kışın diz boyu karda, bir parktan geçerken tek başına bir çocuk görülür. üstünden montunu çıkarmış, o kayseri soğuğunda karlarda yuvarlanmaktadır. ne bok yediğinin sorulması amacı ile çocuğa yaklaşlır:
vendetta: napıyorsun lan bu soğukta?
çocuk: karda yuvarlanıyorum abi.
vendetta: neden montunu çıkardın peki?
çocuk: hasta olmak için.
vendetta: manyak mısın lan sen? neden hasta olmak istiyorsun?
çocuk: hasta olursam babam bana muz alıyor.
artık babasının maddi durumu ne haldeyse çocuk muzu sadece hastalıkta alınan bir şey sanıyor heralde. vay aq böyle düzenin. ayrıca öyle babanın da tek kılına bile kurban olurum ben.
hayatın ne olduğu böyle anlarda anlaşılır. böyle bir an yaşamadım diyen, yalancıdır, yavşaktır. bazıları bu anı daha fazla yaşar. bu bile hayatın ibneliğine kanıttır zaten.
hatırlandıkları zaman kötü yaparlar insanlar. ağlatmak ister birçoğu.
'yıl 1999.iki katlı sevimli bir ev.içerisinde yaşayan 4 mutlu insan.Anne,baba ve iki çocuk.Çocuklardan birisi diğerinden 4 yaş büyük.Buna rağmen,küçük olanı inanılmaz parlak bir çocuk.Abisinin günlerce okuyup anlayamadığı,iki günden sonra sıkıldığı bilimum ahlaki ve toplumsal değerleri annesi ve babası yardımı ile bir bir öğreniyor.Mahalle,sokak ve yakın çevre hayran o çocuğa.Abisi ise boşbeleşin teki.Sokaklarda sürekli top oynuyor,mahalle ağzını çok iyi öğrenmiş,aptal saptal küfürler biliyor,bunlarla övünüyor.Abisine her yeni gün yeni şeyler öğretiyor o küçük çocuk.Abisi kıskanıyor onu,öyle çok seviyor ki,kıskanıyor.Altın günlerinde,mahalle oyunlarında küçüğe ilgi gösterildiği için kıskanıyor,yanından bir an olsun ayrılmasın istiyor.Hayatta gerçekten sevdiği tek şey,o küçük çocuk.Anne ve baba kavramlarından habersiz,anneyi yemek yapan,babayı para veren bilgisayar botları olarak görüyor.Ama o küçük.O bir ekmek kırıntılarını abisi ile paylaşıyor,abisine hayat dersi veriyor her saniye.Abisi şerefsiz,maddiyatçı,çıkarcı,pislik.Babasından aldığı paralar ile aldığı çikolataları hep kendisi yiyor,küçük kuru ekmek yerken abisi çikolata,bal,kaymak ile besleniyor.Öyle ya,o büyük.Günlük harçlığı daha fazla.Varsın yesin.Günler su gibi akıp geçiyor,hayat hep aileye gülüyor.Sonra bir gün geliyor.Büyük olana yeni bir çift ayakkabı alınıyor,simsiyah,parlak bir çift ayakkabı.Küçük de istiyor.Fakat aile zor günlerde,yeni ev almış,yeni mobilyalar almış.'Sana daha sonra alırız' diyorlar.Peki diyor küçük.Abisi olacak dangalak dalga geçiyor küçükle.'Terlik giyiyor ekekek' diyor küçüğe.Küçük umursamıyor,eline aldığı boyama kitabından bir sayfa açıyor,bir tavşanı griye boyuyor.Ertesi gün abisi okula gidiyor,yeni ayakkabıları evde bırakmış,eskilerini giymiş.Çocuk ayakkabıların çekimine kapılıyor,ayağına büyü olan o iki bez parçasını giyiyor,sokağa çıkıyor.Penguen gibi yürüyerek sokakta geziyor.O sırada bir mavi bir kamyonun içinde sabahın köründe içki içmiş bir gerizekalı var.Kamyon ile trafiğe kapalı sokağa giriyor.