beynimizin kaçınılamayacak kötülüklerin bizim için aslında iyi şeyler olduğunu savunan tatlı yalanlara inanmaya bayılmasıdır.
“ölümlü olmak, hayatımızı anlamlandırır. inanın bana, sonsuz bir yaşam istemezdiniz."
"...hayatta dert edecek ne varmış? mutlu olmaya bakın! hayallerinizin peşinden koşun. kendinizi geliştirin! sahip olduklarınızla mutlu olmayı bilin. hayat her şeye rağmen güzel.”
bu palavraları satarak hayal ve umut tacirliği yapan insanlara prim vermeye daha ne kadar devam edeceksiniz?... hayat elbette dertlerle dolu. her yerde dert var. mutlu olan insanlar bile o mutluluğa sahip olmak için büyük dertlerle yüzleştiler. ve şimdi tek dertleri mutlu kalmak. mutlulukta bile dert var!
ama benim, sanırım artık hayatla bir derdim kalmadı. dert edecek bir şeyimin olmaması ya da dertlerle nasıl mücadele edileceğini öğrendiğim için değil. onu nasıl tiye alacağımı öğrendim.
o hayat ki, gittiği her yere acıyı da götürür. kendi varlığını acıyla belli eder! “acı olmasa, mutluluk da olmazdı.” gibi laubali bir denklemi benimsemiştir. evrendeki sürdürülebilirliğini bile büyük patlamalarla, çatlamalarla, devasa çarpışmalarla, parçalanıp dağılmalarla, dehşetli ama bir o kadar da büyüleyici şovlarıyla; çekirdekten kaynayıp, kabukta katılaşarak; yeşererek, türlü cilve ve oyunlarla sevimli görünerek, masmavi okyanusları ve yemyeşil topraklarıyla harika bir ev gibi görünüp tüm canlıları ve medeniyetleri sonu gelmez kaosuna sürükleyerek ve onları acı içinde bir hayata mecbur ederek sağlar. ve virüsü dna'nıza kodlamıştır; en değersiz böceğinden, en değersiz insanına ya da mavi balinasına kadar, varlığınızı sürdürmek için acı içinde çabalamaya mecbursunuzdur. var olmaya devam edin ki daha fazla acı çekin. daha fazla acı çekin ki, var olma içgüdünüz kabarsın. kendi çektiğiniz yetmezmiş gibi bir de neslinizin devamı için gayret edin. ve bunun için de acı çekin. doğurduğunuz on dört yavrudan sekizi ölsün mesela. hayatta kalanlar için ayrı, ölenler için ayrı acı çekin. büyük acılar çekerek doğurduğunuz o yavruların ölü bedenlerini koklayarak acı çekin. ve hayat, adeta dalga geçer gibi, o cesetleri kendi varlığını sürdürmek için gübre olarak kullansın!
küçük balık yaşamak için büyük gayret göstersin. tüm hayatını denizdeki küçücük planktonlarla kendini beslemek için tüketsin. sonra büyük balık küçük balığı tek hamlede yutsun ve puf! küçük balık daha büyük balığı varlığını sürdürmesi için, kendi varlığıyla beslesin. sonra daha büyük balık büyük balığı yesin. ve en büyük balık tüm balıkları yesin. sonra ölsün. sonra küçük balıklar ölü büyük balıkları yesin… okyanus, büyüleyici güzelliğini içindeki bir hayat dolusu acıyla sergilesin. ne kadar da çeşitli, renkli bir dünya… ne güzel bir manzara. evet, insan olarak o dünyanın çok güzel olduğunu düşünüyoruz çünkü izlemesi çok keyifli! o dünyayı keşfe çıkmak büyük macera. itiraf edeyim ben de büyüsüne kapılmıyor değilim. ne kadar da bencilim. her gün oradaki güzelliğin bedelini acıyla ödeyen milyarlarca canlının yarattığı o rengarenk dünyayı, sadece seyretmesi keyifli olduğu için “güzel” olarak nitelendirebiliyorum. sanki birileri o güzelliğin bedelini ödemiyormuş gibi. sanki oradaki bütün acı, korku ve dehşet, bana güzel ve renkli bir gösteri olsun diye yaşanıyormuş gibi.
canına zarar gelmesin, yüreği incinmesin, Gözünden yaş gelmesin diye üzerine titrediğiniz, binbir emekle büyüttüğünüz evladınıza; acımadan, kahpece planlar yaparak zarar verirler.
Gözünden yaş gelir, zevk alırlar.
* Bazen bunları düşünüp çocuk sahibi olmak istemiyorum.
Ölüm. En sevdiğinin bi gun ölecegi gercegi. Arkada kalanın yasayacagı bosluk. Cok zor tarıfsız allah yasatmasın demekten baska sey gelmıyor ınsanın elinden.
Kader diye bir şey vardır. Hem de sonsuza kadar yakanı bırakmayacak olması, bazı insanlar için korkunçtur.
Kötü bir senaryo ile büyür, gençliğini geçirirsin... hep biteceğini umarak, dileyerek. Sonra birgün bitti sanırsın, hayatının insanı karşına çıktığını herşeyin mükemmel olacağını, devran döndüğünü sanarsın. Tam o sırada hayat ‘hoop, dur orada bak burada senin hali hazırda kaderin var’ diyerek yapıştırır şamarı.
Evet insanlar değişir, roller değişir ama şu lanet olasıca kader değişmez. Sen bu hayata zorbanın hakareti, zulmüyle başladıysan bu hayatı böyle devam ettirirsin. Hem de hiç haketmediğin, üzerine düşenin fazlasını yaptığın halde bu değişmez.
Sen insanların hatalarının, boşvermişliklerinin, sorumsuzluklarının bedelini ödesen de insan yerine konmazsın.
Belki de kadere de rest çekip, yeter demek gerekiyordur. Belki de tam da yaşı olan 29’u aşmamak gerekiyordur. Hiç kimsenin zerre vicdanı sızlamayacağını bilsen de kurtuluştur belki.
Yalnızca bana olmuyordur herhalde ama bazen ne yaparsak yapalım boşuna çabalıyormuşuz gibi geliyor.
Örnek vereyim, dünyada milyarlarca insan yaşıyor değil mi? Koşturmacayı tantanayı hayal edelim.işe gidenler, çocuğuna bakmak için binbir türlü sorun ile mücadele edenler, parasızlıkla baş etmeye çalışan öğrenciler, aileler, düşkünler..
Bana göre en gelişmiş tür olan insanın bunların ve bu gibidir çok problemin alt edecek yetiye sahipken öylece geçip gitmesi inanılmaz bir acı gerçek.