bardağa bakıp "sen ne kadar boşsun ey bardak" diye drama yapacağına, ya git içine birşeyler koy bir işe yarasın, ya da boş bardağı boş yere inceleme. hayat kendinden dolu gelse sana gerek kalmazdı zaten.
-Bir şeyi o kadar uzun süre beklerken bir de bakmışsınız üzerinden yıllar geçtiği an.
- özellikle ataerkil aile yapısından geldiğimiz için daha dün bebeyken sizden 10 yaş büyük ablaniza su getir çay yap dediğiniz an.
çok geç fark ettiğim sorunsaldır. böcekler tarafından vicdansızca paylaşılacak dolaptaki bir et parçasından farksızız. hayattaki anlamımız ne yazık ki bu kadar basit. hayaller, fikirler, felsefe, gelecek kaygısı , sevmek , sevilmek, bir iz bırakmak çabası ve hatta önemsemek, ciddiye almak tüm bu yaşantıyı hepsi boşuna. yaşlı ya da genç hep apar topar bir şekilde girdiğimiz iki metrelik çukurun altında aynı paydada eşitleneceğiz. bazen 15 bazen 25 bazen 65... şimdi böyle düşününce neyin tasasındasınız?
elinizdekilerin kıymetini bilmeden incir çekirdeğinin hacmini doldurmayan sorunları geceler boyu düşünmeye devam.
Kendi cenazenizi, ölümünüzü düşündüğünüzde olur bu, siz öldükten sonra ne olacaktır, geride bıraktıklarınız, biraz feryat, ve göz yaşları.. sonra onlar da ölecektir. bir 100 yıl sonra hiç kimse tarafından anılmayacaksınızdır, kimse hatırlamayacaktır varlığınızı.. ve tam o anda hayatın boş olduğunu anlarsınız. bunu anladığınızda ona göre hareket etmeniz gerekmektedir! (utangaçlık öz güvensizlik gibi saçma şeyler olmadan, madem hayat boş, kimseyi takmadan yaşayayım bari ulan. evet, takmayın kimseyi.)
hem ne oldu o kadar padişaha, imparatora, paşalara.. hepsi toprakta..
Öldükten sonra sırlar dünyası misali çevremi gözetlediğim anı düşünürüm çoğu gece. Aradan 1 hafta, 10 gün, 1 ay hatta yıllar geçirip insanların hayatlarını ben hiç olmamışçasına yaşadığını görürüm. Bilirim ki normali budur, olması gereken budur. Ne bir ayıbım ne de bir kusurum kalır insanlara karşı. Işte tam olarak bu düşünceye ulaşınca her şeyin boş olduğunu ve yapamadıklarımdan pişmanlık duyabileceğimi düşünürüm.
bazı insanların onca haltı yiyip, kötülük yapıp, sanki kainatı yaratmış, dünyayı kurtarmış gibi gönülleri ferah, alınları ak, içleri rahat gezdiklerine, mutlu olduklarına şahit olunduğu an. kin denen şey böyle insanlar yüzünden var.
ayrıca var aslında neye denir diye düşünülüp, varlığımızın sadece yokluğun yanında belirgin olduğunun anlaşıldığı an. varlığımız tırt yani.
hiç 'size onun hayatına karşılık kendi hayatınızı feda etmeniz gerektiği söylendiğinde hiç düşünmeden evet diyeceğiniz kadar çok sevdiğiniz' bir insana biyopsi yapıldı mı? o, işlemi yaptırmaya giderken gözlerine baktınız mı? işte o zaman anlıyorsunuz bazı şeylerin hayatta yeri olmaması gerektiğini.
-Dünü hatırlıyormusun?
+evet
-çocukluk dönemini hatılıyormusun?
+biraz
-peki doğduğun günü?
+elbette hayır!
-yarın bugünü hatırlayacaksın bir zaman sonra biraz anımsayacak sonra unutacaksın ve dahası ismini hatırlayan son kişi öldüğü zaman hiç varolmamış olacaksın.
yaptığın onca şeye rağmen etrafında kimsenin olmaması, verdiğin değeri alamamaktır bence olum ya. bir şeyler yapıyorsun ediyorsun didiniyorsun falan bi bakıyorsun kimsenin sikinde değil. kötü.
o tüm koşuşturmaların ortasında bir anda zihne bıçak gibi saplanan kaçışı imkansız can sıkıntısı, o her şeyin yapaylığındaki plastik hissiyle dolu anlardır.
bir hastane yoğun bakım servisinde, bir hafta önce muhabbet ettiğin insana birşeyler söyleyip cevap alamadığın an bu anlardan biridir. anlayıp anlamadığını bilmeden anlatırsın, gözleriyle birşeyler söylemeye çalıştığı bellidir anlayamazsın, anlamak istersin ama elden gelen hiç birşey yoktur. özetle çaresizsindir.sonra kafanı kaldırıp etrafa bakarsın yaşlısı genci onlarca insan böyle güzel bir bayram gününde yaşamak için çeşitli kablolara bağlı, aciz bir şekilde yatmaktadır.
evrenin mükemmeli insan, ölüm karşısında dibine kadar çaresizdir ve her an aciz hale düşebileceğinden hayat aslında pek bir boştur.
uzun zamandır, görmediğim yengemin beyin kanaması geçirdiği haberini almak. Acaba ölürse diye kaygılanmak. Geride kalacakları düşünmek. Çocuklarının durumunu düşünmek. Hırsların sonu gelmeyen isteklerin boş olması. Hayatın anlamsız gelmesi.