Çünkü şarhoş,çünkü ibne.Sokakta yol yapım çalışması var,belediye uyarı lehvasını kaldırıma koymuş,o gerizekalı da sokağın girişinden rahatlıkla geçiyor.Girdiği sokakta abisinin yeni ayakkabılarıyla gezen bir küçük çocuk var.Nur yüzlü,tombiş elli bir çocuk.Kumdan kale yapıyor kendisine.Sarhoş kamyonu ile çocuğun üzerine ilerliyor.Arkadaşları çocuğu uyarıyorlar,kamyon geliyor kaç diyorlar.Çocuk aniden ayağa fırlıyor,kaçacak.Ama ayağında büyük numaralı ayakkabılar var,ayağı takılıyor,düşüyor.Hayvan evladının sürdüğü kamyon ve içindeki hayvan evladı çocuğu fark etmiyor bile.Çocuk bakıyor,ağlıyor.Son gördüğü şey o mavi kamyonun mavi tamponu oluyor.Beyni parçalanıyor,o ufacık beyni.Gelecekte bilgisayar mühendisi olma hayalleri kuran o beyin,o grimsi,ufacık şey.Ve o bembeyaz yüz,kömür karası gözler,kan ile boyanıyor.Küçücük bedeni parçalanıyor.Ayağında siyah,parlak ayakkabılar.Annesi feryat figan sokağa çıkıyor,mahalle ayakta.Hayvan evladı hızla uzaklaşırken,küçüğün ruhu havalanıyor,cennete doğru süzülüyor.Annesinin o bakışları,o bakışları hiçbir kelime anlatamıyor.
O sırada abisi okuldan çıkmış,evine geliyor.Sokakta bir kalabalık.'Noluyo lan' diyerek ilerliyor kalabalığın içine doğru.Güçlü iki el sarıyor onu,ne olduğunu anlamadan gözlüklü,hafif kır saçlı bir adam bağrına basıyor.Ağlıyor adam,gözyaşları mavi önlüğünü ıslatıyor abinin.iyice incelediğinde anlıyor çocuk,ağlayan ve ona sıkıca sarılan adam babası.'Noldu baba' diye defalarca soruyor,defalarca cevap gelmiyor,adam sadece ağlıyor.Sonra ileriye doğru bakıyor.Olay mahalindeki herkes feryat figan.ilerlemeye çalışıyor,güçlü eller bırakmıyor onu.Ama o görüyor,yerde yatan küçücük,kanlar içindeki bedeni görüyor.Üzerindeki kıyafetten kardeşi olduğunu anlıyor.Bir anda ağlamaya başlıyor.Baba oğul,ağladıkça ağlıyorlar.
Gece yatağında giriyor çocuk.Ölümün ne olduğundan habersiz,kardeşini asla bir daha göremeyeceğinden habersiz,yıllarca aklına o kömür karası,pırıl pırıl gözlerin geleceğinden,aklına geldiğince ağlayacağından habersiz.
Hayata sövüyor çocuk.'Benim gibi bir işe yaramaz varken onu niye aldın diyor'.isyan ediyor Allah'a.Bilmiyor ki hayat ibnenin daniskası.Hayat sadece ibnelik için var.
Gidenlerin gelmeyeceğini birkaç yıl sonra anlıyor çocuk,aklı başına biraz gelmiş.Hayat ve ölüm kavramlarını öğrenmiş.Kardeşi ile ortak hayalleri aklına geliyor.Birbirlerine söz vermişler,büyüyünce 'adam' olacağız diye.Hayattaki tek amacı kardeşine verdiği sözü yerine getirmek oluyor çocuğun.Yıllarca kendine geliyor,silkiniyor,o sözü tutacak.Çıkarı yok.Altıncı sınıfta ilk felsefe kitabını alıyor eline,'Böyle buyurdu Zerdüşt' isimli bir kitap.Öyle ya,hayatın gerçekten ne olduğunu merak ediyor çocuk.Ne için yaşadığını,kim olduğunu.Yıllar birbirini kovalıyor,büyüyor çocuk.
'Adam'lığın sadece akademik başarı ile olduğunu sanan öğretmenleri ve arkadaşları oluyor.Fakat o kardeşine verdiği sözü tutmuş.'Adam nedir' diye düşünerek geçirmiş yıllarını.Sonra kafasında belirlediği 'adam' profiline göre yaşamaya başlamış.En az kardeşi kadar yardımsever,en az kardeşi kadar sevgi dolu olmak istiyor,başardığından hala emin değil,sözünü tuttuğundan emin olmadığı gibi.Ama o hala çalışıyor bu sözü yerine getirmeye.insanlığa bir faydası elbet olacak.Bunun bilincinde.Onu kardeşi yukarıdan görüyor ya,ona yeter.insanlar,kuşlar,böcekler.Hiçbiri umurunda değil.Onu izleyen bir melek var,ona acı verdiği kadar haz veren bir melek.
Yıl 2008 oluyor,o çocuk büyüyor,sözünü tutmaya iyice yaklaşmış artık.Yeni bir kardeşi var,eskisi kadar saf ve temiz.Şimdi 10 yaşında.Ona her baktığında kardeşini,'Erdem'ini görüyor.Alper veya Erdem farketmiyor ona,zaman zaman Erdem'in reenkarne olduğu şüphesine bile kapılıyor.Erdem'e karşı yaptığı tüm yanlışları Alper'de telafi etmek istiyor.Tertemiz bir insan yapmak istiyor onu.Yavaş yavaş başarıyor bunu da,Alper'in payı çocuğunkinden daha büyük oluyor bu durumda.
Bir gün eve geliyor.Halısahaya gidecek akşam,eski ayakkabılarını arıyor çatıdaki ambar tarzı yerde.Gördüğü şey o iki siyah ayakkabı.içinde kardeşinin can verdiği o iki ayakkabı.Eskisi kadar parlak değil.Hiç giyilmemiş.Alıyor eline,öpüyor,öpüyor o bir çift ayakkabıyı.
askere gittiğiniz gün hüngür hüngür ağlayan sevgili bozuntusu ikinci ayında ayrılmak istediğini söyler "hayatın ipne olduğunu zaten biliyordum" dersiniz fazla söze gerek kalmaz.
cümleleri bağlayabilir miyim, çok sevdiğim kardeşimin beğendiği entrylerden birini yaratabilir miyim bilmiyorum ama yazıyorum işte..
ajitasyon kelimesini de diğer kelimeler gibi büyüdükçe öğrendim.. hayat öyküsü acıklı olursa okunur düşüncesine dalmak değil amacım ama şu anda dinlediğim şarkının da etkisiyle * kısa bi özet geçmeyi yeğledim.. sadece futbol konusunda güzel şeyler yazabilen adamdan farklı bi deneme anlıcağın sözlükçü.. ama ben burayı seviyorum ve bulunmaya da devam edicem..
kaybetmek 9 harfli bi fiil ya, aslında çok hafif gibi görünen ağır bi yük.. büyüdükçe anlıyosun ne denli ağır geldiğini.. kaybettikçe farkına varıyosun kaybetmenin kaderin olduğunu..
84'te evlenmiş bizimkiler.. şaka maka 24 sene olmuş.. e rahat durmamışlar tabi, koyulmuşlar icraata.. * bi sene sonra gelmişim dünyaya.. 4 aylık mıyım neyim, valide çalıştığı için babaanneye yollamışlar beni bakması için.. hafızayı kullanmaya başladığım günlerde önümde oturan annem değildi.. şimdi bana cennetten bakan babaannemdi.. onu da çok severim ama yine de annemi görmeyi yeğlerdim..
haftada sadece 1 gün gelirlerdi.. bikaç saat kalır geri dönerlerdi.. annem kinder yumurtadan getirirdi bana, babamsa oyuncak kamyon.. haksızlık etmiyorum oyuncağım çoktu ama okula başladığım yıla kadar annemle babam yoktu.. o günlerde anlamaya başlasaydım eğer hayat denen şeyin ne kadar ibne olduğunu hazırlık yapardım.. böylesine dımdızlak kalmazdım..
hayata ve okula başladığım ilk bikaç yıl pek problem yoktu.. gene çok şiddetli kavga ederlerdi ama ufaktım, anlamazdım.. babam seri küfürler ederdi, annemse ağlardı.. ben hayat bilgisi çalışırdım aslında çoktan bilgilenmeye başladığım hayat konusunda.. kahve içtikten sonraki boğaz kuruluğu gibi.. boktan bişey şu hayat..
