yoruldum alınmaktan kırılmaktan
yıllar yılı peşinde
kovuldum cennetten cehennemden
öldüm öldüm dirildim içimde
sen her su veren ele açan kolay çiçek
bende hazan, bende hüzün, dert bende
ey eski kamer, sen bizi elbette bilirsin!
annemdi o nurunda gezen zıllı-ı mehasin,
bendim o çocuk, bendim o simay-ı tehayyür.
bir gün ki hazan ufka kızıl dalgalı bir nur,
bir kanlı ziya haşrediyorken, onu bir yed,
bir bad-ı haşin aldı o rüyayı müebbed.
onbeş senedir, ufka güneş kanlı düşerken;
tenha ovadan, boş dereden akşamın erken
hüzniyle susan meşçerelerden gam-ı eylül
bir gölge yaparken, onu bir savt-ı tegafül
hasretle sorar kalbimi imla eden aha,
yerlerde yatan, sisli, donuk hüsn-i tebaha
avare felaket gülü, altın krizantem,
her tarh-ı hazan üstüne dökmüş yine matem,
durgun sular üstünde perişan ü mükedder
faslın dağınık ruhu bulut, sis gibi titrer;
yorgun, sarı yapraklar uçar bir kuru daldan,
bir hasta güneş ufka döker saye-i maden;
en son semalarda da ey eski kamer, sen
hüznünle yaparken acı bir lavha-i şiven,
çöllerde kalan bir küçücük makber-i bikes,
yollar bu muhitata kesik, şehkalı bir ses!
sevdiğim gibi seveceğim gibi kal
bana benzeme
sen ilkbaharsın ben ilkyaz olamasamda
günahım boynuma sen üzerine alınma
kendimden büyük sevdim ben
kaç mevsim tüketir benden
alır giderim derdimi ses etmem
ser veririm kendime sır vermem
kalbine mülteci bir sevdaydım yer bulamadım
şimdi tüm kuşlar için göç vakti
yol uzun
ve dönüş yolları hep daha çok koyar insana
kanatlarım daha bir kırık umutlarım daha bir yıkık
ama aşkım sapasağlam sen olmasanda
iyiyim sen merak etme
çok iyi
tüm tebessümleri yüzlere çarpacak kadar kahkahalarım var
hepsi yalan olsada senden başka bilen yok bu dünyada