hayatı bir an için geriye sarmak

entry1 galeri0
    1.
  1. insana verilirse eğer, hiçbir şeyin eksisinden farklı olmayacağı imkandır. ancak, belli aralıklarla, belli zamanlarda insanda vuku bulan arzudur.

    bir gün, zamanın birinde hayatının hangi dönemine dönmek istersin? deseler ve herhangi bir kısıtlama olmaksızın bunu belirlemeyi bana bıraksalar, yaşadığım kadarki kısımdan üniversite son sınıfı seçerim sanıyorum. yok, sanmaktan öte bir şey bu, kesin. hayatla ciddi anlamda en sıkı inatlaşmamı barındıran senedir çünkü. çok da ilerisi değil he, şu gün şu saat itibariyle 2 yıl, 2 ay, 20 gün, 20 saat öncesidir en fazla. belki küsüratlı saniyeler de var tam hatırlamıyorum. lakin o senenin başına alın ve bırakın beni derim bu soruya karşılık işte, dahaca uğraştırmadan.

    o zamanlar daha hayatımda yeni bir sayfa açmak diye bir şeyin mümkün olacağını düşündüğüm vakitler tabi. süregelen bir 'yaşanamamışlıklar' içerisinde yeter artık ulan naralarıyla efelik tasladığım dönem tam olarak. efelik bu ya, bu gidişata artık bir dur demenin vakti geldi artık. her şeyi bir kenara bırakıp adam akıllı, dümdüz, başbaşka ve yaşanamamışlıklardan bütünüyle uzak bir hayata doğru ilk kilit sesidir bu nara. bu sebepledir hayatla en büyük inatlaşmamı yaşamış olduğum zaman diliminin bu sene içerisinde olması. ne kadar çok yaşanmışlıklar biriktirmeye kararlı bakışlar atmış olsam da kendisine, yine inadına en büyük yaşanamamışlıkları getirdi, koydu yüreğimin ta içine.

    ilk 3 yılın aksine, tüm derslere gitmeye başlamış ve hatta günlük olmasa dahi haftalık olarak konu tekrarları yapmaya başlamış durumdaydım, ve hayata çalım atabilme konusunda bu dönemde benden daha iddialı kimse olamazdı, emindim. üstüne galatasaray üniversitesi'nin ingilizce kursuna başlamıştım hatta, daha iddialı birisi olabilir mi allah aşkına söyleyin? yahu ales'e girmeye karar verip çıkmış soruları dahi almıştım, vallahi kararlıyım bu sefer bu tuvali kendi çizgilerimle doldurmaya.

    lakin tam bunu dediğim esnada, sibelle tanıştım.

    ...

    ...

    ...

    kendimi stratosforden aşağıya bırakılmış gibi hissettiren bir gülümsemesi vardı. aklıma her geldiğinde de öyle olur açıkçası. ama garip bir şekilde gözlerine vurgundum ben daha ziyade. istanbul gibi bakardı etrafına. ne tamamıyla hüzünlüydü, ne tamamıyla neşe dolu. yaşanmışlıklarının ağırlığını taşır gibiydi, yahut yaşanamamışlıkların boşluğundaymış gibi. bazen nadir de olsa kaşları çatılırdı mesela, o ciddiyete müsaade etmezdi, ama kusursuz gülüşüne de nazar boncuğu olurdu gözleri gizlediği hüznüyle. ama cemal süreya olsam, gözlerinin kahvesinden koyardım ömrüme, kırk yılın hatrına kalırdım öylece. lakin cesaret edemediğimi itiraf edeyim iki cümle kurup da konuşmaya. bu anlattıklarım sürecinde henüz tanışmadık yani. lakin bir işaret bekliyorum yaratıcıdan, olur ya hani bazen; bir mucize olmasa dahi, yaprak kımıldasın yerinden yeterdi hani o an.

    kasımın kaçıydı tam hatırlamamakla birlikte, almış olduğum radikal kararlardan biri olan ales'e girmek üzere evden sibelin gözlerini de yoldaş alarak yanıma çıktım yola. ya zamanlamam o an için süperdi, ya da beklediğim işaret gelmiş olmalıydı ki, köşeyi döndüğüm anda sibel karşımda belirdi ve, gülümsedi. hiçbiryerde duymamıştım ama o an dünya üzerinde dahi belli zamanlarda yer çekiminin tümüyle ortadan kalkacağına ikna olmuştum. merhabalaştıktan sonra yolumuza devam etmiştik. takip eden hafta içerisinde konuşup kahve içmek üzere randevulaşmıştık. sonrasında her şey güzel gidiyordu, vizelerim de buna dahil. ve hatta ingilizce kursumu da buna eklemekten gocunmayacağım. şimdi bunu okur mu bilmem ama, sibelle de muhabbetimiz venüs düzeylerindeydi hani.