92'de şimdi içimdeki umudun tek sebebi olan şey geldi dünyaya.. ufacıktı.. annem camdan gösteriyodu.. hastane çok yüksekti, sadece annemin kucağındaki ufacık şeyi görüyodum.. o ufaklığı evine getirmek için bindiğim kamyonette yer olmadığı için kasada eve dönerken anlamsız anlamsız gülümsüyodum.. sonra bi komşudan duydum.. ''abi'' olmuştum.. yalnızlık azalmış mıydı ne?
onunla birlikte ben de büyüyodum evdeki ardı arkası kesilmeyen kavgalarla.. şiddeti her geçen gün artıyodu geçimsizliğin uzayan boyumla ve geçen senelerle doğru orantılı olarak.. ama pazar geceleri izlediğim bikaç filmden duymuştum.. hayat güzeldi.. umut da öyle..
altay'da top oynamaya başladım.. zıpkın gibi bişeyim.. sağ açık da oynardım sol açık da.. hoca da severdi beni.. ''insanlar iyiler galiba'' derdim.. ama benim yerime toyota arabasıyla, babasının taşıdığı çantasıyla inen çocuk takımda oynamaya başladığında ''insanlar hayata çok uyuyolar, hiç baş kaldırmıyolar'' diye düşünmüştüm.. hayat gibi onlar da ibneydi.. kaybetmeye devam ediyodum babam çantamı taşımadığı, torpil yaptırmadığı için..
lisede ilk defa aşık oldum.. 20 eylül 2002.. yemek yiyemez, sürekli hayal kurar, kızımızın ismini düşünür, okulu ben açardım.. sabahın köründe okula girer, onun sınıfının karşısında nöbet tutardım.. yanağında üç tane ben vardı şimdilerde hatırlayabilidiğim.. bi de ''senden sıkıldım artık!'' deyişi.. hayatı o'nu sevdiğim kadar sevmemiştim.. ama o da beni bırakmıştı.. sıkıyo muydum insanları ne?
4 kere üniversite sınavına girdim.. 4 kere de yds'ye.. ilk yıl hazırlanmak için dersaneye gittim.. sene 2004.. bizim sınıfın karşısında bizden daha akıllıların olduğu üçüncü sınıf vardı.. ben ise beşinci sınıftaydım.. lan o kız bana bakar mıydı hiç? o üçte ben beşteydim.. rakam olarak büyük, değer olarak küçüktüm.. hayat inancımla birlikte özgüvenimi de almıştı.. kızın adı ayça'ydı.. çok güzel, simsiyah gözleri vardı.. tam aşık olunacaklardandı.. ama yapamadım..
bi yıl sonra otobüs durağında karşılaştık.. bana bakmayacağını düşündüğüm dersanedeki o kız bana aşıktı.. bir yıl boyunca beni beklemiş, hayatına kimseyi sokmamıştı.. üzerinde beyaz bi tişört, altında siyah bi etek, ayaklarında beyaz spor ayakkabılar vardı.. ''dalga geçme, benim neyime aşık oldun?'' dedim.. ''sessizliğine'' dedi.. inanmadım.. doğruymuş.. o kadar güzel susmuşum ki ayça bana aşık olmuştu.. aynaya baktım, gözlerimin kenarındaki yaşı sildim.. ''beni bırak ayça.'' dedim.. gözümün kenarındaki yaş onun yanağına değmesindi! çok güzel, simsiyah gözleri vardı.. tam aşık olunacaklardandı.. yapamadım..
yıl 2008.. liseden bi kız arkadaşım msn'den eklemiş.. sanırım kardeşim gibi sevdiğim arkadaşımdan almış adresimi.. lisedeyken yüzüne bakmazlardı.. ama pek bi güzelleşmişti.. gece kadar güzel kadınlar vardır ya hani, onlar gibi olmuştu ya da ben öyle hissetmiştim.. zira çok uzun zamandır hislerimi kullanmıyodum.. beni defalarca şarampolden yuvarlamışlardı.. yine aynısı olmasından korktum.. ama korksam da sanırım ondan hoşlanıyodum.. hayata ibne dediğim için kısa bi lahza kendisinden özür diledim.. aşk diye bi şey var mıydı acaba hakikaten?
o da benim gibi bombok bi ilişkiden çıkmıştı.. çok yorgundu.. ama öyle güzel söylüyodu ki ismimi aşık olmasaydım ahmaklıkla suçlanırdım.. hoşlanmaya başlamıştım.. sanki iç organlarımın çalıştığını hissediyodum.. adrenalin, endorfin.. salgılanmaya başlamışlardı.. hem belli mi olurdu? belki kızımın annesi olma sıfatına o layıktı.. hayat sanıldığı kadar da ibne değildi.. inanmaya başlamıştım beni yıllar önce terkeden özgüvenim şaha kalktığı günlerde.. yaşamak ne güzel şeydi..
aynı yıl.. sabah 07:35.. telefon çaldı.. hoşlandığım kız arıyodu.. hıçkırarak ağlamaktan konuşamıyodu.. intihardan bahsediyodu.. çok korkmuştum.. o benim hayalimdi.. zaten hayallerim çok çabuk kırılıyodu.. onun da kırılmasına izin mi vericektim? savaşmayı öğrettim.. mücadele etmeyi.. yeniden sevmeyi.. ayağa kaldırdım hayatına son vermek isteyen bi insanı.. iyiden iyiye sevgili moduna girmiştik sanki.. resmen aşık oluyodum.. sanki onda da bişiler vardı.. umutlanıyodum..
içine sıçtığımın teknolojisi hayatıma giren insanlarla aynı oranda düzmekteydi hayatımı.. mavi windows xp temasının yer aldığı masaüstüne msn messenger'ı açtım.. hoşlandığım kız da ordaydı.. içim kıpırdandı.. sevindim.. bişiler yazmak için sayfasını açtım.. uzun boylu, endamlı biriyle kolkola resimlerini gördüm.. yeniden sevmeyi öğrettiğim o kız bunu başarıyla uygulamıştı.. ama denek ben değildim.. sadece ''bu kim?'' dedim, ''ben seni arkadaşım olarak gördüm!'' cümlesini seçebildim kurduğu onca boş cümlenin içinden.. ibne dediğim için özür dilediğim hayattan dilediğim özürü geri aldım.. kaybetmek çok ağır bi yüktü.. gene anladım..
bugün.. saat 22:35 civarları.. kuzenim, eşi ve biricik kızları bizdeydi.. çay içerken 3 yaşındaki lösemi hastası torununu hastaneye götüren bi amcayı anlattı kuzenim.. gözümün kenarında yaş belirmedi, duygularımı ise yıllar önce kaybetmiştim.. ama bi an o hasta çocuk gözümün önüne geldi.. ağzında maskesiyle hayal ettim.. ''şimdi bu hayat ibne değil de ne ha?!'' dedim.. ''ne yaptı lan o çocuk sana da ona böyle ibnece davrandın?!'' diye sessiz bi çığlık attım.. duyuldu mu, bilmiyorum..
pek inançlı biri değilim.. bundan sonra da kaybettiklerimi geri kazanbilir miyim, emin değilim.. ama komşumuzun ufak kızlarının o iri, parlak, kahverengi gözlerine bakarken de, kardeşimin kahkaha attığı sırada parlayan gözlerini görürken de, 25 yıldır türlü maddi - manevi sorunla boğuşmuş, babam ve nispeten benim gibi bi adama katlanmış, aslında umudunu kaybetmesi gereken ilk insan olması gerekirken her gece aksatmadan elinde tuttuğu kağıttan inanılmaz bi umut ve inançla duasını eden annemi izlerken de aynı şeyi söyledim durdum.. belki bu duyulur diye umdum.. ve hala da ummaya devam ediyorum..
