haziranda ölmek daha zor

entry1 galeri0
    1.
  1. 3 haziran nedir?
    nazım hikmet'in ölüm yıl dönümü...
    3 haziran nedir?
    2 haziran'ın bir gün sonrası.
    peki ya 2 haziran nedir?
    ahmed arif'in ölüm yıl dönümü...
    ne katil ay çıktı şu haziran...

    "ölüm ilanı" diye başlık atacak değilim ya, hasan hüseyin korkmazgil'in bir şiirinin adı olsun başlığım, konuyla nefes nefese alakalı olan...

    "haziranda ölmek zor"

    bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
    balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
    ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
    avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize...

    böyle demiş nazım usta, "cenaze merasimim" adlı şiirinde. sanki ahmed arif'in yıllar sonra öleceğine üzülür gibi...

    bir ufka vardık ki artık
    yalnız değiliz sevgilim.
    gerçi gece uzun,
    gece karanlık
    ama bütün korkulardan uzak.
    bir sevdadır böylesine yaşamak,
    tek başına
    ölüme bir soluk kala,
    tek başına
    zindanda yatarken bile,
    asla yalnız kalmamak...

    böyle demiş ahmed arif usta, "yalnız değiliz" adlı şiirinde. sanki bir gün sonra, nazım'ın öldüğünü hatırlamaya dayanamayacakmış gibi...

    “oooy sevmişem ben seni”

    bu iki ustadır okullarda öğretilmeyen, gazete köşelerinde hatırlanmayan, akşam haberlerinden sonra iki mısrası okunmayan... şiir bilmez türk genci, dünya tanırken bastığı topraklarda yaşamış onca usta şairi...

    la fontaine öğrettiler bize ilkokulda. ben hiç sevmedim la fontaine'i. hiç sevmedim şarkı söyleyen ağustos böceğinin kışın aç kalmasını... hiç sevmedim karıncanın yaz boyunca bir kere bile yüzmeden çalışmasını... hiç sevmedim tilkinin, karganın peynirini çalmak için yalan söylemesini...

    oysa öğretilmedi bize, la fontaine'in fabllarını türkçe'ye çevirenin, ekmek derdinde olan orhan veli olduğu...

    sokakların kavga, şiddet, kan dolu olması bir yerde de bu değil midir? bihaber olmak değil midir sanattan? oysa tahammülsüz olabilir mi hiç, sabırla ahmed arif dizeleri okuyabilen insan... nazım hikmet'in yalnızlığını hissedebilen yıllar sonra, vurabilir mi bir insana sırf kürt diye, türk diye, alevi yahut başka bir şey diye...

    içimi acıtan şeyler peyda ediyor bugünlerde ülkemde. bir israil var, insan kıyıyor pervasızca... bir dostum şöyle diyor bunun için: musa vuruyor, muhammed ağlıyor, isa da izliyor... yanılmıyorsam şu kötü günlerin en iyi özeti bu. peki ya madalyonun öbür ucu? ya hitler'i diriltip, onu bir sanal kahraman ilan edenler? onların suçlusu kim ola ki? kimin suçu ola ki, 6 aylık bebeklerin mahur ciğerlerini karbonmoksiktle doldurup yağlarından sabun yapanları alkışlamak... bir tutam cahilliktir belki, belki biraz yozluk, belki farkında olmadan yapılan ırk seviciliği, faşizanlık...

    tehlikenin farkında mıyız? bu sorulmalı şu günlerde... bağıra bağıra, silkinip bu sorulmalı sıkık yumrukların bağlı olduğu bedenlere... eğitimcilere, doktorlara, mühendislere, öğrencilere, millet vekillerine, herkese bu sorulmalı... nereye gidiyoruz ey yüce millet? neonaziler ve mussolini yandaşları dışında hiç kimsenin sahiplenmediği bir katili alkışlayanlar yüce atatürk'ün gençliği olabilir mi? kendisini yaralayan düşmanının yarasını gömleğiyle saran bir ceddin evlatları bu olabilir mi?

    ne hâle geldik? neden geldik, nasıl geldik?

    bir büyüğüm bana bu açıklasın... hayatı zindanlarda geçen baba, neden oğlunu üniversiteye göndermeden önce ona, "sakın karışma siyasî olaylara." der. neden sorgulamaz türk gençliği etrafında cereyan eden gelişmeleri? kim verebilir, hararetli bir kuşağın evlatlarının suya sabuna dokunmadan geçip giden hayatlarının hesabını?

    memleketini sevmeyi, "biz", "siz" diye ayrım yapanları alkışlamak sanmaları gençliğin, kimin suçudur? ya 2 sene önce yediği etin kilosu 15 tl iken bir anda 35 lira olmasını neden sorgulamaz türk milleti? isviçre'de süt fiyatlarının 2 cent düşmesinden mütevellit, zürih sokakları insanla dolarken neden bir tane aydın köylüsüne çiftçinin örgütlenip, haklarını arması gerektiğini hatırlatmaz ekran başında?

    aristokrat olmanın, "norveç'teki deniz aslanlarının, istanbul'daki viyadük altlarında yaşayan insanlardan daha değerli olduğunu savunmak" olduğu bir ülkede, ne yazik ki, hiç kimse veremez bu soruların cevabını...

    insan, "sevmek" bilmelidir, her şeyden önce... eğitim de, epidermisin fotosentez yapmadığını 13 yıl boyunca öğretmek demek değildir. bir bahçede acıkmışken, en güzel meyveyle karın doyurmak gibi olmalıdır şiir, edebiyat... en güzel meyvelerin bizim bahçemizde çıktığı bir ortamda neden başkalarının, sevmediğimiz halde seviyormuşuz gibi yaptığımız meyveleri yiyelim? sokaklarda çocuklar oynamıyor artık... top satılmıyor bakkallarda, misket desen zaten yok... anneler barıştırmıyor artık okulda kavga eden çocuklarını, bilakis onlar da dahil oluyor kavgaya...

    bir hayalim var diyor ya martin luther king, işte aynen öyle, benim de bir hayalim var... liselerde nazım hikmet'in okutulduğu, ilkokullarda çocukların oyun oynadığı, aşkların arabeskleşmeden doyasıya yaşandığı bir ülkede yaşamak benim hayalim... 19 yaşını henüz doldurmuş gencecik insanların, her santimetrekaresini birlikte kazandığımız memleketimin dağlarında kör kurşuna kurban olmadığı bir ülkede yaşamak benim hayalim... kardeşin kardeşi öldürmemesi benim hayalim... bir hayalim var... henüz aşık dahi olmamış insanların yok olup gitmesine tanık olmamak benim hayalim...

    yıllardır zor gelir bana haziran ayları... belki getirmeyiz ne ahmed arif'i ne de nazım hikmet'i geri ama en azından durduramaz mıyız akmakta olan kanı? "çok zor" demeyin sakın...

    haziranda ölmek daha zor...
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük