-hayat nedir?
-nereye gidiyor?
-hayatta aslolan nedir?
-hayatın merkezi, çekirdeği nedir?
-ben bu hayatın neresindeyim?
-değişen hayat mı yoksa bizler miyiz?
-hayat maddesel bir kavram mıdır?
-hayatı ıskalamak nedir?
-hayat öldükten sonra mı sona erer?
-hayattaki varoluş amacı nedir?
-sonsuzluğun bir sonu var mı?
-hayatlar başka başka mı?
-herkesin üzerinde birleşebileceği bir hayat kavramı var mı?
-hayatın anlamı ne?
-hayatı anlamlandırmaya gerek var mı?
-hayata tutunmak nedir?
-hayatta kalmak nasıl olur?
-hayattaki uçlar nelerdir?
-uçlarda olmak kötü müdür?
-hayat bizim seçimimiz dahilinde midir?
-hayata gelmek kimin seçimiydi?
-hatalarda kimi suçlamak gerekir?
-hayat bilinci nedir?
-hayatı sorgulamak gerekli midir?
soruları ve daha fazlası.
NE ZAMANA KADAR?
NEREYE KADAR?
KIMI?
NEDEN?
DIYE KENDI KENDIMIZE SORARIZ HEP OYSAKI HAYAT ZATEN BUNLARIN BIR BUTUNUDUR.
HAYAT DOLAMBAÇLI BIR YOLDUR NEREDE HANGI ZAMANDA ONUNE NEYIN CIKACAGI BILINMEMEKTEDIR.HAYATI SORGULAMAK HAYATTA YALNIZ KALMAMIZI,HAYATTAN ZEVK ALMAMAMIZI ON GORSEDE YINE DE KENDIMIZI BUNDAN GERI KOYAMAYIZ.
çok kurcaladıkça ele yüze bulaşan bir durumdur. aradığınız sorunun cevabını bulmanız hayatınızın sonuna dek sürebilir, hiç gereği yoktur. vitesi boşa alıp devam etmek en mantıklısıdır bazen. bu durumlarda da yapılması gereken de o'dur sanırım.
hep yarın için yaşayanların ve yapmak istediklerini ister istemez erteleyenlerin, geçmişteki pişmanlıklarını ve mutluluklarını, gelecekle ilgili umutlarını düşünmesi. Bir an için herşeyi dondurup, "şu an burada ne yapıyorum?" sorusunu sorması.
konuşup dinlemeyen, düşünmeyi ve kitap okumayı yorucu bulan egoist toplumdan tamamen kopulmasına sebep olabilecek, anlamlar karmaşasında doğruyu anlamlandıran bir şeyler arama durumu.
böyle olsa ya la, hayat diye birini oturtsak karşımıza, dayasak yüzüne karanlık odada par 64'ü, konuş amına koduğumun evladı desek?
ama öyle olmuyor işte, olsaydı keşke...
her an, her saniye, her yerde, her şekilde yakalayabilir seni bu sorular, birbirine bağlı milyon halkadan oluşan, uzun ve paslı bir zincir...
tutmaya gör bir halkasını, dayanamaz çekersin kendine, varır dünyayı birkaç kez turlarsın da, bulamazsın ucunu ve boğazında daralan bir düğüm hissettiğinde, gözlerin yuvasından fırlayıp çıktığında anlarsın, aslında kendi tasmanı tuttuğunu.
tüm nüanslar ölümcül önem ihtiva eden birer gerçeğe dönüşür ve tüm elzem kaygıların bir anda basitleşip hiçleşir, sonra tam tersi olur, sonra yine tersi... biteviye devr-i daim içinde bağıra çağıra ölürsün.
hayatı sorgulamakmış... yok öyle bir şey, kendini tahtaya kaldırıp sözlü yoklama yapmaktan başka bir şey değildir hayatı sorgulamak dediğin.
ve şu gördüğün insanların tamamı, kendi kanaat notlarıyla geçen/geçinen çalışkan ve tembeller bütünü, sen de onlardan birisin ve korkma ölmezsin, zira ben hiç görmedim birini ki, kendine yüz verip kurtarmasın götünü...
Doğumum bile bir ayrılıktı.
On yaşıma kadar, çevremi, özellikle çevremdeki sessizliği anlamaya çalıştım...
Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım...
Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Dünyayı kavradığını sandım...
Kırk yaşındayım. Bugün, gecenin bazı saatlerinde kitlenin anlamsız gürültüsü içinde boğuluyorum... Özlemlerim kalmadı. Bıraktım. Hepsini kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım... tuhaf.. bana ölümsüzlerin sonsuz acıları kaldı.