hayattan geçer not alamamak

entry1 galeri0
    1.
  1. bir edebiyat hocam vardı lisedeyken. "sen hayatı yazacaksın, hayat seni değil." derdi sürekli olarak. ne anlama geldiğini bilmiyordum bu cümlenin, ne anlatmaya çalıştığını kavrayamıyordum. çok derin anlamlar taşıdığına adım gibi emindim, ama çözemiyordum işte. kompozisyon yazmayı seven bir öğrenci olmama rağmen, bir türlü bir şeyler karalayamamıştım bu deyişle ilgili.

    ***

    Çay kaşığını son bir kez nutella'ya daldırıp ele geçirebildiğim kadar krem çikolatayı ağzıma götürürken, bir yandan da onu bekliyordum. nerede kalmıştı ki? dokuz gibi işten çıkıyordu, ordan da direkt bana geçecekti zaten. masamda duran saatime baktım, onu on iki geçiyordu. bir kez daha aramaya karar verdim cebimden telefonumu çıkarırken.

    + aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.

    belki onuncu kez bu uyarıyı duyuyor ve belki yüzüncü kez kalbimin sıkıştığını hissediyordum. sinirle üzerime bir şeyler alıp dışarı çıktım.

    gri ve puslu bir havaydı, kasvetli. insanın içini karartan o cıvık cıvık havalardan işte. ellerim ceplerimde onun çalıştığı yere gittim.

    + a meraba mogosog. n'aber?
    - iyidir leyla. bir şey sorucam aysu ne zaman çıktı?
    + yarım saat oluyor, aziz bey'in şehir dışına çıkması gerekince işi biraz uzadı.
    + ya bana gelecekti bu akşam, gelmedi. telefonlarıma da cevap vermiyor, nerde ki bu şimdi?
    - bilmiyorum ki, nereye gitti ki acaba?

    leyla'nın da telaşlandığı belliydi, fakat yine de yapmacık geliyordu bana yüzündeki kaygılı ifade. ayıp olmasın diye böyle göründüğünü düşünüyordum, tabii bu böyle değildi. leyla aysu'nun en iyi arkadaşlarındandı.

    ben aysu'nun nerede olabileceğini düşünür ve bir kez daha onu aramaya hazırlanırken, arkamdan ismimin zikredildiğini duydum. irkilerek arkama döndüm...

    ***

    + nasıl yani, şi-şimdi o?..
    - maalesef mogosog bey, durum bu. acınızı anlıyorum.
    + ama neden, kim nasıl?..

    leyla'nın da sessiz hıçkırıklara boğulduğunu duyabiliyordum.

    ***

    "bir kez daha ellerim ceplerimde yürüyordum. fakat birkaç saat öncekine nazaran hava şimdi daha soğuktu, yüreğim daha soğuktu, her şey boştu ve anladığım kadarıyla hayat orospu çocuğuydu.

    her şey boştu demek. o öpüşmeler, sarılmalar, beraber izlenen filmler, parklarda yapılan gezintiler, bir banka oturup yenen hamburgerler, tebessümler, sevişmeler, tüm hayaller... demek her şey bir anda bitebiliyor, ardında hiçbir şey bırakmadan toz olup gidebiliyordu. ve ben, ve o, ve biz buna karşılık olarak kılımızı bile kıpırdatamıyor, kadere boyun eğmek zorunda kalıyor, bırakılıyorduk.

    "hey canlan biraz! dondurmasını düşürmüş somurtkan bir çocuktan farksızsın şu an." derdi yanımda olsaydı, en azından yaşıyor olsaydı. ellerini yanaklarımda gezdirirdi, gözyaşlarımı silerdi. sonra sarılırdı bana, koklar içime çekerdim onu, koklar içine çekerdi kokumu. konuşurduk. rahat biriydi; mümkün değil ama şu an yanımda olsaydı, "ya iyi ki bi' öldük, hemen koyverdin kendini." derdi. güleçti o, kendi ölümünün ardından ağlamayacak kadar mutluydu.

    "acınızı anlayabiliyorum." diyen polis memuru, benimle beraber endişelenen leyla, benimle birlikte somurtan kaldırım taşları... hepsi yalancıydı, hepsi sahteydi, ben de öyleydim. gerçek ve kesin olan tek şey içimde anbean büyüyen karşı koyulmaz acıydı.

    içinde bir telefon, bir cüzdan, bir kredi kartı ve birkaç takıdan başka bir şey olmayan bir çanta için değer miydi? tüm bu anasını siktiğiminin şeylerinin karşılığında onun canı... hayattan büyük orospu çocukları da olabiliyordu demek, onun canını alanlardan başkası değildi bunlar.

    ***

    bu olaydan birkaç gün sonra, yan binada başlayan yangın bizim binaya da sıçrayınca içindeki eşyalarımla beraber evim bir kül yığınına dönüştü. terk ettim ben de oraları. arkadaşlarımın yaşlılıklarında marmaris'e, bodrum'a yerleşme hayallerine karşılık "hacı istanbul'dan başka yerde yaşamam ben. bırakılır mı amk böyle şehir?" dediğim istanbul'u ani bir kararla bırakıp bilmediğim bir şehre yerleşmek... kulağa tuhaf geliyor belki ama benim işime geliyordu. bir şeyleri unutmaya çalışmamda yardımcı oluyordu yeni bir ortam bana. çabuk da alıştım, sandığım kadar da uyumsuz bir insan olmadığımı anladım hem.

    ***

    hayatı yazmayı beceremedim be hocam... o beni yazdı, ben okudum, o yazdı, ben okudum. ama kitaplara benzemiyordu okuduğum, gerçekti çünkü her şey. her satırı canımı acıtıyor, gerçek anlamına bürünüp bir satır gibi iniyordu yüreğime.

    ben hayatı okuyanlardan olabildim ancak. hayat bir daktiloydu ve benliğime işlediği her harfinde bir acı, bir isyan saklıydı. her satırın sonuna geldiğinde, bir "drink" sesiyle yeni bir çaresizliğe, hiçliğe yeni bir sayfa açıyordu. reenkarnasyona inanmıyorum ama eğer gerçekse, sanırım eski hayatımda yaptığım şerefsizliklerin cezasını çekiyorum...

    not: tüm bunların bir daktilo ile buz gibi, kasvetli bir gecede yazılmış olması da ironinin dibidir herhalde. ya da hayatın tesadüflerle sevişmesi gibi bir şey...

    + hocam, ben beceremedim hayatı yazmayı. elektrikler kesikti, yapamadım hocam affedin.
    - ben sana not vermiyorum artık, sıfır da versem aynıı yüz de versem aynı. ama hayat sana eksilerde bir şey vermiş be evladım...

    ne yapayım, ağlayayım mı? öleyim mi ha n'apayım?
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük