futbol topu da zengin mahalle bebesinin elinde. istediğinde veriyor istemediğinde vermiyor ibne. şart da koşuyor da topu vermek için; yok kaleye geçmem, yok forvet oynarım, yok penaltılar benimdir vs vs.
o zengin bebe de topu vermeyince mecbur yamuk plastik toplarla maç yapardık.
dikişli futbol topundan yamuk plastik topa geçmek de attan inip eşeğin sana binmesi gibi bir şeydi.
yine de plastik topun kendine göre tarzı vardı, iyi falso alırdı, kaleciler yan yatardı hep. en kötü yanı ise boş arsada oynarken illa ki patlamasıydı. ya diken batardı o çorak arsada, ya da top kamyonun arabanın altında patlardı.
bir gün yine bu zengin velet topunu alıp gitti, biz de arkadaşın yamuk topuna kaldık, maçın en heyecanlı yerinde akşam ezanı okunmak üzere,
karşı karşıya kalmışım kaleciyle, topa nasıl abandıysam arsanın 20 metre ilerisindeki yola gitti, amk gol de olmadı.
sonrasında güm diye bir ses duyuldu. plastik topları taşıyan kamyonlar olurdu eskiden, tepesinden toplar şeffaf bir file içinde sarkardı. işte o kamyon patlatmıştı o plastik topu.
çocuk aklı işte, içimden şöyle dedim, "lan şu kamyon devrilse de toplarını alsak da top patladı diye üzülmesek."
böyle dedim ama çocuk aklı, sonra gittik patlamış plastik topunun başımıza geçirdik şaban şaban. ulan ne günlerdi ya. siboplu tarafı benim kafaya gelmişti. vay amk.