Bisikletinin gövdesine en fiyakalı stickerları yapıştırmış, o rengarenk afili boncukları tüm özeniyle tekerleklerinin jantlarına simetrik olarak bir bir düzmüştü çocuk ve dışarı çıkarmak üzere kapı pervazında eğilmiş; spor ayakkabısının bantını yapıştırırken, arkadan seslenen annesinin periyodik olarak üstüne basa basa söylediği ''sakın ha uzaklaşma, buralarda dolaş çocuğum'' sözünü ilk defa duymazdan gelecekti. insanoğlunun doğasındaki özgürlüğe tutkunluk ve kendi iradesiyle hareket etme olgusunu belki de ilk kez böylesine iliklerinde hissediyordu.
Büyümüştü. Hem zaten anne babası dememiş miydi dün gece ''eşek kadar oldun artık'' diye. iki tekerlekli bisikletini iki elini birden bırakarak sürebiliyordu artık. daha ne kadar büyümem gerek zaten'' derken iç sesi yanıtı veriyordu kendisine hemen:
-Yeterince büyüksün.
Mahalleden arkadaşlarıyla kararlaştırmışlardı bir gün öncesinden. Bu kez uzaklaşacak, karşı apartmanda oturan Aykut'un uzakça ve nispeten ıssız bir yerde keşfettiği meyve bahçesine gidecek, doyasıya ağaçlara tırmanıp midelerini güzelleştireceklerdi. Ağaca tırmanmayı bilenler birer süper kahraman edasıyla daldan dala dolaşacak hatta birbirleriyle istemsiz bir ''kim en yükseğe tırmanacak'' yarışına gireceklerdi. Bilmeyenler ise aşağıda onların yukarıdan attığı meyveleri tişörtlerinin en alt tarafını birer kumaştan torba haline getirerek toplayacak, Aykut'un evden getirdiği bezin üzerine taşıyıp depo ederek diğerlerinin inmelerini bekleyeceklerdi hep birlikte gülüşerek yemek için topladıklarını.
ilk başkaldırışın, belki de anarşiye çalan ilk davranışın verdiği muazzam haz ve özgüven duygusuyla doluydu merdivenleri koşar adım inerken çocuk. Hiç tanımadığı birazdan tanışacak olduğu yeni bir mutluluktu..
O yol o kocaman olmuş çocuklarca kah yarışarak kah yokuş yukarı çıkarken pedallamaktan yorulup, bisikleti gidonundan tutup yürüme halinde sürükleyerek gidildi. Bahçeyi gösterdi Aykut heyecan içerisinde bağırarak.
Bisikletler yere yatırılıp tırmanma vakti geldiğinde ağaca çıkmayı beceremeyen tek çocuk bizimkiydi. Sorun etmemişti. Ne de olsa arkadaşları toplayacak ve ona yollayacaklardı. Hem hep birlikte yemeyecekler miydi en sonunda oturup ?
Diğer dört arkadaşı dört ağaca dağılmış, dalları tırmanmaya başlamışlardı. Bizimki o ağaç altından bu ağaç altına koşturup hasatı toparlarken, koşuşturmadan ve yolun verdiği yorgunluktan dolayı dayanıksızlaşmıştı ama yavaş yavaş acıkan karnını dolduracağı renk renk meyveleri ufak bir yığın haline getirirkenki hevesi baskın geliyordu. Bir iki küçük şey atıştırmış olsa da kendisini tutmuş, telkin etmiş; arkadaşlarını beklemesi gerektiğini düşünmüştü. Onlar da nihayetinde kendisinin yapamadığını yapıp dallara uzanmışlardı ve yemeye devam ettikçe onlara haksızlık etmiş olacaktı.
Tüm bunlarla birlikte arkadaşları ise iki aşağıya yollayıp bir midelerine indiriyorlardı o sırada.. Hep öyle olmaz mı zaten ? Vücudun verdiği refleks gibi olmuştur hep, ağaca tırmanmış olanın aslında karnını ağacın üzerinde doyurması. indiğinde yedikleri ise toplanılanı yemiş olma zorunluluğu dürtüsü, çocukluğun verdiği lezzetli şeylere olan doygunluk yoksunluğu güdüsüdür genellikle.
