hayatın vıcık ve yalnız yüzüyle başbaşa kalmaktır. öyle ki, bu noktadan sonra artık ne romanlar, ne yazdığınız yazılar, ne şarkılar, ne dost sohbetleri ve ne de her şeyi yatıştırmaya kudreti olan bağışlayıcı sonbahar sizi kendinize getirebilir. kendisini reddeden ve üstüne üstlük soracak soruları da olan bir kişiye hayat yardım edemez.
gerçek bir insan olabilme uğruna soylu bir davranış olsa da, asla saf bir karşı çıkış değildir bu. çünkü kalbinizde hayatın olması gereken yerdeki boşluğu gelip gece doldurmuştur; şüpheler, isyanlar, sürgünler, pas, kir, huzursuzluk ve daha nicesi.
diğer bir taraftan insanların sizi anlayamadığını fark edersiniz. çünkü siz hayatın yerine belki kirli ve masum olmayan ama daha yüce şeyler koymak isterken, insanlar hala günlük yaşamın alışkanlıkları ile yuvarlanıp gitmektedirler. onlar sizin gibi sınırların dışına taşabilmek derdinde değildir. sınırsızlığın sınırında hiç öldürülmemişlerdir. bu yüzden insanlarla da uçurumlar girer aranıza.
yalnız olmadığın halde kendini yalnız hissetmek, hayatı kabul etmemekle başlar. sahaflar boyunca yürüyerek adını bilmediğiniz ve fakat kesinlikle varolması gereken bir şeyi arattırır. bütün o tozlu kitapların arasında içinizde açılan o pis bulantıyı doyuracak bir ipucu olmak zorundadır. olmaması halinde,
bu, kendi oyununuzda da oyuna getirildiğiniz anlamına gelir.
cepheler de farklı farklıdır. kimisi tanrıya kızgınlığından, kimisi insanlardan, kimisi kendi içindeki bir garip düş ülkesinden, kimisi sadece sonbaharın içine estirdiği tanımsız, varlığı ile yokluğu bir bi hüzünden dolayı kabullenemez hayatı. çoğunun karşı çıkışları anlıktır zaten. yolun daha yarısında yeniden hayata kaptırmış bulur kendisini.
fakat kendine gelemeyen mustarip ruhlar da vardır. ben bu kişilere 'ariler' diyorum, siz isterseniz this is a pencil diyin. bu kişiler dünyanın derin koridorlarında yürür, aynalar içerisinden geçer, şair ruhlu olanlar intihar eder içlerinden en çok. insanların bitmek bilmeyen makara muhabbetleri içerisinde derin bir kedere savrulup, geleneklerin manasızlığını boğazlarında bir yumru olarak hissederler.
hayatı kabullenememek, kişinin kendi içerisinde saklaması gereken bir isyandır. çünkü insanlara hayatın tökezlediği noktalar, açık bir şekilde sırıtan yalanları ve kurutulunması gereken tekrarları anlatılamaz. anlamaz hıyarlar.
her şeyin sonunda, yaşamın yerine konulacak bir şey konulamasa da dahi, hakikati aramanın o baş döndürücü hazzını tadar insan. bir hüzünden bin cümle çıkarmasını öğrenir. solgun bir günün içerisine yayılırken hayatın gitmesiyle birlikte oluşan boşluğu ustaca kurcalamayı kavrar.
amacınıza ulaşamasanız bile, her halikarda kazanan siz olacaksınızdır. tarih sizi umursamayıp adınızı ağzına almasa dahi.
"itiraz ediyorum hakim bey !" denir. burma bıyıklı hulusi kentmen hakim bir "otur bakayım sen yerine !" çeker, ve duruşma devam eder... böyle bir şeydir hayatı kabul etmemek. siz kabul etmeyip itaraz edersiniz ama itirazınız her zaman kale alınmaz... sıkıyorsa çekin restinizi, çıkın duruşma salonundan...
hayatla bir kavgasi olan ve hayat denilen boyali orospunun muamelesinden memnun olmayan kişilerin bir ruhu vardir. çünkü bu hayat denilen bayaği orospu cebellesen ve hergün -sonucta yenilecek olsa- umutsuz savasa giren kişi mucadele ettikce vardir. mucadeleyi birakan ve bu orospunun muamelesinden - bir buse için anasinin nikahi olan bedel ister- kişi ise ruhsuz bir kaliptır. eh be kardesim ya hayati kendine uydurucan ve iyi pazarlik edicen yahut hayat seni ona uydurucak ve gölgen kalmayana kadar sömürecek. ne yapalim hayat bu...
herkesten, her şeyden elini eteğini çekmekle de gösterilebilecek bir reddediştir. evde bütün gün tek kelime etmemek, sokağa çıkmamak, televizyonsuz bir odaya kapanarak saatlerce duvara bakmak, o odanın kapısına bir de kilit vurup ağlayarak uykuya dalmak. robot gibi yaşamak da bir kabul etmeme biçimidir. bunun sonu tamamen bir reddedişe dönüşecektir nasılsa. bu noktadan sonra kabulleniş çok uzaktır.
yaşamım bir bölümünü kabul ettikten sonra anlamsız olan harekettir. ne olursa olsun, yaşama hakkını sonuna kadar kullanmalıdır insan. böylelikle "şunun için yeterli zamanım yoktu." gibi bir bahaneyi söyleme hakkımız olmayacaktır.
olmalı böyle bir seçenek. zorla diretilmemeli. zorla diretilmediği için de anlamı olmalı. sindire sindire yaşanılmalı. diğer türlü, hayatı kabul etmeme gibi bir seçeneğimiz olmadığında ise olanlar ortada: herkes, her şeyi bir çırpıda yutup, hazmedemeden bir orgazm ile, karanlık bir köşede kusuyor.
dinsel veya toplumsal kuralları bir kenara bırakıp, ya da tekrar gözden geçirip ona göre karar verilmeli!
intihar'ın nefsi müdafa olduğu, sözlüklerdeki intihar kelimesinin karşısına büyük harflerle yazılmalı:
kanın sıcak kokusu yayılmalı. kötülük, kötülük ile bastırılmaya çalışılmalı. insanlar: kim daha kötü olabilir diye birbiriyle yarışmalı!
evet. hayatı kabul etmemenin cezası, cehennem olmamalı. üstadın dediği gibi; "bendeki hırsı sen'de görürsem ne farkımız kalır?"
onun içindir ki, ötenazi, bakkaldan istenilen bir sakız mahiyetinde olmalı.
yalancı gülüşlerin, sahte dostlukların, hayvani duygulara ulaşmak için insani duyguları sömürmenin bedeli olarak hayatı kabul etmemek tanrı katında ulvi bir hareket olarak görülmeli.
ruhu, bize veren varlığa, * fazla hasar vermeden iade etmenin bedeli; cehennem ve sonsuz bir yokoluş olmamalı!!!