- hiçbir şeyle değişmeyeceğim yedi gerçek öğrendim.
- ömrüm seninle geçtiği halde topu topu 7 gerçek mi öğrendin?
- evet.
- söyle bakalım öyleyse neler öğrendin?
- baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor. ancak bunlardan hemen hepsi insanı yarı yolda bırakıyor. ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime. ki onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmış insanoğlunun hiç tükenmeyecek azığı ve en gerçek dostlarıdır.
- çok güzel, ikincisi ne bakalım?
- baktım ki, insanların bir çoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor. kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı, onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor. oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi o'na satıp, gönlümü yalnız o'nun sevgisine açtım.
- devam et!
- insanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm. ancak bir çoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. bunun üzerine üstünlüğü geçici dünya değerlerinde değil, akıl ve ahlakça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım.
- devam et yavrum.
- yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine. bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. ve gönlümü bu kirlerden arıtarak, herkesle dost olup, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.
- sonra?
- nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. böylece suçlarının örtüsü altına saklanıyordu. oysa insanın başına ne geliyorsa kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu. bunun bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım.
- doğru...
- baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden, her türlü hakkı çiğnemekten çekinmiyorlar. hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde dünya nimetleri insanlara yeter de artardı bile.
- ve yedinci?
- yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. kimi zenginliğine, kimi güzelliğine... bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak eğreti desteklerdir. ben ise yalnız o'na sığınıp yalnız o'ndan yardım diledim. ve bunun karşılığı sonsuz bir güven oldu.
- seni tebrik ederim evladım. ben de yıllar yılı bütün din kitaplarını inceledim. hepsinin bu 7 gerçek etrafında döndüğünü tespit ettim. *
--spoiler--
eflatuna iki soru sormuşlar;
birincisi, insanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir ?
eflatun tek tek sıralamış;
*çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler,
ne var ki çocukluklarını özlerler
*para kazanmak için sağlıklarını yitirirler,
ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
*yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar,
sonuçta, ne bugünü ne de yarını yaşarlar.
*hiç ölmeyecek gibi yaşarlar,
ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
sıra gelmiş ikinci soruya "peki sen ne öneriyorsun?"
bilge yine sıralamış;
*kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın.
yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır.
önemli olan '' hayatta en çok şeye sahip olmak " değil, "en az şeye'' ihtiyaç duymaktır
--spoiler--
evlilik, annelik, ihanet, sil baştan hayata başlamak tüm yaşananlara inat, ve bir daha aşkın tüm varlığına rağmen asla ona inanamak, inandıracak insana rastlayamamak, rastladım sanılan yerde tekrar ve tekrar hayal kırıklığı yaşamak ama fazla acı duymamak...
--spoiler--
Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış.
Herkes bu ressamın yaptılarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş.
Ve onu Renklerin Ustası anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da kısaca Ranga Guru derlermiş.
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
Ranga Guru ise;
- ''Sen artık ressam sayılırsıın Racaçi, artık senin resmini halk
değerlendirecek.'' diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş.
Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor.
Çok üzülmüş tabi. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptğı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.
Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.
Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş.
Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru.
Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış.
Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.
Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını
anlatmış.
Ranga Guru ise;
''Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar
acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün.
Hayatında hiç resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.
Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı
olmalarını istedin.
Yapıcı olmak eğitim gerektirir, hiç kimse bilmediği bir konuyu
düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.
Sevgili Raciçi Mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.
Emeğininin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.
Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma'' demiş
--spoiler--
Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmakla açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebilceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. içten ol telaşsız ol, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü , dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil,başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. işinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen. Hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. işini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. insanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın; onu küçümsersen, sen de besinsiz kalır, küçülürsün. O yoğun sevgi, çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçe gibidir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. ilkinin acısı bir an ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras onur ve dürüstlüktür.
Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla; insanlara göre değil. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki evreni yargılamak imkansızdır. Onun için, kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları. Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür yaşa ki, öldüğün zaman herkes ağlasın, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı ol, sevecen ol, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin kendinsin, sensin. Kendiliğinle ve öz benliğinle görmeye çalış ki tüm pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insan oğlunun biricik güzel mekanıdır.
çok küçük bir yalanı
çok büyük bir orantıda
dinlediniz mi?
çok büyük bir yalanı
çok yalın bir doğrultuda
söylediniz mi?
gecikmiş bir gizlemi,
birikmiş bir özlemi
sakladınız mı?
gelmeyecek bir gideni,
olmayacak bir nedeni
beklediniz mi?
bir gerçeği erken,
bir açlığı tokken
anladınız mı?
hep mi hep ölecekmiş gibi,
hiç mi hiç ölmeyecekmiş gibi
yaşadınız mı?
yalanı sürmeye sürmeye,
yanlışı görmeye görmeye
saklandınız mı?
doğruluğun yönünde,
doğruların önünde
aklandınız mı?
ortamsız bir yaşamda,
yaşamsız bir ortamda
harcandınız mı? özdemir asaf
bazen okuduğun kitaptaki bir cümle, bazen dinlediğin şarkıda geçen bir söz, bazen tanımadığın insanın yaşadığı bir acı, bazense sevdiğin insanların gözünden düşen bir gözyaşı damlası; düşünmeye zorluyor insanı.
hayat hakikaten boş; bir amacın yoksa. bağlandığın hiçbir şeyin olmaması güzel birşey olmayabiliyor bazen. birşeylere bağlanmalı insan. her konuda doğru ya da yanlış, en azından bir fikri olmalı. savunduğu değerler, karşı geldiği şeyler olmalı. yoksa hayat hakikaten boş.
aslında olmadan hiçbir şeyin anlamı olmayan 'sen'.. sevmenin, sevilmenin, yalnız kalmanın, gülmenin, güldürmenin.. yemekteki tuz miktarının, çayındaki şeker oranının bile farkı olmaz senin için olmadan 'sen'.. öyleyse olmalısın, hayatı sindirerek yaşamalısın.
hayat ne garip;
'hayat' öyle keskin bir bıçak, şimdi dayanmış gırtlağa soruyor zaman zaman sorduğu sorusunu..
'hayat' bazen yanlışlıkla içtiğin bir bardak çamaşır suyu yakıyor boğazını ve birazdan midene inecek alev topu..
'hayat' kimi zaman bir dilenci, kapını çalıp, yalvarıp yakarıp elinde avucunda ne varsa alacak kadar yüzsüzce istekler peşinde olan dilenci.. yaşamak için kendine ait olanları vermemelisin..
'hayat' kimi zaman oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi arsızca ağlamakta..
'hayat' çok az zamanlarda 5 çayı.. yanında bir miktar bisküvi olsa da o anlar bir kaç yudumla biter ve sen hep yenisini doldurmak için bir kez daha deniyorsun...
'hayat' çoğu zaman bir kör kuyu dibinde iki kapısı olan ve o iki kapıda iki yabancı misafir. ikisi de kapıyı kıracak kadar kuvvetli çalmakta.. peki hangisini açacaksın? kızma.. hiçbir şeye ve kendine.. cünkü ne olursa olsun tüm bunların 'sen' olunca anlamı var ve işte bu yüzden sen değerlisin..
hiçbir şey bitmedi, bazen her şey bitti derken başlar aslında 'sen' olduğun sürece,.. zaten her bitiş de bir başlangıç değil midir?
Abi şimdi düşünüyorum ( abi diye hitap ediyorum ama alınanlar varsa özür dilerim, malum mühendislik okuyoruz anlarsınız halimizden), 21. yüzyılda yaşamak ne kadar zor bir zanaat. Hayır işsizliğe, ekonomiye, isyanlara bağlamıcam olayı. Genel olarak söylüyorum yani.
