonra öleceğimdir falan. diğer türlü mutsuz olunur mu, hiç zannetmiyorum.
Mutluluk yanlış adreste aranmaktadır.
Yunan mitolojisine göre Olympus dağında toplanan tanrılar mutluluğun sırrını saklamaya karar vermişler. Tanrılar, en yüksek dağın tepesinde saklamayı, yerin yedi kat dibinde saklamayı, okyanusun en derin yerinde saklamayı önermiş. Nihayet bir tanrı harika bir öneri getirmiş. insanlar dağları, okyanusları, yerin yedi kat dibini keşfedecek zekaya sahip. Ama nedense bu zekayı kendilerini keşfetmeye ve tanımaya yöneltmiyorlar.. Mutluluğun sırrını onların yüreklerine gömelim. Nasıl olsa oraya bakmayı akıl etmeyeceklerdir.
Tüm dünyaya sahip olunsa yine mutluluğa ulaşılamayacaktır.
maddi kazançların getirdiği doygunluğun, ruhun açlığını gidereceğini sanmakla başlıyor hep... elde etmek, bir merdiven daha çıkmak için o kadar yoruluyor ki ruh, beden yorgunluğu gibi uyumakla geçmiyor. eksiklik duygusu ve amaçsızlık, bir demirin işlemedikçe paslanması gibi çürütüyor her şeyi...
gün içindeki karmaşa ve gürültüden sonra tekrar yalnız kaldığında, sanki gözlerinin önünde bir sessiz sinema oynuyor. pişmanlıklarını ve amaçsızlığını yansıtıyor perdeye... ve sen yine izliyorsun, sabah tekrar unutucağını bildiğin halde...