''ne olur üzme kendini, güneş habercisi geceler...''
acil servisteydim kız kardeşimin kayınvalidesinin tansiyonu fazlasıyla yükselmiş apar topar hastaneye götürmüş onu. yakınlardayken ben de gittim yanlarına ki ben bahsi geçen kayınvalideyle kavgalıydım.
sonra tek başına sedyede yatan çevresinde kimse olmayan yaşlı bir adam gördüm. göz göze geldik; sanki konuşmak için birilerini arıyordu gözleriyle, yanına yaklaştım "kızım bana oksijen vereceklerdi, gelen giden yok" dedi. bir görevliye yaklaştım, amcanın yardıma ihtiyacı olduğunu söyledim. "amca kimsen yok mu" diye sordum. sustu sadece. o susunca ben de sustum... sonra bir ara bir sigara içmek için dışarı çıktım, dönerken kapının önünde aynı amcayı gördüm ayaktaydı bu sefer, omuzları yılların verdiği sıkıntılarla çökmüş, sırtı kambur... yalnız değildi bu sefer. azıcık mutlu olacaktım en azından yalnız değil diye. fakat azarlanıyordu "ben sana kaç kez söyleyeceğim, işim gücüm var" diye bağıran bir ses. belki gelini diye düşündüm. "sen uzan, birazdan kan alacaklar ben gidiyorum" dedi aynı ses ve amcayı bir sedyenin oraya bırakıp gitti. uzanmasına bile yardım etmeden. amcanın rahatsızlıklarını öğrendim kendisinden ve onu azarlayıp giden sesin sahibinin amcanın kızına ait olduğunu. sabahın 9'unda gelmişti hastaneye ve ben hastaneden çıkarken saat akşamın 8'iydi ve daha uzun saatler orada yalnız kalacaktı.
hayat ibne değil insanlar ibne. özellikle yaşlı başlı insanlara karşı daha ibne.
daha 20 yaşındaki, o yaşa kadar tırnağına zarar gelse içinizden bir parçanızın koptuğu oğlunuz doğu'da bir çatışma sonucunda şehit olmuştur. vatan sağolsun dediğiniz "vatan" sizi kıt kanaat geçinmek zorunda bırakmıştır hatta bunun vergisinide istemektedir. sizin verdiğiniz vergi oğlunuzu şehit edenlere gitmektedir hatta ve hatta bu kişiler milletin en üst yönetim noktalarına getirilmektedir. dahası var mı?
aşık olunan kişi size 4 yıldır bu duyguları beslemektedir esasında. siz salaksınızdır, görmezsiniz gözünüzün önündekini ama. aynı apartmanda oturuyorsunuzdur aslında. o 4 senenin sonunda dersiniz bir akşamüstü, anlatırsınız herşeyi, gülümser size, kaşlarını kaldırır, yeni mi geldi aklın başına, der. her şey güzel olacaktır belli ki. babası gelir hadi gidiyoruz der, ertesi güne kalır o yüzden ellerini tutup konuşmak, 4 yılın acısını çıkarmak. ama hayat ibnedir bir kere. denk getirdiği tarih 17 ağustostur. siz kurtulursunuz o apartmandan, o kurtulmaz...
bazen cepte kalan son para da hissettirir zulmünü, bazen sevgilinin veda sözcüğünde. bazen bir yakınını ebedi bir yolculuğa uğurlarken bazen de kaybettiğin değerli eşyalarında. unuttuğun zaman da olur, keskin bir bıçağın kemiğe dayandığı gibi sızladığın da. ama yaşamaya değerdir ibne bile olsa hayat. her an bir süpriz vardır birbirini kovalayan saniyelerin ardında. umudun kesişince hayatla, cennet den bahçe gibi olur kurumuş birkaç ağaç. beklemek lazım süprizleri. ibne bile olsa yüreklidir hayat.