Hazreti Ali bir harpte hasmını yere yatırır. Boynuna basıp tam kafasını vücudundan ayıracağı sırada, yerde yatan adam Hazreti Ali'nin yüzüne tükürür. Bunun üzerine Hz. Ali adamın üzerinden kalkar. Bu hale şaşıran adam sorar:
- Beni öldürmekten niçin vazgeçtin?
- Ben seni Allah rızası için öldürecektim. Sen benim yüzüme tükürünce sana sinirlendim. O sinirle seni öldürseydim, Allah rızası için değil, kendi kızgınlığım için öldürmüş olacaktım. O zaman da sevap kazanamayacaktım. Onun için öldürmekten vazgeçtim.
Adam:
- Halbuki ben seni kızdırıp bir an önce beni öldürmeni düşündüğümden öyle yapmıştım. Derhal öldürürse fazla acı duymam diye düşünmüşdüm, dedi ve Hz. Ali'nin büyüklüğüne hayran kalıp müslüman oldu.
Sahabe hayberde zor durumda,
Sahabe peygamber huzurunda
Fahri Kâinat ashabına sesleniyor,
Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki;
Allah ve Resûlü onu sever,
Oda Allah ve resûlünü sever.
O hayberi feth etmedikçe dönmeyecek.
Allah fethi onun eliyle gerçekleştirecek.
Bitmek tükenmek bilmedi o gece,
Kimdi o yiğit ?
Ashab-ı Güzin sabaha kadar düşündü durdu Hattaboğlu Ömer,
O günkü kadar kumandanlığı istememiştim diyor
Kimdi o ?
Bakın işte sabah oluyor
Karargâhın önünde Ashab
Ve bir nur vuruyor çadırın dışına doğru
Rasûlüllah çıkıyor.
Ebû Bekir ve Ömer başta olmak üzere,
Kureyş muhacirleri elini uzatıyor,
Ensar uzatıyor elini,
Hep sancağa talipler
Rasûlü Ekrem'in nazarları birini arıyor
Duyulan tek şey peygamberin suskunluğu,
Saki nefes alsalar başlarından kuş değil,
Göğüslerinden canları uçacak.
Ve o mübarek dudaklarından bir soru dökülüyor,
Ali nerde?
Demek o yiğit ali idi
işte Ali zülfikârı belinde
Sancak ak sancak
Peygamber sancağı ali-i mürteza'nın elinde
Fırtınanın merkezinde bir yer
Adı Hayber
Ve fırtına iş başında
Akıldan daha faydalı mal, kendini beğenmekten daha korkunç yalnızlık, tedbir gibi akıl,
takvâ gibi kerem, güzel huy gibi eş dost, edep gibi miras, başarı gibi kılavuz, iyi
işlerde bulunmak gibi alış-veriş , sevap gibi kâr, şüpheli şeylerde durup çekinmek gibi
sakınmak, haramdan kaçınmak gibi zahitlik, düşünmek gibi bilgi, farzları yerine getirmek
gibi ibâdet, utanmak ve sabretmek gibi iman, gönül alçaklığı gibi soy sop, bilgi gibi
yücelik, hilim gibi üstünlük, danışmak gibi arka yoktur."
fatıma binti muhammed ile evli bulunduğu süre içerisinde başka bir kadınla evlenmemiş ve fatıma'dan; hasan, hüseyin, zeynep, ümmügülsüm ve muhsin adlı 5 çocuğu olmuştur. (not : ömer bin hattab, fatıma'nın evine zorla girmek istemiş ve kapıyı tekmelemiştir. bu esnada kapıya yaslanan fatıma, ömer'in tekmeleriyle kırılan kapının çarpması sonucu muhsin'i ölü doğurmuş bir müddet sonra da kendisi ölmüştür.)
fatıma'nın ölümünden sonra birçok evlilik yapmıştır, bu evliliklerden 11 oğlu 15 de kızı olmuştur. bu oğullarının hepsi kerbela'da öldürülmüşlerdir. ayrıca hz. muhammed'in kızı olan zeyneb'in ebu'l as'tan olan kızı ümame ile evlendiği ve bu evlilikten muhammed evsat** bin ali adında bir oğlu olduğu söylenir ama bu mevzuda ihtilaf vardır.
