hayatta anne karnının o rahatlığından, üşünülen, acıkılan , yalnız kalınan dünyaya adım attığımız o ilk anda başlayan ayrılık anksiyetesi bir ömür boyu sevdiğimiz kişilerden birer birer ayrılarak tekrarlanır durur. önce dedeler gider, anneanneler, amcalar, teyzeler, baba ve anne derken bizden büyük abla ve/veya abimiz.. sıranın iyice bize yaklaştığını gördüğümüz an çocukluk arkadaşlarımızın, akranlarımızın gitmesiyle daha bir üzüldüğümüz andır. evet sıra bizdedir artık. bu aşikardır kaçış yoktur, şaka değildir ve eskisi kadar uzak değildir ölüm hemen ensemizde nefesini hissetmekteyizdir. her ölümden sonra başın sağolsun dendikçe sağ olan başımızla bir şekilde devam ettirdiğimiz hayatta bebekliğini bildiğiniz insanlar, evlatlar şimdi hayatın asıl iktidar sahipleridir ve muhtemelen bunlar taşıyacaklardır bizim cesedimizi. iki nesil sonra dünyaya kayda değer bir eser bırakmamışsak mezarda yatan kimsesizizdir artık, anılarda yer alacak biri dahi değilizdir.
Ölüm olmasa ne olurdu diye düşünmek gerekir. insanlar yaşlandı, daha yaşlandı, daha daha yaşlandı. Yüzyıllar geçti yaşlanması arttı. Ne olacak bu işin sonu o zaman. Düşünsenize Aristo halen konuşuyor, Eflatun her salataya maydonoz oluyor. Napolyon hooop diyor.Ortalık karmakarışık olup bir başka dünya olurdu. iyi ki ölüm var. Ölüm, dünyanın kendisini yenilemesidir.
her aklıma geldiğinde ne kadar saçma sıkıntılarım olsa da "oh be" dedirten gerçekliktir. şu sözü hatırladıkça rahatlıyorum. öyle ya da böyle bitecek bitene kadar takılmana bak lan diyorum geçiyorum.