Hayatta esas olan; sahip olmak istenen bir şeyin, ulaşmak istenen bir hedefinin olması sanırım. Birşeyin güzel olması, iyi hissettirmesi için ya eksik kalması ya da ulaşılamamış olması gerekiyor. Yoksa sana ait olan, arzulamadığın ve elinden asla kayıp gitmeyeceğine inandığın herşeye karşı gün geliyor isteksizleşiyorsun, insan doğası.
Kıymet bilmek için de arzu duymak için de mahrumiyet gerekli. Maalesef insanoğlu yoksunluğu yaşamadan hayatındaki güzelliklerin bile farkında olamıyor.
Sonsuzluk denen kavramın bir "idea"dan öteye geçememesinden kaynaklıdır. Doğamız gereği her şeyin tükenmesini, bir noktadan sonra o şeyle muhatap olmamayı arzularız.
Örneğin doğal yollarla ölüm tıbbi bir müdahale ile durdurulmuş olsa kendini tren raylarına atan, binaların tepesinden atlayan insan sayısında korkunç bir artış gözlemlerdik. Her şeye olduğu gibi hayatın kendisine de sonlu bir sürede tahammül edebiliriz zira.
Mesnevî'nin başındaki hikayede kamışın, koparıldığı sazlığı özlemesi gibi insan ruhunun da asıl vatanı olan cenneti arzulaması ve ancak orada huzur bulacağı gerçeğinin yansıması.