Peygamber efendimizi koruyup kollayan kisidir. muaviye tarafindan oldurulunce hz. muhammed (Sav) yolunda hz. ali yi halife kabul edenler, alevi kesimi olusturmustur.
4.islam halifesi hz. muhammedin amacasının oğlu aynı zamanda damadı
12 imam ın ilki ve dördüncü halifedir. Riavyet edilir ki Hz. Muhammedin çıktığı bir seferde kale kapılarının zorlanmasına rağmen bir türlü Müslüman ordusunun içeri girilmediği görüldüğünde kılıcını kapının üstünde tutması sonucu kapılar kendiliğinden açılmış ve mü'min askerleri buradan düşman kalesini girmiştir. Ayrıca kendisi öğüt alınacak çok iyi ve dürüst bir devlet adamıdır.
Unutulmamalıdır ki hem kendisi hem de ailesi en çok acı çeken ehlibeyt üyesi olmuştur. Ama o ilahi bir kudretle hepsine göğüs germiştir. Kendisinin ölümünden sonra Kerbela vakası'nda oğlu Hz. hüseyin (a. s.)in şehit edileceğini rüyasında görmüş ve bunu bile bile halifelik zamanında Muaviye düşmanı ile savaşmıştır. Hatta bu halifelik mevzuunda bile daha önce hakemlik olayı * sırasında hak ettiği makamdan o vakit vazgeçmiş fakat bu konuda Muaviye ve hakemi Amr iBn'ül As'ın sahtekarlığına boyun müslüman kanının dökülmemesi için boyun eğmiştir. işte şahsı Müslüman ümmettine karşı bu kadar anlayışlı ve dürüst bir insandır. Kendisine kahramanlığından ve cesaretinden ötürü ''Allah'ın arslanı'' denmiştir. Hz. Muhammed'in kendisi hakkında ''Ben ilmin şehriysem, Ali de kapısıdır'' diyecek kadar övdüğü ilk Müslümanlardandır.
bir sabah vakti, kufe halkı hayatı boyunca bir daha duymayacagı bir ses ile yankılandı. ses mihrabtan geliyordu. kufe camiinden. ses şuydu. "kabenin rabbine yemin olsun ki ben kazandım". neler oluyordu. anlam veremiyordu kufe halkı. kimdi bu adam. kimdi bu bagıran adam. neden sonra anlayacaklardır ki o ali kerremallahu vecheymiş. şehit edilmişti koca halife. mihrabın üzerine kanı dökülüyordu halifenin. birden hatıralar eskiye dogru gidi vermişti. hatırlıyordu. bir gün allahın resullu ona demiştiki, "biliyormusun ali şu dünyada en bedbah(bahsız) kimdir?" hz. ali "allah ve resulü daha iyi bilirler" dedi. nebi cevap veriyordu "senin saçını ve sakalını kana bulayandır"
onu hatırlıyordu. o bedbah olan adama acıyordu. nebinin yıllar önce bahsetmiş oldugu o adamı şimdi görüyordu. onu ne yaptınız dedi. ellerini bagladık efendim dediler. onu bana getirin dedi. o adamı halifenin yanına getirdiklerinde, adam elleri sıkı sıkıya baglandıgı için canı yanı yordu. koca halife, mekanı titreten adam yanındakilere diyordu ki; "onun ellerini çok sıkmışsınız, biraz gevşetin onun ellerini" diyordu. merhamet.