Şimdi ben mühendislik okuyorum, çok şükür güzel de bir üniversitem var. imkanlar dahilinde kendimizi yetiştirmeye çalışıyoruz. Ama sadece diploma yetmiyor değil mi ? Dil de bilmem gerek, yurtdışı tecrübesi de lazım aslında. Oo bir de sertifikalar var, programlar öğrenmek lazım. Ne de olsa teknoloji çağındayız. Bir de en az 5 yıl tecrübe lazım. Geçen gün sordum bir kursa, 5 yıllık tecrübe sertifikası var mı diye, bön bön baktılar yüzüme. Ne yani şimdi tecrübeyi kursta falan alamıyorsak bu şirketler neyin kafasını yaşıyor ? Bim'den Patito mu alıyoruz abi ? Hangi şirkete baksam 5 yıllık tecrübe. Nerden bulayım ben 5 yıllık tecrübeyi ?
birileri ruhuna tecavüz etmek isteyebilir (bunu genelde yaparlar). birileri, birileri olduklarını bildikleri halde, birileri gibi davranmayıp, vücuduna sana en yakın olan insandan dahi daha yakın olabilirler! Ve sen bunu "o zamanda" normal karşılarsın!
bir şeyleri saklamışsındır...
yıllarca, seninle dokunulmaz ve önemli halde yürümüştür onlar. temsili bir huzurdur o şeyler! çünkü onlara baktığında temizliği, mutluluğu hissetmişsindir. yastığa başını bıraktığında "ben hâlâ iyiyim, onlara benzemedim" diyebilmene sebeptir o şeyler.
peki birden bire değişebilir mi hayatlar? aniden ve beklenmedik bir anda, bütün dengenin aksi yöne dönmesi normal midir? her hayatın bir dönüm noktası var, tıpkı her hayatın bir ölüm noktası olması gibi ve bazen dönümde misin, yoksa ölüyor musun anlamazsın. bilinçli bir cahilliktir yaşamak! her şeyi bildiğini sanarak, bir kör-sağır gibi geçip gittiğini kabul etmeden, coşkuyla ve bağıra bağıra nefes alıyor olmanın başka bir tanımlaması olamaz! işte o cahillik sakladığın mutluluğu, içindekini sana göstermeden, uzunca süre yanında durarak ve yavaş yavaş seni işgal ederek teslim almaya çalışır. ağır ağır ve uzun süre süren eylem zaferle sonuçlandığında anlarsın elinde yalnızca yıkayarak çıkaramayacağın süresiz acıların, ağrıların ve uykusuzlukların kaldığını.
işgalci çoktan gitmiştir! aynadaki sen, sen olmadığını iddia eder. sen aynadaki sen olmadığını bağırırsın sana. kim kimin içinde ve neden çoğul yaşanıyor tek kişilik insan bedeninde, anlayamazsın. yumruğun nereden geldiğini, ne zaman da bunun olduğunu, kim olduğunu algılamak istediğinde, istediklerinin hepsinin gittiğini, isteyecek olmanın bile anlamının yittiğini anlarsın. bu anlamak, aslında anlamamaktır. anlamış olmanın, gerçek bir anlamsızlığa süreklediğini anlıyor olmanın, anlamlı bir şey olmadığını herkes bilir çünkü! ruhun profosyenel bir tecavüze uğramıştır!
gece çıkacaksın beyoğluna, beyoğlu sana çıkacak, adamlar olacak ve kadınlar. kalabalığa karışacak adımların, izlerinin üzerinden geçecek insanlar, alkol dans edecek beyninle, unutacaksın bu anı, o anı, son anı! uyanacaksın, sesin kendine değecek yine sabah. kimse anlamayacak seni, hiç kimse bilmeyecek.bazen bir yüz olacaksın, bir kaç gülümseme. eş olacaksın, işçi olacaksın. bir şeyler olacaksın sürekli, hepsi bu!