    insan bazen boş bulunuyor böyle zamanlarda, galiba diyor bu sefer alt ettim ben, şeytanın ayağını kırdım yahu sonunda. ve artık yavaş yavaş yaşanmışlıkların üstüne üstüne ekleyebileceğim güzellikler oluyor hayatımda. bu heves, kırılmaya ne kadar müsait? zira insanın bir kötü bir yaşanmışlığı 100 km hızla çarpan bir ford focus ise, yaşanamamışlığı en iyi ihtimalle 250 km hızla çarpan bir wolkswagen passsattır iç burkma konusunda. ne mi oldu yani? her şey güzel bir grafik çizme yolunda ilerlerken, babamın ciddi bir ameliyatı oldu. ne olmuş yani olduysa? öyle demeyin; 1 aylık bir süre için izmire gidip, refakat etme zorunluluğum hasıl oldu. ki şu ana dek bahsettiğim her şey istanbulda geçiyor.

    ingilizce kursu bir kenarda kaldı, okula gidip son senede arkadaşlarla son zamanları beraber geçirmek alışkanlığı başka bir kenarda, ama sibel sanki dünyanın diğer ucuna ışınlanıvermişti. ama neyse ki graham bell bizden evvel yaşamıştı. henüz bir kere buluşabilmiştik izmire gitmeden evvel, ancak bu süreçte telefonla bolca destek olmuştu, bahtı da gönlü gibi güzel olası.

    ardından araya finaller, bütünlemeler derken bir de ara tatili girdi tabi. ben sınavlara yetişebilmiştim ancak. yanlış hatırlamıyorsam 1 aylık bir süre de o eklenmişti. bu arada galiba bir kez daha görüşebildik. fakat buraya kadar katlanılabilir şeyler esasında. bu noktaya dek şikayetim olmadı kesinlikle. ikinci dönem başladığında pekala her şey sene başında olduğu gibi olabilirdi. ama sanıyorum bu arada sibelle aramız biraz bozulmuştu, belkide o biraz can sıkıcı olabilirdi ancak sonsuza dek sürmeyecekti ya...

    öyle yahut böyle, babamı tam olarak bırakıp gelmeye gönlüm elvermese de, ailemin geri kalanına emanet edip döndüm istanbula, tarih ikinci önemden bir gün önceydi sanırım. evet, ilk dönem biraz aksaklıklar oldu ancak sağlık bu sonuçta, ve babam sonuçta. her şeyde var bir hayır lakin, her şeye kaldığı yerden devam edebilir ve hatta yeni şeyler de başlayabilir yeniden. sene başından bir farkı yok, ben aynı benim, hayat yine aynı yavşaklığıyla devam ediyor. o halde, talihle işbirliği yapmanın peşini bırakmamak gerekir. fakat peşinen söyleyeyim; kader tekerrür konusunda tarihten çok daha ısrarcı ve istikrarlıdır maalesef. her neyse, ikinci dönemin ilk haftasında hem ingilizce kursuna gidip, hem her gün derse giderek aynı tempoyu yakaladım ve hatta cuma günü için halısaha maçı bile ayarlamıştık, daha ne olsun? hergün sibelle karşılaşıp konuşmamak başka bir şeydi tabi, o zamana dek hiç duymamıştım ama bazı vakitlerde yer çekimi milyon katına çıkabiliyormuş ve zamanı da yanına alıp insanın kanının çekilmesine sebebiyet verebiliyormuş, o an ikna olmuştum.

    lakin tüm bu sessizliğe cuma günü bir son vererek ilk seferde olduğu gibi bir kahve içmek üzere randevulaşmıştık ders bitiminde. galiba aramız düzelecekti sibelle hee, iyiydi bu gelişme. henüz açık açık dile getirmemiştik bir şeyleri yüzyüze konuşamadığımızdan ötürü ama, onun okul bitince bursaya dönecek olması en ciddi problemimimizdi. aşılmayacak bir problem değildi, telefonda defalarca kez konuşmuştuk konuyu ancak yüzyüze konuşmak daha başka olurdu ve kahve içerken güzel bir atmosferle de duyguları da dile getirme imkanım olurdu elbette. (tabi asıl problem bu değildi insan gerçekleri sonraları daha net görebiliyor). tabi halı saha maçında ayağımı kırmazsam eğer.

