yaşamak için oksijeni ciğerlere çekmenin yettiği bu tuhaf dünyada yaşamak, yaşayabilmek için hayatı anlamak gerekmiyor. ayrıCa doğruluk öznel bir kavram olduğu için bir standarda oturtturulamıyor ve böylece her birey ne kadar angut ya da odun ya da bunun türevi birşey olursa olsun, kendi doğrularını oluşturup bunları gerçek kabul edebiliyor. ve sonrasında da işte buradan çıkıyor, burada başlıyor hayatı götünden anlama olgusu.
önce bir amaç arayışı içerisine giriyor insan, kapasitesi ne olursa olsun. çünkü kapasitesi ne olursa olsun, herşeyin, en önemsiz şeyin bile bir amacının olduğunu görebiliyor insan. hatta ilk doğduğu andan itibaren hayata refleks göstermesi bunun en büyük kanıtı. yaşamın amacı son bulmaktır diyordu kahin neo ya , evet matrixte. o ara dümbüğün biri şöyle demişti, "o zaman öldürelim kendimizi". işte bak, hayatın amacına dair temel bir cümlede bile hayatı götünden anlaabiliyor insan. kendini yaşam zanneden bir dümbükle karşı karşıya kalmıştım, ona yaşamla insan arasındaki farkı anlatmakla kaybolan dakikalarımı kim verecek acaba bana.
sana hayatın anlamını, sırrını vermek isterdim sevgili user, ama baştan söyledim ya, doğruluk öznel birşey. sana vereceğim sırlar bana ait oldukları için seni bağlamazlar ki. kendi sırlarını keşfetmeye debelen sen. hem zate kurlar vadisi mantığına göre ben sana bu sırları verirsem, sır olmaktan çıkmazlar mı? (iki kişinin bildiği sır değildir)
hayatın sırrının kişinin kendisi olabilmesi ya da olamamasından geçtiğinden bahsediyor çok kimseler. başkası olmak konusunda şu yazıyı yazdırmıştı bu kimseler bana;
içinizden başkası olmayan var mı? hala kendin olduğunu sanıyorsan iyi dinle beni, belki fikirlerin değişir...
insan ne zamana kadar kendisi olarak kalabilir diye düşünüyordum uzun zamandır. kendin olarak doğduğun bir dünyada başkası olarak ölmenin kaçınılmazlığını farketmiştim çünkü. ya da birileri farkettirmişti bunu bana, her neyse. herkes kendisi olarak doğuyordu evet, ama sonra şuur kazandıkça hep olduğu kişinin dışında "olmak istediği" kişi çıkıyordu karşısına. hep daha iyisi, daha mutlusu vardı çünkü. insanın doyumsuz iştahı işte belki de onu başkası yapan; hep daha iyi olanını, daha mutlu olanını kovalıyorduk. bizden daha güçlü, karizmatik biriyle karşılaşınca, deli gibi o olmak istiyorduk kendimizden sıkılıp. sonra onun gibi davranmaya başlıyorduk. karşımıza çıkan olaylarda; kendimizin tutumunu beğenmediğimiz için o burda nasıl davranırdıyı sorgulayıp, kendimiz gibi değil, onun gibi davranıyorduk. ve sonra farkında olmadan bir süre sonra, kendimiz değil, o oluyorduk.
ve zaman şartları değiştirdikçe, başkası olduğumuz o kişi de anlamsızlaşıyordu. daha başkaları daha güçlü, daha mutluydular çünkü. hep bizden daha mükemmel birileri vardı. ve biz her seferinde bir başkası, daha başkası ola ola kendimizden o kadar çok uzaklaşıyorduk ki, hayatın bir anında eskiden aslında kim olduğumuzu çoktan unutuyorduk. ve geçmişi düşünüp kendimizi özlemeye başlıyorduk. aslında kim olduğumuzu hatırlamaya çalışıp, bir zamanlar bizi mutsuz eden kendimizin peşine düşüyorduk belki de. kendim olmalıyım diye diye eziliyorduk. çünkü bütün hayatımızı, başka birisi olmaya çalışmakla geçirmiştik. hep bizden daha mükemmel olduğumuzu düşündüğümüz insanları taklit ediyorduk. biliyor muyduk peki şunu, belki taklit ettiğimiz kişi yani o olduğumuz kişi de başka birisiydi? çünkü başkası olmayan kimse yoktu bu hayatta ve biz kimdik o zaman? kimi taklit ediyorduk? tamam kendimiz değildik de, kim olduğumuzu da bilmiyorduk ki?
