kışın ayazında kar yağarken delik kösele ayakkabısı,eski püskü yırtık ceketi elleri titrerken ziraat bankasının önünde emekli maaşını çekmek için sıraya girmiş dedeleri görüp birşey yapamamak
bir oğlum var, manevi olması onu sevmem açısından bir farklılık arz etmiyor. biraz daha rahat bir çocukluk yaşaması için, ben de bisiklet istiyorum dediğinde aynı hafta içerisinde isteğini gerçekleştirebilmek için ondan uzak bir şehirde koşulların gerektirdiği şekilde yaşıyorum. bir de ablası vardı oğlumun, o da maneviydi fakat o da kendi kardeşi gibi severdi. bir gün ablamızı yitirdik, o çok sevdiğimiz, dondurma ısmarlaması için sırnaştığımız ablamız artık bizimle değil.
küçük kaptan kötü bir şeyler olduğunun farkında ve huzursuz, soruyor ama beş yaşındaki bir çocuğa ölümü nasıl anlatacağımı bilemiyorum. ablan şehir dışına taşındı diyorum, benim yanıma geldi, aynı evde yaşayacağız artık. çok güzel ama ikinizi birden özleyeceğim diyor. seni ararız, sen bizi ararsın diyorum ama sesim titriyor.
geçenlerde aradım küçük kaptanı, çoktan unutmuş olacağını düşünürken ablasını sordu, başkalarını bilmem ama bırakın içimin burkulmasını, bütün kemiklerim direncimle birlikte kırıldı sanki.
insanın hayal kurmaktan vazgeçemeyen bi varlık olması. birlikte yapılacakların hayali kurulur, planı yapılır. sonra o canınızın parçası yok olur birden. aslında en iç burkan, hayat karartan ölümdür ve ne yazıkki hayatın tek gerçeğidir.
yemek seçmek. bir tarafta aç insanlar varken kolay kolay yemek beğenmememiz.
evlerden poşetlerle çöpe atılan küflü ekmekler ve bunları çöpten alan almak zorunda kalan insanlar.
daha bebekken annesini kaybedip, annesinin eşyalarını görünce bu annemin diyen çocuklar
küçücük ve masum bir çocuğun annesinden elma şekeri isterkenki haykırışları, annesinin de ona elma şekeri alamayacaklarını anlatmaya çalışan dopdolu gözleriyle örtünmüş ağlamaklı yüzü, yüzün üstüne sardığı annelik korunağının altında yatan yokluğu anlamanın verdiği acı.. çocuğa standdaki en büyük elma şekerini alma isteği ve hemen ardından annenin bunu kabul etmeyeceğini, kabul etse bile kendini kötü hissedeceğini düşünüp çaresiz kalmak..
ramazan ayında oruç tutup saatlerce aç kaldıktan sonra kimseye hayrı dokunmadan iftar sofralarında kuşsütü barındıran zihniyete karşılık olarak eve dönerken gördüğüm çöp karıştıran insanların varlığını ve onların bir öğün karınlarını doyurmakla birşey elde edilemeyeceğini bilen aydın zihniyetin hiçbir şey yapamaması, elinin kolunun bağlı kalması..
kızılay'dan eve dönerken kararan havaya rağmen insanlar balık istifi vaziyette gezintilerini sürdürüyorlardı... karanfil her zaman ki gibi bin bir farklı insan modeline sahipti,
yol kenarında envai çeşit insan;
akordiyon çalan bir çingene vardı, fakir gibi görünüyordu ama üzerinde son derece pahalı bir kıyafet vardı, çalıntı olabilir diye düşündüm kırmızı akordiyonun sesi kulaklarıma dolarken.
biraz ileride yerlere tablolar sermiş bir işportacıyı süzüyordu gözlerim, güzel, meşhur kopya tablolar...
ama 20 ytl edecek kadar güzel değillerdi !
gözüme takılan kız kulesi resmini düşünüyordum,renklerin canlılığını filan.
20 ytlnin çok olduğunu,
kaç para edeceğini,
kaç para olsa alacağımı düşünüyordum.
elinde kutu efesi gazeteye sarılı vaziyette yudumlamaya çalışan iki sevgili
sarmaş dolaş düşüncelerimin arasından geçiyorlardı.
bankların, ağaçların yanından yerdeki boş su şişesine futbol topu muamelesi yaparak ilerliyordum...
sokak lambası altında kitap okuyan ince boyunlu kadın heykelini geçerken dikkatim birisine yoğunlaştı.
15 metre uzakta
elektrik direğine yaslanmış
çok kısa bir bayana...
çok kısa diyorum
fiziki bir rahatsızlığı mevcuttu
boyu çok kısaydı bu nedenle,
otuz yaşlarına daha bir kaç yılı vardı, belli oluyordu yüzünden.
elektrik direğinin yuvarlak yüzeyine yaslanmış bir şey bekliyordu.hafif bir makyaj vardı gözlerinde, kot ceket giymişti birde,
şirin bir insandı, ama soğuk bakıyordu etrafa.
yaklaştıkça içimdeki burukluk daha da artıyordu.düşünüyorudum,,,
eğer onun yerinde olsaydım hayat ne olurdu benim için,
neler hissederdim?
o kadar sabır var mıydı bende? yok yok ne zor şeydi bu vaziyet!!!
birden bu hüzünlü kızı mutlu etme isteği doğdu içime, gülümsetme isteği...
ama nasıl...
siz çok cesur birisiniz, bu kusurunuza rağmen hayata tutunmanız, azminiz topluma rağmen yaşamaya çalışmanız sahip olmak istediğim azim ve kararlığa büyük bir örnektir,,,
tüm kalbimle sizi kutluyorum...
demek istedim, demek isterdim.
ama kusurunu hatırlatmak, ya da onunla alakalı konularla yaklaşmak zor geldi, üzülebilirdi.
birden gözlerim ayakkabılarına yoğunlaştı
hani ilkokulda siyah iskarpin giyerler çocuklar, ortasında püskülümsü bir uzantısı olanlarından...
büyük bir kararsızlıkla gittim yanına,
-afedersiniz, çok güzel ayakkabılarınız var, kız arkadaşıma hediye almayı düşünüyorum aynılarını nerden bulabilirim, yardımcı olur musunuz ?
--ankara metrosunda bir yerden aldım
-ama cidden çok güzeller, çok yakışmış...teşekkürler, hoşçakalın
aman allahım,,
uzaklaşırken hüzünlü yüzünde ışıltılı bir tebessüm gördüm,,, gülüyordu.
evet evet gülümsüyordu kendi kendine,
beğenilmekten ötürü, takdir edilmekten ötürü, birinin yardım istemesinden veya birine yardım etmekten ötürü gülümsüyordu...
içime büyük, içime sığmayan kocaman bir mutluluk doldu.
biraz daha insan hissettim kendimi...
ulan dedim aslında insan olmak o kadar da zor değilmiş be !!!