    ama yok ya, hayır doktor kırılmış olamaz o ayak ya. dersler var, kurs var, ama dahası pazar günü sibelle buluşacam doktor kırılmış olamaz iyi bakın! doktor da üzgün tabi tüm olan bitene. ancak jones kırığı sebebiyle ayağım sargıya alındı bir şekilde ve hissettiğim acıyı itiraf etmem gerekirse bu bi şaka değildi ve ayağım gerçekten kırıktı. neden bu haftaydı, neden önceki senelerde olmamıştı yahut çok daha sonra? neden şimdi? bu soruları pek çok defa dişlerimi sıkarak sormuştum.

    her neyse, ayağımın kırıldığına o da benim kadar üzüldü tahmin ediyorum, ilk ziyarete gelenlerden oldu. bir kaç kere daha gelmişti hatta, yemek, temizlik yapmıştı. ne güzel kahvaltı yapmıştık bi keresinde getirdiği simitlerle. ama ne sevgiliydik, ne arkadaş ve bu bir yerden sonra can sıkıcı oluyor bilirsiniz. daha doğrusu asıl can sıkıcı olan, adam akıllı seni seviyorum diyememiş olmamdı elbette. telefonda söylenecek şey değildi sonuçta. uygun bir vakit ve yer olmalıydı. zira, 'biz geniş zamanlar umuyorduk, çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek'. * *

    yaşanmışlıklar biriktirmeye karar verdiğim sene içerisinde yaşanamamışlıkların olması ki hem de böylesine üst üste gelmesi artık sevimsiz bir pazartesiyi andırmaya başlamıştı. hele de 6 hafta boyunca alçı içe yatacağını düşünmek, insanı başka bir boyuta sürüklüyor bunu inkar edemem. her ne ise, ziyarete gelen kuzenime güzel bir demet hazırlatmasını söyleyip sibeli de ertesi gün yardım için çağırdım. imkanlar dahilinde güzel bir an oluşturup çiçekler eşliğinde 'sevdiğimi demez isem sevmek derdi boğar beni' diyebildim titreyen gözlerine bakarak. ve fakat, bursa'ya gidecekti ve bir süre sonra artık yorucu olacaktı bir ilişki yaşamak. öyle ya, uzak mesafeli ilişki her zaman böyledir, ve bursa elbette ki kadıköyden eminönüne geçmek kadar yakın bir mesafe değildir. derken, ikimizin de aklında aynı şeyin kaldığından emin olmama rağmen, ortak bir adım atmadık. acaba?

    sonra ben iyileştim, arkadaş kalmadık. çünkü her seferinde ışık hızıyla aşık atacak hıza erişen ritmi kalbimin buna arkadaş kalabilecek kadar sakin olmadı hiçbir vakit. lakin, derslere gitmeye başladım. kursa devam etmedim, zira aldığım kur bu süreçte zaten sona ermişti bile. sibelle bir kere doğum gününde görüştük arkadaş ortamında, o kadar. sonra okul bitti, o bursaya gitti. öylece gitti, ben gidiyorum demeden. bir haydar ergülen şiiri gibi, gitti. 'kadın gider ve bunun şiir olduğu söylenir. kadın gider ve bir şair doğar bundan. ' * *
    sonrasında ben de okulu yaz okuluyla bitirdim. bunun ardından bu güne dek süregelecek olan 1 yıl bilmem kaç aylık zaman diliminde belki daha fazlaca şey öğreneceğim hayatın bize anlatmak istediği şeyler topluluğundan. ancak, o yaz okulu bittiğinde bir yaşanamamışlık oluşturmak için çabalamanın da, içinde bulunulan bir yaşanamamışlık sürecini büsbütün bir kenara koyabilmek konusunda da bir iddia ve böylesi bir çaba sarf etmemek gerektiğini anlattığım şekilde tecrübeledim. bütün bunların sebebi, bahsettiğim efelenmemdi, kabullendim.

    ha neden üniversite son sınıfa dönmek isterim? hayatımda bu kadar çok yaşamak isteyip de çeşitli sebeplerden yaşayamadığım yegane zaman dilimi bu. sonrasında ve öncesinde böyle bir çabam hiç olmadı. sonrasında ne olur bilmem ama, fazlasıyla güzel gülen bir kadındın sen. sevgilerle.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük