fiziksel olarak kendini yormazsan zaman zaman böyle duygulara kapılman kaçınılmaz.
herkes yaşıyor bunu, zaman zaman.
gidin bi yerde kas gücü harcayın.
dinlenmenin, uykunun, suyun, kurufasulyenin ne kadar önemli şeyler olduğunu hissedin.
şu an bir nevi amelelik yapıyorum.
eskiden sabahlayan ben 12 yi zar zor ediyorum. yatağa giderken sallanıyorum.
yattıktan 1 saat sonra dalıyorum bu benim için çok kısa bir zaman. güneş doğar doğmaz da zıpkın gibi ayağa dikiliyorum, kendiliğinden.
Aslında hepimiz bir mucizenin birer parçasıyız. Ne zamanki bunun farkına varıyoruz işte o zaman etrafımızda olanların birbiri ile olan bağlantısını görmeye başlıyoruz. Hiçbir enerji varken yok edilemez, ancak sadece gözden kaçabilir.
Anlık mutluluklar sayesinde anlam bulmaya çalışıyoruz.
Schopenhauer'a göre:
Dünya bizim mutlu olmamız için tasarlanmadı. Yaşamak bir saçmalıktı. Bu yüzden anlam aramaya çalışmayın.
üzerime geliyor korkular, mutsuzluk kokan umutlar ..
tarifi zor şimdi ,
varlığını unutmuş rüyalardan bahsetmek kadar zor..
nasıl anlatsam, anlamı tükenmiş bir şarkıyı dinlersin ya..
hissettirdikleri yok olan bir film izlersin..
belki de sevdiğin bir kitap sana boş satırlar gibi gelmeye başlar..
öyle bir şey ..
tanım : her ne kadar geçici olsa da yaşarken ruhsuz kalmak halinin ifadesi..
"ömür boyu hapse mahkum edilen bir siyah, şeytan adasına nakledilmektedir. leviathan adlı gemi okyanustayken bir yangın patlak verir. durum gereği siyah mahkumun zincirleri çıkarılır ve yangın söndürme katılması için talimat verilir. siyah mahkum 10 insanın hayatını kurtarır. dönüşte cezası bağışlanır.
bu adama, gemiye binmeden önce, marsilya limanında, bundan böyle hayatının sürmesinin bir anlamı olup olmadığını soracak olsalardı, muhtemelen olmadığı anlamında başını sallardı; ne bekliyor olabilirdi ki onu gelecekte."
yaklaşık 100 sene içerisinde şu an yaşayan herkesin yok olacağı gerçeği ışığında olan anlamsızlıktır. 100 yıl insan hayatı için çok uzun bir süre olabilir ama dünya tarihi açısından 1 saniyeye bile denk gelmez açık ve net.
Düşünüyorum lise arkadaşlarımı, o zil çalınca tenefüste koridorda, bahçede dolaşmalarını, o gençliklerini, o ışıltılarını gençliğin verdiği o heyecan ve hızı, o muhabbetleri ve şimdi bakıyorumda lisedeki çoğu kız arkadaşım evlenmiş hepsi çocuk yapmış birer tane.
e ne oldu şimdi ? "aman mehmet çocuğu soğukta üşütmeyelim" diyen anne babalardan ne farkları kaldı ?
neye evrildiler şu anda, hayatın amacı bu mudur ? evlen çocuk yap sonra çocuğuna bakarak yaşlan en sonunda öl.
hayat çok kısır, dön dolaş hep aynı kapılara çıkıyor.
doğum, çocukluk, ergenlik, olgunlaşma, evlilik, çocuk sahibi olma ve ölme gibi saçma alternatiflerden başka şeyler olmalı. toplum mühendisleri evlilik olgusunu dünyadan silmeli, çoğalmamız ise belkide saçma birşeydir. çoğalma bir amaç olamaz. insan nesli kontrollü bir şekilde sona erdirilmeli.
bir kere farkına varıldıktan sonra her geçen gün daha da artacak anlamsızlıktır. bunu bir defa düşünen birisi , yerine koyamadığı o boşluk yüzünden, hayat iyi gidiyorken bile bir bahane bulup, bu anlamsızlığı düşünecek ve mutsuz olacaktır.
bu sabah depresif bir ruh haliyle içten içe sorguladığım düşünce. şehrin hızına yetişmeye çalışan robotlar gibiyiz aynı. yetişemezsek var olamayız gibi.
hayat anlamsız olamaz zannımca. yani etrafımıza bakarsak, bu kadar zahmetli bir iş son derece sıkıcı ve bahsedilen gibi büyük bir anlamsızlık için oluşturulmuş olabilirmi ?
bizler sadece hayata anlam yükleyemiyoruz. kiminin imkanı yok, kiminin vakti yok, kiminin yapası yok, kiminin amacı yok, kimi boşvermiş sadece nefes alıyorum diyor benim gibi. kimi ise anlam yüklemeye değerli kılmaya çalışıyor ama birşeyler hep engel oluyor.
anlam yüklemek zaman istiyor. güç istiyor, emek istiyor, özveri istiyor. istiyor ama insanların büyük çoğunluğunda bunu gerçekleştirecek güç maalesef yok.