bilmiyorum biraz değişti mi fikirlerin? aynalar insanlara aslında kim olduklarını hatırlatmak için varlar. demek istediğimi daha iyi anlamak ilgini çekerse, aynanın karşısına geç ve görüntüdeki gözlerin içine bak. yıllar önce, sen bu muydun? fiziksel olarak sormuyorum, ruhunu soruyorum. çocukluğunda hayalini kurduğun dünyanın neresinde olduğunu bulmaya çalış. yoksa öyle bir dünya yok muymuşmuş?
evet ben cevabı veriyorum sana bak, çok düşündüm çünkü üzerinde. insan ancak, doğumundan şuur kazanıncaya kadar kendisi olabilir. sonra kim olduğunu bile bilemediği başkaları olur ve hayatın belki de en sinsi öldürüş biçimidir bu, insan ruhunu...
--spoiler--
evet işte hayata dair bir sır verdim sana, aa ama bu sır değildi, sen zaten bunların farkındaydın değil mi? sadece, bu bildiklerinin üzerinde düşünmüyordun. var olduklarını bilsen de üzerinde düşünmediğin için yokmuşlar gibi davranabiliyordun. sonra benim gibi bir budala sana bunları hatırlattığında ilk başta, "aa evet lan" , sonra kendine gelince ise "hadi ordan bunu zaten biliyordum" ben diyorsun değil mi seni utanmaz user.
hayatın rakip yarı alana bakan diliminde savunma yapmaya ne gerek var? ben de savunmayacağım kendimi, ofansif oynuyorum çünkü hayata karşı. ender gelişen seovi ataklarını umursamamaya başlayalı çok zamanlar oldu. işte ukalalık ediyorum; ben biliyorum senin bildiğini zannettiğin çok şeyi aslında. ama bunlar benim doğrularım, öznel, konuyu dağıtacak kadar öznel, hadi toparlayalım.
hayatta anlamsız pek çok şey olur hepimizin yaşamında zaman zaman. hatta hayatın kendisi anlamsız görünür canımızı yakmaya başladığında. oysa öyle değil lan, hayattaki en gereksiz gibi görünen şeyin bile bir anlamı vardır. o anların en anlamsız şeyi sensindir aslında da, hayatı suçlamak kolayına gider. öyle değil mi? hadi yeme beni şimdi. hep götü kurtarmak için başka şeyleri suçlamadın mı zaten? neyse...
hayatı anlamak diyorduk evet. ulan sen ne anladın ki gelmiş buraya yazıyorsun diyenlere kızmam. en fazla sanane yarram, canım sıkıldı yazıyorum derim. belki ben de hayatı götünden anlıyorumdur, kimbilir. hem zaten ben de kendim değilim, anlattım ya, başkasıyım. sahi kimim ulan ben? hayatı sorguluyorum da ben ben değilsem ne bok yemeye sorguluyorum o zaman? he he, tamam lan hatırladım, hayatı sorgulayıp böyle ahkam kesmek çok zevkli oluyo, kim olursam olayım çok da zikimde.
uykum gelmese daha uzatacaktım da bağlayayım artık sımsıkı. hocam, hayatı iyi etüd et bak. sonra göte gelme. hayatı götünden anlama. sonra bir de bana senin hayatı götünden anlamadığın ne malum deme. senin beni götünden anlamadığın ne malum?