Kötü bir günü plansızca geçirirken kendimi onun yanında buldum. O, tanımak için can atmadığım ama şarkılarını dinlemek için riskli bahislere girebileceğim bir adam. Ön dişleri yamuk, benim ki gibi. Geçen sabah "Çok güzelsin, hayranına hayran adamım" dediğinden beri görüşmekte ısrarcı. Neden demişti ki... Hiç gerek yoktu ihtimalli ütopyalara. Görünmez olma seçeneği bir süper güç olmamalıydı, gerekli.
Yağmurlu güne topuklu ayakkabılarımla yakalanmış olmamdan daha kötüsü yağmurlu bir günde dışarı çıkmış olmam. Mustafa Amcanın oradaki kitapçıda demli ama altını çizmeliyim ki şekersiz çaylar içildi, yeni şarkılar dinlendi. Çok güzeller.
Sigarayı bırakıyor, yaşlandı. Omuz atıyorum içimden geliyor. Yaşlı değildi sadece yerçekimine karşı koyamıyordu, güldü. Benim yorumlarıma hep çok gülüyor. Yüzünü bebek sever gibi buruşturarak hem de. Sanırım gerçekten yaşlandı.
Beyoğlunda ağır adımlarla yürüyoruz. Sürekli ben ile başlayan cümlelerini başına atıyorum. Senin beni anlayabildiğini ve aynı beğenileri paylaştığımızı düşünüyorum deyince saçını çekiyorum. Uzun zamandır bu çirkin alışkanlığımı bir kenara bırakmıştım, geri geldi. Gülüyoruz, çok gülüyoruz biz hep.
Kahve içelim. içelim içmesine ama nereden buluyordu böyle mekanları. Fransızca konuşuyor arada, dil çıkarıyorum. Yapmamalıyım, ayıp. Kahveyi elime tutuşturuyor, dibin düşecek, gel gidelim diyor. Kahve çok lezzetli, söz konusu yemek olunca dizginler onun elinde.
Saenin terasındayız. Serin olmasına serin hava ama manzara kendine baktıran kadın misali. Sohbet lezzetli, konudan konuya atlıyoruz. Kahve yerine tekila olsa fena olmazdı diye düşünüyorum ama şikayetçi değilim. Güzel adam bu, yalana ilişmeyelim. Anılar döküldü iki taraftan. Fransız kadını anlatıyor, umursamaz aşık adam. Gidinin hikayesi ortaya çıktı. Yağmur yine başladı, vapur selam ediyor. Gözlük üstü bakıyorum, yağmurun getirisi. Aslında değil. Zaten o da aşk adamı değil. Elimizde olanlarla yetinelim.
iyice güzelleştik tatlı tartışmalar ve gülüşmeler bizi yakınlaştırıyor. iddialaşmalar her zaman bu kadar tatlı olmuyor, uzatıyorum bitmesin diye. Sabaha kadar konuşabilecek kadar heves var içimde, kahvenin bitmesine rağmen. Yerdeki taşlarla oynuyorum. Birden yaklaşıyor, yanak yanağa durup bir yeri gösteriyor Sirkeci civarında ve buradan sonra orada olacağımızı söylüyor. Sessizlik. Sessiz kalınca nefesler daha çok hissedilir oluyor, bilirsiniz.
Baktı. Gözleri dudağıma takılı kaldığında "Yüzün güzel. Sen daha güzel olacaksın, hem senden güzel de anne olur" diyor. Vapur düdüğü onu uyandırmışcasına irkildi, uzaklaştı. Sigara içmek istediği belli oluyor. "Yalnız mısın" dedi anlattım ve yalnızlığımdan memnun olduğumu söyledim. Ne diyeceğini ister istemez merak ediyor insan. Saçını düzeltti, 30undan önce anne ol, pişman olursun dedi ve dükkanındaki uzun boylu bir adamdan söz etti, "Yakışırdınız ne dersin" dedi. Yerdeki taşı tekmeledim, "Hadi, şu gösterdiğin yere gidelim" dedim.
Bilerek ya da bilmeyerek kaçırdığımız fırsatlar, ayrılıklar, birliktelikler, bazen bir şarkı bir kitap, bir selam ya da bir veda... hepsi hayatın akışına etki eder. ama hayat hepimizin seçimlerinden ibarettir. özgürlüğümüz hangi yola gideceğimize karar verdiğimiz anda biter. sonrasında o yolun kurallarına göre yaşarız.
uludag sözlüğe yazar olmak. resmen hayatım değişti. Çok aydınlandım. aynı zamanda da aydınlattım. gece 23:59 da gözlerimi kapatıp 06:59 da uyanır oldum. Teşekkür ederim sözlük iyi varsın la.