hani herkes herşeye bir anlam yükler; sen boş boş bakarsın ya...onlar planlar yapar, gezer tozar; sen sokağa atılmış kedi gibi ordan oraya dolaşırsın, ne yapacağını bilemezsin ya, herkesin hayata dair beklentileri olur; senin ise senden başka hiçbirşeyin hani...
herkes geleceğe dair planlar yapar sen susarsın ya, herkes bir yerlere bir şeylere yetiişmeye çabalar sen arkalarından bakarsın ya, herkes telaş içindeyken sen izlersin ya, herkes gülerken sen hem gülüp hem ağlarsın ya, herkes ağlarken sen ne boş şeylere ağlıyorlar dersin ya, herkes kavga ederken sen ne anlamsız yere ortak zamanlarından çalıyorlar dersin ya hani...
aslında hayatın ne kadar anlamlı olduğunu,anlamlarının bütününün çözüldügü ve sıkılmaya başlandıgı andan ibarettir.genelikle aşk acısının son demlerinde kullanılan cümleler içinde sıkça geçen ifadedir.
kim -ya da neydi- ilk soruyu soran, bilmiyorum. ne zaman soruldugunu bilmiyorum. karşılık verdiğimi bile anımsamıyorum. ama bir yerde bir vakitte 'evet' dedim birisine -ya da bir seye- ve o saaten baslıyarak varoluşun bir anlam taşıdığından ve de hayatımın kendi kendine boyun eğmekle …bir amaç kazandığından kuşkusuzdum…
o andan sonra 'geriye bakmak' ne demek , 'yarını düsünmemek' nedemekmis öğrendim. hayatın dolasık yollarından geçerek öyle bir yere öyle bir ana geldim ki, yolun aslında felaket olan bir zafer ve aslında zafer olan bir felakate götürdüğünü, canının adama bedelinin sitem olduğunu, insan için mümkün olan tek yüceliğin aşağılanma çukurunun en dibinde olduğunu kavradım.
hani sabah kalkarsınya gece boyunca dünyayı sırtında taşımışsın hissiyle.
hani sokağa çıktığında etrafa kısık gözlerle bakar niye uğraşıyosunuz dersinya hani, hani kalabalığa haykırıp bi an içinde olsa onları uyandırmak istersin ya mücadeleye anlam veremez, çabalayan insanlara faydası yok neden uğraşıyosunuz ifadesiyle bakarsınızya hani yaşamak fuzuli ölümse daha bi anlamlı gelirya işte o andır hayatın anlamsızlığı yaşamın gölge oyunları.
fişin prizden çıkmak üzere olduğu andır. fişin kablosu takip edildiğinde tost makinasının çoktan soğumuş olduğu görülecektir, artık içinde ekmek, sucuk vesaire de yoktur. bu saatten sonra benzetmelerden medet ummak bile bir şey ifade etmez.
daha önce yapıp da çok mutlu olduğun zevkle yaptığın ne varsa hepsinin anlamsız gelmesi. yaşamak istememek. ya da yeryüzünde senden başka kimse acı çekmiyor gibi düşünmek.hayat denen şeyin neden,niçin lerini sorgulamak.
gerisi ne iyilik ne sağlık... hastalık.
(bkz: depresyon)
doguyorsun, büyüyorsun, yasiyorsun ve sonunda geberiyorsun. eee ..? ne anlami var bu bok yiyenin? bitecekse varolan varolmak en büyük sansizliktir.
cocuklukta ve erken genclik döneminde hayat şahane gözükür. işte gün doğusunu izlemek one bileyim herşey insanin heycanlandirir. çünkü kesfetme cagidir.
ama günün birin beahh demeye başlarsiniz. cünkü kesfetmeler bitmiş, oynamalar bezginlik cagi baslar.
gün doğar batar, mevsimler değisir bu devinimde ulan dersiniz bir şey değişmyor ki.
herşey 2*2 esittir 4 gibi yeksenak gidiyor.
bir hayaletten farkınız olmamaya basladiğini görüyorsunuz.
içiniz yavaş yavaş cürümeye basliyor.
biz buna yaşlanma diyoruz işte.
en sonunda gümbürdeyip gidiyoruz işte.
asırlardır bu kanunlar yürürlükte.
