AFEDERSiNiZ EŞEKLER GiBi ÇALIŞTIĞINIZ SINAVDAN SiZ DÜŞÜK ALIRKEN YAN GELiP YATMIŞ OLAN BÜNYENiN YÜKSEK ALDIĞI ANDIR. HAK ETMEK GiBi KAVRAMLARIN DA NE KADAR BOŞ OLDUĞU ANLAŞILIR BÖYLECE.
bir kaç ay önce gene bir bayram ziyaretinde karşılaştığınız sizinle yaşıt bir akrabanızın, bu bayramda arabasında ölü bulunduğu haberini almakla birebir eşdeğerdir bu anlar...
25 yaşında ve iki çocuğu olan bu kişi birden bire arabasında ölü bulunmuş, ölme nedeni polisler tarafından yapılan incelemelerle anlaşılmamıştır...
yaşamak ne kadar zor dersiniz ya ölmek ne kadar kolaymış diye düşünürsünüz bu anlarda, önce kendinize bakarsınız sonra bu adamın arkada bıraktığı ve bu bayram gördüğünüz iki yetimine...
ince bir çizgide yürüyoruz, bugün yaşam yarın ölüm; işte tüm hikaye bu kadar kısa!
iki cenaze vardır birisi hayatında iyi şeyler yapmaya çalışırken bir şeyler feda edenin, birisi de çıkarı için herkesi heba edenin cenazesi. gittikleri yer aynıdır, birisi çile çekmiş birisi çektirmiş. o zaman bu delicesine çırpınış bir an bomboş gelir.
ailenizden dostlarınızdan kopup tek başınıza bambaşka bir şehirde yaşadığınız andır. lakin onları kaybetmek... oraya hiç girmiyorum bile. o zaman hayat, hayat olmaktan çıkar sanırım.
özellikle aile içinden bir yakınımızı kaybettiğimizde hissedilen durumdur. ben henüz kaybetmedim ve böyle birşeyi hiç düşünmedim ama düşünen birisinin dediğine göre bu şekilde ifade ediliyor.
--spoiler--
Yaşamak böyle garip birşey işte. Her şeye rağmen, her şeyin ardından gün geliyor yine dünyevi işlerimizin, meselelerimizin içinde buluyoruz kendimizi...
Sonsuz evren içinde, boşlukta asılı duran bir topun üzerinde "varolduğumuz" absürtlüğünü "unutarak" yaşama lütfu zihnimize bahşedildiğinden belki de...
--spoiler--