şimdi dahada eskilere gidiyordu bu adam. fatımasını kaybetigi güne gidiyor.
hz. fatıma vefat etmiştide, onu cenazesini hazırlıyorlardı. sonra hz. aliye diyorlardı ki "fatımanın cenazesi hazırdır". mezara iniyordu hz.ali. fatıma diyordu, şu dünyada artık bir tek arzum kaldı. babana ve sana kavuşacagım günü özlüyorum. hep özlemişti. ve özlemi yıllar sonra kufede meydana geliyordu. kabenin rabbine yemin olsun ki ben kazandım diyerek göç ediyordu bu dünyadan. elhak siz kazanmıştınız. sizlere inen kılıçın hançerin izi ta yüreklerimizde. el hak siz kazandınız. kaybedenler kaybetiler.
ve bir hatıra ile bitirmek istiyorum.
hizmetçisi anlatıyor. bir gün bir yerde geçerken, ısız bir yerden bir aglama sesi duydum sesin geldigi yöne dogru ilerledim. bi adam vardı karanlık bir yere geçmiş. aglıyordu. bir yandanda sakalını tutmuş konuşuyordu. onu izledim sadece. bir firkatın, yakın olan bir vuslatın uzakta kalan bir firkatın içini yaktıgını duyar gibiydim. malını telef etmiş bir tüccarın aglaması gibi aglıyordu. hıçkırıyordu bir insan. şunu diyordu o "dünya! banamı geliyorsun. bütün güzeliginle bütün süsünle banamı geliyorsun. gayri git başkasını aldat. benden sana hayır yok" diyordu. hizmetçisi, "sabaha kadar onun arkasındaydım ve sadece onu bu halini izledim. ali öyleydi diyordu nefsini her an hesaba çekerdi"
mantık ilminde bir formül vardır. hz. aliyi anlatan.
öyle bir problem ki bunubilse bilse hasanın babası bilir bu söz bile onun ne kadar zeki bir insan oldugunu anlatmaya yeter zaten.
selam ehli beyte olsun.
selem ehli beytin yolundan gidenlere
ve selam bütün sahabelere.
allahın rahmeti ve inayeti hepimizin üzerine olsun
namazı bir başka olan yüce insan. onun peşinden gidip de alnı secdeye değmeyenler, önce Ali.nin namazını örnek alsınlar. Ki Hz Ali.nin çocukları Hasan ve Hüseyin dahi namazlarını asla bırakmamışlarken birileri neylerine güvenip de namazı boşveriyorlar anlamak mümkün değil. ahirette torpiliniz sağlamdır inşallah, yoksa hapı yuttunuz gitti.
kendisine itafen yazılmış her biri birbirinden güzel binlerce alevi-bektaşı nefesi vardır.
bir örnek verecek olursak:
özleri elbistanlı mehmet mustafa dedeye ait.
"kün!" deyince var eyledi on sekiz bin alemi
şah-ı merdan cuşa geldi, sırrın aşikar eyledi:
"yağmuru yağdıran benim" deyi ömer'e söyledi
ol demde şimşek balkıyıp yedi sema gürledi
hem sakidir, hem bakidir nur-ı rahman'ın ali
yetiş carımıza kurtar meded mürüvvet ya ali
ömer vardı hak muhammed katına dedi: "eyle beyan,
hz. ali midir ol arşa gürleyan,
çarh-ı gerdunun elinden sırr-ı hikmet eyleyen?"
hak muhammed buyurdu ki: "yektir ali, bir" dedi
"hem evveli, hem ahiri, her şeye kadir" dedi
ali'ye şirk koşanlar mutlaka kafir" dedi
lakin bir de böylesi var;
dost dost,
şah-ı merdan coşa geldi sırrın aşikar eyledi
yağmuru yağdıran benim diye adem'e söyledi
ol demde şimşek balkıyıp yedi sema gürledi
hem sakidir, hem bakidir nur-i rahman'ım ali
yetiş carımıza kurtar medet mürvet ya ali
dost dost,
kün deyin kün deyince var eyledi onsekiz bin alemi
hem yazandır hem bozandır levh-i mahvuz kalemi
küllü dertlerin dermanı yaraların melhemi
hem sakidir, hem bakidir nur-i rahman'ım ali
yetiş carımıza kurtar medet mürvet ya ali
dost dost,
sefil alim akıl ermez hikmetine ali’nin
sarraf olan kıymet biçer gevher ile lalının
nice aşığa maşuk oldu, aklın aldı delinin
hem sakidir, hem bakidir nur-i rahman'ım ali
yetiş carımıza kurtar medet mürvet ya ali
dini ritüeller perspektifinde baktığım zaman bu güne dek dinsiz imansız diye suçlanan insanların hz. ali'ye nasıl büyük bir aşkla bağlı olduklarını gördüğüm ilk gün diğer bütün inananların sahte duygularının farkına varmıştım. (elbette bütün hepsi öyle değil)
mesela hz. ali için göz yaşı döken birinin cenettin o muazzam şekilde tasvir edilmiş herhangi bir yerinden yer kapmak için yapmadığını anladım. ne bir korku ne bir vaat... sadece inandığı için dua eden, ona duyduğu aşk karşısında ağlayan, hıçkıran... insanlar...
işte bütün mesele bu. eğer allah, peygamber, din sevginiz sadece korkular ve görevler üzerine kuruluysa ya da cenetten yer kapmak içinse ne yazak ki mekaniktir, içi boştur, çürüktür, kokuşmuştur. tam da bu noktada özellikle günümüz insanının kendi kendini ciddi bir şekilde sorgulaması gerekir. zira bence din (bence diyorum yanılma olasılığım çok yüksek) insanın içindedir. bir iyilik mi yaptın at onu içindeki kuyuya. kimse bilmek zorunda değil. inancın çok mu büyük o halde bunu kanıtlamak zorunda değilsin...
hz. ali'ye gelince, dedem geceleri yatmadan önce kendince dualar okurdu. ya muhammed, ya ali, ya hızır, ya duzgın bawa (bkz: düzgün baba) diye başlayıp genelde çocukları, torunları ve insanlığın korunması üzerine çeşitli dualar. o yaşlarda anlam biçemezdim. ama muhammed ve ali her zaman aklımın bir tarafına insanlığın koruyucu güçleri olarak işlenmişti. sonra bir gün babam eve elinde 50*70 ebatlarında bir tabloyla geldi. tablo, gazete kağıtları ile kaplanmış, taşınması ve korunması için dört tarafına naylon ip atılmıştı. hepimiz pür dikkat meraklı gözlerle gazete kağıtları içinden çıkacak şeye odaklanmıştık. ipler kesildi, gazete kağıtları söküldü. tablo bize doğru çevrildi. muazzam derecede yakışıklı bir "insan" tablonun odak noktasına yerleştirilmişti. hemen dizlerinin altında bir aslan ve arka planda vahayı andıran görüntü... tablonun üst kısmına büyükçe bir şekilde işlenmiş zülfikar. ve hz. ali yazısı.
evin salonunda ne zaman uzansam gözlerim hemen bu tabloya kayardı. saatlerce bakardım. ali'nin gözleri aşk gibidir. insan içine düştümü çıkamaz bir daha. öyle derin ve güzel. bıkmadan usanmadan bakar ha bakar. dine dair bilgim çok zayıftı hala da öyle. bilim ben de daha ağır basıyor. inançlarımda yok denecek kadar az. belki de içimde kocamandır hiç bilmiyorum. sorgulamakta istemiyorum. ama ne zaman işin ruhani boyutuna geçsem aklıma dedemin duaları gelir. muhemmed ali diyen dilleri. babamın tablosunda duran nur yüzlü figür...
bunun yanında sadece hz. ali değil hz. muhammed deyince de, en derin duygulara gark olan insanların o güzelim hisleri tarafımca hep büyük bir aşkla izlenmiştir. işte ben dinin bu tarafını hep sevmişimdir. inanan birinin gözlerinde inancına tanık olmak. görev, korku, vaat, çıkar için değil sadece inanarak bedensel değil zihinsel-ruhsal mutluluk için...
alevi birliklerinden birinin başkanının şu cümlesinde; "islam tarihindeki herkesin inandığı ali başka bizim inandığımız ali başka" adı geçen büyük müslüman.