Hayatta beni en çok korkutan şey "anılarımı yitirmek" ve geçmişe dair yaşadıklarımın bir toz bulutu gibi dağılıvermesidir zaman içinde.
Mesela, okula ilk başladığım günü hiç unutamam ve bugün bile, babamın ellerinin kokusunu hala hissederim olanca tazeliğinde. Hele müsamerede şarkı söylerken, babamın bana gururla bakışı ve gözlerinin sulanıverişini...
Ya Kars'taki evimizin arka bahçesinde futbol oynarken annemin sevgi dolu sesiyle "Hadi oğlum yemek hazır, eve gel" diye seslenişi...
Kulaklarımda yankılanır hala ve rüzgârına kapılırım coşkuyla anılarımın, gülümserim dalgalar boyu, çok uzaklara...
Hele can oğlumun doğduğu anı hiçbir şeye değişmem.
Belleğini ve anılarını yitirmiş bir insan, düşman bir ülkedir kendisine.
Çatışır durur özüyle
Ölü zamanlarda, kendisine çaresiz haykırışıdır insanin, hiç duyamayacağı.
Ve hiç aklımıza bile gelmez belleğini yitirmek son yolculuğa çıkmanın başlangıcıdır aslında.
Yudum yudum alır götürür insanı, göz göre göre bitirir. Çaresizliktir, yorgunluktur, hayıflanıştır, küskünlüktür bize kalan, hiç kazıyıp atamayacağımız üstümüzden hayat boyu.
ilk defa evimizin önünde tanık olmuştum baba yarısı amcamın unutkanlığını, coşku dolu sohbetin orta yerinde, aniden kalkıp gidişini.
Şaşırmış, üzülmüş ve kızmıştım.
Ön yargılarım beni amcamın davranışının, aslında sonun başlangıcı olduğunu görmemi engellemişti.
Belirtiler, insanı kahreden, Alzehimer denen hastalığı gösteriyordu, farkedemedik. Belleği, anıları tek tek silindi, sanki hiç yaşanmamışcasına.
Biz ise sadece bakıyorduk, hayıflanıyor ve hatta zaman zaman küsüyorduk hakkımız olmadan, "Neden biz?" sorusu aklımızda olanca ağırlığında...