Vakit geçmiş, arkadaşları ağaçtan inmeye başlamışlardı. Çocuk, meyveleri serilen bezin üzerine özenlice koymuş arkadaşlarını beklemekteydi. Bir yandan her ne kadar geldiğinden bu yana annesinin durumu farkedip kendisine kızacağı endişesini taşısa da birazdan sabrının ve yorgunluğunun mükafatını harika bir ziyafetle alacak olmanın heyecanı, başkaldırışın emek ile birleşiminin verdiği tarifsiz mutluluk ile bezin kenarında otların üzerine dirseğini yere dayamış ve eliyle başını desteklerek derin bir ohh ile içinden kurduğu cümle ile uzanmıştı.
''Her şey yolunda..''
Derken ayak sesleri.. Kızgın bir nara..
Bahçenin sahibi 50'li yaşlarında esmer tenli kızgın adam.. Hızlı adımlarla onlara doğru gelmekte aynı zamanda öfke dolu cümleler kurmaktaydı.
Ne kadar büyümüş olurlarsa olsunlar mahallenin çocukları, şaşkınlığın da verdiği ne yapacağını bilmezlikle korku ve endişe içinde daha önce yere yatırılmış olan bisikletlerine koşup, emeklerini bezle birlikte olduğu yerde bıraktılar.. Öfkeli amca onlara ulaşamadan onlar bisikletleri var güçleriyle pedallayıp toprak yoldan asfalta varmışlardı bile.
Mahalleye varıldığında yorulmuş bir beden, guruldayan bir mide, susuzluktan kurumuş bir ağızdı bantlı spor ayakkabılı ufak delikanlının elinde olan. Dünden bu yana körükleyerek taşıdığı heyecan ateşi, özgürlüğe koşmanın verdiği tanımlanamaz his, emek sarfetmiş ve "meyvesi''ni elde etmiş olmanın huzuru bir anda yitip gitmiş; kendisini hiçliğin içerisinde bulmuştu.
Bantlı spor ayakkabılı delikalının tecrübe ettiği bu hiçlik ilk olmuştu. Ertesi günün sabahında kramponlarını bağlayıp sitenin arkasındaki toprak zeminli boş arazide yapacakları öğle sıcağı maçına koşarken unutmuştu da belki. Fakat son olmadığını yıllar sonra bir akşam ilk olanı hatırlamaya çalışınca idrak edebilecekti.
Yiyemediği o sulu meyveleri, aldırabilmek için günlerce ağladığı ve çok geçmeden çalınan 18 vitesli yeni Bianchi marka bisikletini, en güçlü takıma sahip mahallenin takımını ilk defa yenecek ve yeni en güçlü olacaklarken patlayan o topu, ikinci en güçlü kalmaya devam edip bir daha hiç en güçlü olmaya o kadar yaklaşamadıklarını, ilk kez kalbinin bir başkasına da atabildiğini öğrendiği çocukluk aşkının başka bir okula gidişini, çok iyi geçtiğini düşündüğü sınavlarının hayal kırıklığı sonuçlarını, aynı çorbayı paylaştığı arkadaşların yarattığı güvensizlikleri ve ihanetleri, tatmin olamadığı eğitim hayatını, yılların emeği ve fedakarlıklarını sığdırdığı hayat yolculuğunda yan yana oturmak adına arzuladığı kadının, temelini kendisinin atıp gün be gün elleriyle tuğlalar ekleyerek inşaa ettiği yavaş yavaş yükselen hayal evini ve yine kadının o evi ellerinden alışını ve bir başkasına tamamlamak üzerine takdim edişini, nicesini hatırladı..
Nice yarım kalışı hafıza süzgecinden geçirdi bir bir uyku kendisini esir almaya başlarken..
tanım; yaşantı çarkı sorunsuz dönmeye başladığında bantlı spor ayakkabıları olan çocukların duyduğu endişe halidir.