ama özellikle bu postmodern, arabesk çağda hayata anlam yüklemeye kerhanede romantizm yapmaktir.
dört yanindan cevrilisin
akıllı uslu hepsi.
aile dostlari eski.
dünya yuvarlak diyorlar,
armutun sapı var
üzümün çöpü var diyorlar
delirmeyeceksin...
depresyonun en büyük belirtisidir. korkunç, kelimelerle anlatılamaz, insanı yamyassı eden bir duygudur. yaşamadan anlaşılamayacak kadar kötü, yere göğe sığmama hali. aşk bile biraz anlatılabilir ama bunu tarif etmek o kadar imkansızdır ki, ne denli dehşet verici bir his olduğu buradan bellidir zaten.
ılık ve tatlı bir sızlamayla boşalırken tüm benliğin bir zamanlar asil zannettiğin damarlarından, altın vuruşu bu kez beynine değil de ruhuna yapmak isteği beliriyorsa yine yeniden ve bu yok oluşlar doğanın asli kuralıysa sana göre işte belki o zaman yine yaşıyorsundur aynı acıları ömrüm. şimdi belki bir zamanlar sevgi iplikleriyle diktiğin damarlardaki dikişleri sökme anıdır ne dersin? belki o anı tekrar yakalama şansı ortadan kalkar veya bu ihtimalin beynini ağır ağır parçalayan tüm yanları. hayat, anlamından yoksun üstelik senden bir dünya uzak yaşanmıyor; ne yazık...
ölmek için en uygun andır velhasıl bu sebep. ölüme an kala bireyin hissettikleri veya...
sezen aksu'nun sağlıklı bir biçimde atlatılması için
'o zaman hemen git radyoyu aç bi şarkı tut ya da bir kitap oku mutlaka iyi geliyor' şeklinde salık verdiği durumdur
(bkz: gidemem)
bir sey yanacaksa sonuna kadar yanmali. yok öyle iki arada bir derede nesrin topkapi vari göbek calkamalar. bir şey ugruna ya ölürsün ya öldürürsün, ya da dalin cicek acmasini isteyen tomurcuklari öldürmez. bilemiycem, su içerken dikkat edeceksin. soguk su vardir sicak su vardir. öyle kan gibi ılık su içmeyeceksin. içeceksen ya agzin yanacak ya birrrrrlayacaksin.
nedir yani hayata bir anlamlar yükleme gayreti? anlam bulmak için ömrü hayati kurcalamak?
ve akabinde korkmak.
ulan o kadar korkuyoruz ki korka korka yasasak ne cikar?
tamam insan yaslandikca, saclari beyazlayip kilo almaya başlar ve gözlerinin arkasina bir korku yerlesir. aslinda bu korku onu korkutmaz ama korkunun farkedileceğinden korkar.
birilerinin yerine oynamayı bırakmak şeklinde algılayanlar için hayatı, kullanma kılavuzunun sonuna bakılması gibi anlık ve kalıcı şok etkisi yaratması olası andır. şiirini tamamlamış şair gibi mısralarındaki ölüme inanmak veya aslında inanmadığı tarafına kanmak, hani olur ya belki tıkanıp kanmak gibi kaçılası tarafları da vardır.
hani ilk sayfada üzeri yeşil kalemle işretlenmiş yer var (-mış) ya; işte o bölüm hayatın sana, bana dayattıkları ile alakalıymış.
sonra iyi kullanamayanlar için tamirciler bulunur, kireçlenmeyi önlemek için calgon tavsiye edilir ve diğerinkinden yeni ve daha pahalı bir hayat satın alınır.
ya peki parası olmayan elleri nasırlı insanlar. yaşamak kadar ölmeye de ihtiyaçları yokmudur dersin?
cümle mühendisinin de dediği gibi monotonluk maratonuna sokulmuş hayatın kaçınılmaz sonudur. bir günün bile diğerinden farkı olmadığı kurulu bir hayatın ne kadar anlamı olabilir ki?
hayatın onun ellerindeydi, şimdi ne hayatın ne onun elleri var. kendinin ellerinden tutma zamanının geldiğini gözüne sokan, başına kakan bir hissediş olmaktan başka hiçbir şey değil. *