sensizlikten gölgeme damlayan kan tesirli sözcükler,
bu yalnızca şevhetin bir eseri.
bu yalnızlığa kayboluşumun en yaşlı simgesi...
ve artık sen küçük adam;
tanrıçalara adanmış bir ömrün son gölgesi,
son ertesi ve mutsuz bir filmin sol perdesi...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
kahkahalar içinde uyanmıştım o sabaha. rüyamda yüz binlerce kanatlı erkek melekle birden sevişiyordum. kimi meleği zeytin ağaçlarının dalına sıkıştırmış, kimisini kanatlarını kırmak suretiyle altıma almış, kimisine de arp çaldığı esnada poposunun sağ ve sol loblarını ayırmak suretiyle tacizde bulunuyordum.
tanrım ne de güzel bir rüyaydı...
yaklaşık tek tek 85.000'ine kaydıktan sonra hep bir ağızdan kanatlarıyla tempo tutarak bana teşekkürlerini sunuyorlardı.
o kulaklarımdan ruhuma dokunurmuşçasına süzülen huzur dolu alkış sesleri adeta göğüs kafesimden taşıp cennet bahçelerini dağlıyordu.
işte tam da bu sırada ev robotumun tahrikkar masajıyla uyandım. bu robotun en sevdiğim yanı da sürpriz yapabilme özelliğiydi.
sırtıma durmaksızın masaj yapması gerekiyorken bir anda popoma pandik atıvermişti. böyle harika bir eseri yarattıkları için mühendislerimi siksem yeridir.
bir yandan rüyanın verdiği keyif, diğer yandan dar robotumun yaptığı bu muzip şakayla kahkahalar içinde uyanmıştım yeni bir sabaha.
yaklaşık 7 kişilik yatağıma bir göz attığımda geceyi yalnız geçirdiğimi anlamam pek de zor değildi. bu neden garip rüyalar gördüğümü açıklıyordu. kim bilir kaç saattir hiçbir erkeğin içine girmemiş, sağında 12, sol tarafında da 12 olmak üzere göğüs boşluğunu çevreleyen toplam 24 kaburgasını da ısırarak darp etmemiş ve bunun akabinde burun deliklerine misket sokup yumruk atmamıştım.
tanrım kim bilir ne zamandır...
uyuşturucuların beynimde bıraktığı tahribatla doğru orantıda gün yüzüne çıkan yersiz unutkanlık problemimi düşünecek zamanım yoktu.
mpt (minik pembe tolga) her an uyanabilir, ikimizin de başına sonuçlarını tahmin bile etmek istemeyeceğim dertler açabilirdi.
duş alacak vaktim bile yoktu. cebimden çıkardığım birkaç yüz dolarla sırtımı ve koltuk altlarımdaki teri sildikten sonra koşar adımlarla üstüme bir şeyler aldım ve yıllar sonra ilk defa yayan olarak sokağa çıktım. fakir insanların kalitesiz ayakkabılarının tabanları tarafından yere bırakılan izler bile kahkaha atmama sebep oluyordu.
tanrım... gerçekten de çok neşeliydim. o fakir izlerin her birine 200'er tl bırakıp yürümeye devam ettim.
karşıdan gelen liseli kafilesini görür görmez şehvetle seslendim;
- şşt gençler gelin bi buraya.
ağır adımlarla yaklaştılar ve;
+ buyur abi?
- senin yaşın kaç bakayım?
+ 16
- cıx olmaz. peki ya senin?
+ 15...
- peki sen şişman olan?
+ haftaya 18 oluyorum abi.
şişman olan dışında hepsinin yüzüne 500'er tl çarpıp tekme tokat dövdüm. haftaya da beni araması için şişman olanın cebine 2.000 tl iliştirip numaramı yazdım. bu sırada mpt'nin yavaş yavaş uyandığını hissetmeye başlamıştım. hemen reşit olmayan geleceğin parlak ve bir o kadar da içine empoze edilmesi gereken son derece cılız ama iyi bir spor çalışması sonrasında "neden olmasın ki" götlerine sahip liselilerden koşarak uzaklaştım.
vaktim git gide azalıyordu...
kafamı karşı caddeye çevirdiğim sırada kabe'sini koruyan bir mümin inanmışlığı ile savaşan kaslı ve bir o kadar da çirkin bir cüceye tanık oldum. zabıta bir cüceydi bu. midyelerine el koyduğu birtakım fakir ve geçimini sokakta kazanmak suretiyle kişiliğini yerlere yeksan eden ahlaksız adamlarla kavga ediyordu. cadde ciddi anlamda karışmıştı. çok geçmeden yanlarına koşup her birinin yüzüne 1.000'er tl çarptım ve kavgaya bir son verdim. midyelerini kaptırmış gençleri mi, yoksa onların ekmeğine göz diken zabıta cüceyi mi siksem kararsızdım. her ne kadar grup avantajı olacak olsa da gençlerden vazgeçip bıyıklı ve çaycı hüseyin'e özendiği her açıdan belli olan bu kötü cüceye yöneldim. kötüleri becermeyi ne de çok severdim...
