bu kapsamda, okuma tutkunu yazarlar bu başlık altında diledikleri kitaptan bir kısım paylaşabilirler. böylece sözlük biraz da olsa* pornografi ve karşılıklı küfürleşme eylemlerinden uzaklaşmış olur.
"bir öğretmen arkadaşım var, okullarını depreme dayanıklı hale getirmek için yıkıp yeniden yapacaklarmış. öğrenciler müdürün kapısına dayanmış, "biz yıkalım hocam" diye. işte okul sevgisi... okul böyle bir yer, orada öğrenilen her şeyi nefret ederek öğrendik. milli eğitim bakanı olsam, bütün iyi yazarları müfredattan çıkarırdım. edebiyat hocası kazma olduktan sonra ders kitabına sait faik koymanın anlamı yok. iyi yazar veli yarısıdır zaten. bir hadise olmadıktan sonra okula gelmesine gerek yoktur."
Bazen Reşit Fuat Baraner, bazen Dr. Hikmet Kıvılcımlı eşlik ediyor bana. Biraz güneş açınca Nazım Hikmet gelip oturuyor avlunun bir köşesine; bahtiyar. Ya da, tahta iskemlesini çekmiş altına, Behice Boran'ı görüyorum avlunun bir diğer köşesinde; bacaklarını karnına çekmiş, kitap okuyor. Ruhi Su'nun ise türkü söyleyen sesini duyuyorum. Aziz Nesin, koğuşta beslediği tavuğunu çalıp yemesinler diye, avluya hep tavuğuyla çıkıyor. Hasan izzettin Dinamo ise kedisi Sarman'ın yarasındaki kurtçukları temizliyor güneşin altında. Sabahattin Ali'nin yüzü hep gökyüzünde; belli denizi düşlüyor. Şiir yazıyor. Rıfat Ilgaz bir mahkuma alfabe öğretiyor, Yılmaz Güney cezaevinden yöneteceği filminin senaryosunda son değişiklikleri yapıyor. Can Yücel Adana Cezaevi'nde yazdığı şiirleri okuyor. Kemal Tahir, Orhan Kemal kıdemlilerimiz, ayaklarında tahta takunya var; Bursa Cezaevi hatırası. Attila ilhan, Enver Gökçe biraz mahçuplar, işkenceye dayanamadıkları için. Dr. Şefik Hüsnü gelince Cibali'nin komünist tütün işçileri saygıyla ayağa kalkıyor. En saygılı olanlar ise bu büyük maratonun en hızlı yüz metresini koşanlar; Deniz, Hüseyin, Yusuf. En gencimiz Erdal Eren... Ve unutulabilir mi; ilk voltayı Magosa zindanında atan Namık Kemal...
''Her kitapta önsöz, hem ilk hem de son şeydir. Ya eserin amacını açıklamak için yazılır, ya da onu haklı
göstermek, eleştirmelere cevap vermek için. Ama okurlar, genellikle, ne ahlaki amaçlarla ne de
eleştirilerdeki saldırılarla, ilgilenirler; onun için de önsözleri okumazlar. Yazık ki her yerde böyledir bu,
özellikle bizim ülkemizde. Halkımız hâlâ öyle toy, öyle saftır ki, sonunda "kıssadan hisse" çıkaramadığı bir
öyküyü anlamaz. Bakarsınız gülünç bir yeri atlar, bir hicvi kavrayamaz; yani kötü yetiştirilmiştir kısacası.
Saygıdeğer bir kitapta olduğu gibi, saygıdeğer bir toplulukta da aşağılamanın yeri olmadığını daha
öğrenmemiştir; çağdaş eğitimin çok daha keskin bir silah yarattığını, bu silahın da, görünmez olmasına
rağmen, dalkavukluk kılığına bürünerek tam hedefi bulan, kaçınılmaz, öldürücü bir silah olduğunu
bilmemektedir. Bizim halkımız, savaşan saraylara mensup iki diplomatın konuşmalarına kulak verip
onların yakın bir arkadaşlık uğruna kendi hükümetlerini aldattıklarına inanan saf bir taşralıya benzer.
Bu kitap bazı okurların, hatta bazı eleştirmenlerin, kelimenin tam anlamıyla, talihsiz inançlarının acısını
çekti. Bazıları "Zamanımızın Bir Kahramanı" gibi ahlaksız bir insanın örnek olarak gösterilmesine pek
içerledi; bazıları da, büyük bir incelik göstererek, yazarın kendisinin ve arkadaşlarının portresini çizdiğini belirtti.
Ne bayat, ne acınacak bir davranış! Apaçık ortada: Rusya'nın öyle bir yaradılışı vardır ki, her şey o ülkede iyiye gider
bu çeşit saçmalıkların dışında. Bizde masalların en masalı bile kişilere yöneltilmiş bir aşağılama olarak
görülür. Beyler, "Zamanımızın Bir Kahramanı" gerçekten bir portredir, ama bir tek kişinin portresi değildir;
kuşağımızın gittikçe anan kötülüklerinden yaratılmış bir portredir. Bana bir insanın bu kadar kötü
olamayacağını söyleyeceksiniz yine; ben de diyeceğim ki, madem bir sürü trajik ve romantik haydutun
varlığına inandınız, öyleyse neden Peçorin gerçeğine inanmıyorsunuz? Çok daha korkutucu, çok daha
çirkin öykü kahramanlarını beğendiniz, yine bir öykü kahramanı olan bu kişiyi neden benimsemiyorsunuz?
Yoksa bu kişideki gerçek payı sizin isteğinizden daha mı fazla?
Bu öyküden ahlakın bir şey kazanamayacağını söyleyeceksiniz. Özür dilerim, insanların tatlıyla beslendiği
yeter; bundan mideleri bile bozuldu: Biraz acı ilaç, katı gerçekler gerek onlara. Yine de sözlerimden bu
kitabın yazarının, insanların kötülüklerini silip süpürmek gibi yüce bir düşe kapıldığı sonucunu çıkarmayın.
Tanrı onu böyle bir küstahlıktan korusun! O sadece, çağdaş bir insanı kendi anladığı gibi, kendi gördüğü
gibi çizmeği eğlendirici buldu. Hastalığın belirtilmiş olması bile yeter; nasıl iyileştirileceğini Tanrı bilir.''