bir insanın doğumundan itibaren önüne konulan sınavları yok etmektir. ancak bir istisna söz konusudur. bu istisna; aklımızın kemale ermediği süre içinde uygulanan sınavlardır. istisnalar kaideyi bozmaz diyerekten devam edelim. aslında bozabilir de. hiçbir şey kesin değildir. ama genel bir algılayış olarak yazımızı sonlandırmamızda bir mahsur olmayacağı kanısındayım.
9 boyunca hapsolduğumuz hücremizden çıktığımız andır doğduğumuz an. ellerimiz pamuk pamuk, gözlerimiz bir köstebek misali açılmamıştır hala. o anda ne hissedildiğini şu an tam olarak bilmesemde, o bebekler kapalı gözleriyle bile yalın yalın gülümsemektedirler. aradan aylar geçer. emekleyen bir bebek halini alırız. ve oradan oraya umarsızca, kendimizi odanın ahenkine bırakırız. ama bir de ne olsun? babamız bizi kucağına alır ve bizim ilk sınavımızı şu ünlü sözleriyle başlatır:
-baba de.. oğlum baba.. baba de. hanım anne diyebiliyor mu bu velet?
+hayır bey bir tek mama diyor. başka bir şey bilmiyor.
-vay kerata vay demek bilmiyor ha! bizim süleyman'ın çocuğu bundan bir ay küçük o baba diyor.
+bırak bey daha küçük çocuk zorlama.
*ınga!..
ilk isyanımız ve ilk kötü not alışımız, ve ilk kıyaslanmamız komşunun çocuğuyla. hayat bu sınavlar silsilesi ile bir ömür boyu devam eder; biçimsel olarak değişik, öz olarak aynı...
kırmamız gerekiyor bizlerin üzerine yüklenen bu zırvaları. yok etmemiz ve özgürlüğü kucaklamamız gerekiyor bir kuş misali. nedir bizleri bu kısır döngünün içerisinde 70 yıl hayat sürdürtmek zorunda bırakan? sistem, sadece kendi yarattığımız, karabasan gibi üzerimize çöken; hiyerarşik, ilkel sistem. kurtulmak gerek bu yobazlıktan, vahşi hayvansal dürtülerden. içgüdülerimizi yok edip, kendimizi ve türümüzü aşan insan biçimini almamız gerek. ama ne zordur bunu yapmak değil mi? isteyipte yapamadığımız bir çok şey gibi.
ben hep küçüklüğümde doktor olmak istemiştim. o şatafatlı, kendi odaları olan, beyaz önlüklü adamlar varya işte onlardan biri olmayı istemiştim. ama hayat bu insanın zihinsel ve düşünsel yapısını çeşitli toplumsal ve çevresel etkileşimler sonucunda hiç olmadık bir şekle sokuyor, ve büyüyorsunuz... artık tek derdiniz karnızı doyurabilmek, bir hayvan misali. bir anlama bizler de hayvanız ama bunu biçimsel olarak yaşamak başka bir acı. artık hayalleriniz yoktur. siz ailenizi geçindirebilmek için bir iş bulmak zorundasınız işte. evlenmek ya da bir kız arkadaş bulma derdiniz yoktur. sadece genç yaşınızda ailenizin sorumluluğu üzerinizde çalışmak zorundasınızdır. bütün mesele bundan ibaret. kimilerimiz koşar hayallerinin peşinden ve yakalar onu. kimilerimiz ise bir mızıkçı çocuğun çelmesini yer düşeriz o maratondan. ama varsın olsun. hayat ya bu nefes alıyoruz buna da şükür. bu yaşama sevdası, bu 70 yıllık mikro yaşam ne verdi bize? ve bizden ne aldı? bir şeyden eminim; bu hayat bize bir kefen parçasından başka bir şey vermedi, aksine bizi donumuza kadar soydu. elimizdeki her şeyi aldı; hayallerimizi, hırslarımızı, duygularımızı, sevgimizi, uğruna senelerce çalıştığımız evimizi her şeyimizi aldı.
nedir arkadaş önümüze koyduğunuz bu sınavlar, bu yapacaksınlar, bu edeceksinler nedir?! yapmıyorum arkadaş! bir kefen için bu kadar sömürülmeye değmez!..
hayatımızın her anına yüklenmiş olan sınamanın, sorgulanmanın yok edilmesidir. bir başka bakış açısından değerlendirecek olursak; din unsurunu da burada esgeçmemek uygun kaçar. hepimizin de bilidiği üzere din yaptırımlardan ibarettir. bu yaptırımların sebebi dünyevi hayatımızda tanrının bizi sınava tuttuğuna inanmamızdır. bu açıdan birey olarak kendi kendimizle de bir mücadeleye girişiriz. ve birilerinin bizi gözetlemediği, özel anlarımızda bile bir sınavda olduğumuz gerçeğini zihnimizde barındırır ve düşünsel olarak da kendimize pranga vururuz. bunları aşmamız, sistemin bizim üzerimizde uyguladığı yaptırımları tasviye etmemiz; 70 yıllık ömrümüzde kazanabileceğimiz en büyük ve en unutulmaz başarı olur.
birilerinin hayatı olarak algıladığı öss ve kpss unsurunu da tasfiye edip özgür insan kişiliğine ulaşmaktır. hayatımız bir kaç sorudan ibaret değildir.
hayal gibidir. hayatımızdaki sınavları sadece sbs, öss, finaller, yazılılar olarak tanımlamak doğru değildir. çünkü insanoğlu farkında olmadan hergün yeni bir sınav verir.
anasınıfında "kim daha iyi resim çizecek?", "kim bu yapbozu önce tamamlayacak?" başlıkları altında bir sınav veririz. ilkokulda "kim daha önce okuma yazma öğrenecek?" sınavına katılırız. ortaokulda bunların üstüne sbs eklenir ve liseye gidebilmek için sınav veririz. lisenin ilk yıllarında "ideal arkadaş olma" sınavına gireriz. eğer bu sınavı başarıyla geçersek arkadaşlarımız olur. o zamanda " vefalı arkadaşlık sınavı"nı vermemiz gerekir. lisenin son yılında üniversite için bir sınava gireriz. üniversiteden sonra mesleğimizin olabilmesi için bir sınav veririz. sonra hayata karşı başka sınavlar... ölünceye kadar bitmeyecek sınavlar. hatta öldüğümüz gün bile hayata karşı girdiğimiz sınavların sonuçlarını görürüz mezarımız başında toplanan insan sayısına göre. anasınıfında yapbozu önce sen tamamlayamazsan, öğretmeninin verdiği pastel boyaları alamazsın. ortaokulda sbs'yi geçemezsen liseye gidemezsin. lisede arkadaşlık sınavını başarıyla veremezsen yanlız kalırsın. ve sen önündeki diğer sınavlarda başarılı olamazsan hayatta başarılı olamazsın. sistem budur işte.