cebinden tuttuğum gibi bu zabıta cüceyi yoldan çevirdiğim bir taksinin arkasına attım.
az önce gideremediği agresifliğini benim üzerimde denemeye kalktı. onu kaçırdığımı düşünerek bir yandan bağırıyor diğer yandan da vurmaya çalışıyordu. yüzüne 10.000 tl çarpıp sakinleştireceğimi bile bile bunu yapmadım. o küçük ve kıllı elleriyle bana vurmaya kalkışması, koltuğun üstünde tepindiği sıradaki o minik götünün çaresizce aldığı şekli izlemek beni erekte ediyordu.
ama yine de çok geçmeden yüzüne çarptım 10.000 tl'yi.
şaşırmıştı...
+ ne oluyor be adam?
- evli misin?
+ manyak mısın birader nereye götürüyorsun beni!
taksi nihayet işkence evime varmıştı. taksiciye verdiğim rüşvet etkeni sayesinde cüceyi bizzat evime kadar taşımama yardım etti.
taksicinin alt dudağına bir öpücük kondurduktan sonra kapıyı kapadım ve şeytan cüceyle baş başa kaldım.
korkuyordu...
attığı çığlıklar onu yormaktan başka bir işe yaramıyordu. çaresizdi, ama onu burada kimse duyamazdı.
bir 5.000 tl daha suratına fırlatıp onu yatağa bağladım. 5.000'den sonra artık eskisi kadar bağırmıyordu.
"ne aç gözlü adamsın" diyerek 6.000 tl değerindeki montumu da ona hediye ettim. ve hemen ardından sıradan bir insanın yalnızca donu olabilecek ölçülerdeki pantolonunu aşağıya indirdim. külotu ise peçete büyüklüğündeydi.
külotunu da indirdikten sonra bir anda bocaladım;
tanrım bu nasıl genetik bir hatanın ürünü, bu nasıl bir motivasyonun sonucu hayata tutunabilen, bu nasıl bir göttü böyle?..
bu küçük götlü cüceden iyice nefret etmiştim. "göt" demeye bile utandığım bu garip şeyle neden yaşıyordu ki dünyada.
ne olursa olsun yine de içine pembe rüyayı empoze etmemin önüne geçemeyecekti bu olumsuzluklar. ve çok geçmeden içine girdim. adeta yemek borusuna kadar uzanmıştı pembe rüyam. onu dakikalarca döverek becerdim. bağıracak gücü bile kalmamıştı...
ne yaparsam yapayım tam doyuma ulaşamıyordum. en sonunda bu doyumsuzluğumu gidermek için;
o minik ve sakallı poposuna elmas uçlu 'bosch' marka darbeli matkabımla girmeye karar verdim. dakikalarca onu delik deşik ettikten sonra artık gönül rahatlığıyla pembe rüyamı içine empoze edebilecektim.
ki;
bu lanet cücenin nefes almadığını fark ettim. halbuki henüz matkabı bile çalıştırmamıştım. sırtına açtığım jilet yaraları ve yan keskiyle kopardığım burnu dışında pek de büyültecek şeyler yapmamıştım aslında. ne kadar da dayanıksızmış...
hemen cesedini çatı katında sürekli yanık vaziyette bekleyen demir döküm kazanının içine atıverdim. saniyeler sonra eriyip kayboldu.
lavların içinde kaybolan yüzüğüne bakan bir frodo gururuyla izledim eriyen bedenini. hakkı olan 15.000 tl'yi de kazanın içine bıraktıktan sonra evden ayrıldım. bir kaç gün sonra da bu pislik cücenin yaşadığı gecekonduyu bulup kapıya 450.000 tl gibi kahkaha atılası bir mevlayı bırakıp yavaşça uzaklaştım. en azından çocuklarını götsüz bir babanın eksikliğinden sonsuza kadar kurtarmıştım.
yürüdüm... gözlerimden inciler süzülüyordu yine hiç yoktan.
lanet olsun neden...
olmamalıydı bu.
ve artık sen küçük adam;
tanrıçalara adanmış bir ömrün son gölgesi,
son ertesi ve mutsuz bir filmin sol perdesi...
hoşçakal bedeni irfansız, ruhu sonsuz küçük adam.
hoşçakal benim minik sevgilim...