bugün

bundan yaklasık bir ay önce her zaman takıldığımız bir cadde de arkadaşlarla beraber yürürken gözümüze yaşı en fazla 40 civarında gayet bakımlı, uzun boylu, dalyan gibi bir adam ilişti.

biraz ilerleyince bu bahsettiğim adamın elinde kutu olduğunu içinde kalem pil ve selpak benzeri şeyler sattığını gördük. önce şaka mı lan bu dedik ama değil, gerçekmiş. fakat garip olan birşey daha vardı o da bakışlarıydı. evet bu abimiz maalesef kör'dü.

tamam olabilir dedik, o işi yapanları küçümsemek için söylemiyorum fakat üstü başı öyle birisi için çok düzgündü. neyse daha fazla meraklanmadan bir şekilde muhabbete girdik. bizim geldiğimizi görünce yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "buyrun gençler" dedi buyuralım abi dedik ve başladık muhabbet etmeye.

abimiz sanki bizim gelmemizi bekliyormuşcasına sevindi. hayırdır abi dedik biz yaklaşık 10 senedir buralara takılırız ama seni daha önceden hiç görmedik dedik. sesin geldiği yere doğru kafasını çevirerek başladı anlatmaya. anlattıkça anlattı. abimiz hikayesinin sonuna geldiğinde birbirimize boş boş baktığımızı hatırlıyorum. meğerse bu abimiz normal senin benim gibi bir hayat sürerken birgün efkarlanıp eve gelmiş ve dolaptan yeni aldığı rakıyı çıkarıp gece geç saatlere kadar içmiş. fakat o içtiği rakı ömrü boyunca içeceği son rakı olmuş. çünkü rakı bir ara patlayan sahte rakı furyasındaki rakılardanmış.

velhasıl bu abimizin dünyayı dünya gözüyle göreceği son gün o günmüş. gözlerini kaybedince doğal olarak işini, herşeyini kaybetmiş ve evinin yakınlarında bu işi yapmaya başlamış. "evimin yolunu artık gözüm kapalı bulabiliyorum" diye espiri yapsa da içimizdaki burukluk hala geçmemişti. saatin geç olduğunu söyleyip istersen evine kadar eşlik edelim dedik, kabul etti. evinin önüne geldiğimizde sağolun "arkadaşlar dedi" ne demek abi lafı mı olur deyip biz kaldığımız yerden yolumuza devam ettik...

bütün bunların bizi etkilemesinin asıl sebebi ise, yanımızdaki arkadaşın ilk maaşını almasıyla bize ısmarlıyacağı rakıyı içmeye giderken böyle bir olaya şahit olmamızdı. rakıyı içtiniz mi diye sorarsanız elbette ki hayır.
daha yeni giyilmiş temiz dona çişin son damlasının damlaması. oldukça iç burkan bir detay.
bomboş otobüsün karşıdan gelmesinin ardından duraktaki herkesin yaldır yaldır binmesi ve poşetlerle binmeye çalışırken son binen kişi olmanız ve üstüne ayakta kalan tek kişi olmanız durumu. çok hüzünlü..
gözlerinin renginden çok etkilenip, yanına sevmek için gittiğin çocuğun göremediğini öğrenmek.
+ merhaba canım ne kadar tatlısın sen öyle.
sarı saçlı, deniz mavisi gözleriyle göremeyerek sesin geldiği yöne doğru elini uzatır, saçlarına dokunur. birden kör olduğunu anlarsın ve dünya başına göçer. küçücük ellerini saçında gezdirirken tokanı farkeder ve sorar.
- bu ne?
+ o benim tokam.
- saçların ne renk?
+ siyah.
- neden saçlarını at kuyruğu yapmıyorsun?
+ bu gün böyle yapmıştım. istersen değiştireyim.
- hayır güzel. tokayı nasıl takıyorsun?
+ bak sana öğreteyim. tokayı açıp saçları arasına yerleştirir ve kapatırsın.
eline tokayı verip tokayı saçına takmasına yardım edersin. çok mutlu olur. senin sabah öylesine taktığın sarı tokan, o çocuğun beyninde yeni bir öğrenme aracı olur. sen renk seçip takarsın, o dokunarak öğrenir.
için parçalanır, o an onunu için birşeyler yapmak istersin. o beş yaşına rağmen durumunu olgunlukla kabullenmişken sen yaşadığın ve asla unutmayacağın bu diyaloğu içinde hiçbiryere sığdıramaz ve asla unutamassın. akşama kadar beynini yorar kendini eleştirir ve gördüğün için binlerce kez şükredersin. makyajının duruşu, yüzündeki sivilceye üzüldüğün için utanır hatta ağlarsın. saçına dokunan küçük ellerini ve yüzünün güzelliğini asla göremeyecek olan ve buna rağmen umutlu ve mutlu olan yüreği büyük küçük insanın yanında senin hiçliğinde kahrolursun. birkaçdakikada sana o kadar çok şey öğretirki, kendine gelir ve detaylarını silersin. teşekkür ederim mavi gözlü melek.
yemek yiyen insanlar var günde defalarca,

sevişen insanlar harıl gürül..

memuriyet sınavına giriyorlar sonra,

içim burkuluyor.
bir kız yürürken kayar ve düşer. karşıdan gelen 5 adam bu kızla götleriyle dalga geçerler ve giderler.

iç burkan detay ise; bu kıza geçmiş olsun hanımefendi, yardım edtyim talebine yürü git başımdan sapıkmısın sen diye cevap vermesidir.
otobüste dil çıkardığın çocuğun suratında minacık bi gülümseme bile oluşmaması ve annesinin dalga geçercesine gülmesi gibisinden durumlardır.
uzun yol molasında dışarı çıktığı zaman doncağını bile bile yürüyen bir ruh gibi tuvalete gitmek sonrasında tek damla ifrazat yapamadan dışarı çıkarken dişlerin zangır zangır birbirine vurması ve kapıdaki görevlinin 5 kuruş tuvalet parası istemesi. elini cebine atacak takati bulamamak, yarı ölü halde sağa sola bakmak, bozuk 5 kuruş bile bulamamak. sonra cebin bir köşesinden 20 ytl kağıt para çıkması, tuvalet görevlisinin hissiz gözlerle size bakması parayı bozması ve 19,59 YTL'Yi SiZE iADE ETMESi. VE SiZiN TEK KELiME konuşmaya hastalığınız elvermediği için adama kurşun gibi giden bir çift gözle bakmanız ve sonra yalpalaya yalpalaya otobüsteki yerinize kapağı atmanız.
bir bayram öncesi onkoloji kliniğinde bir vizit. çoğu bir dahaki bayramı görüp göremeyeceğini bilmediğimiz hastalarla dolu. her insanın yüzünde ölümle yaşama dair çizgiler vardır ama onların yüzünde daha fazla.
umut vermek istersiniz hastalara şifa vermek bazen kendinize kalmayacağını bilseniz bile kendi umudunuzu vermek istersiniz onlara ama herkes kendi hayatını yaşar gerçeği... üzer insanı.
o vizitte kansere yenik son dönemlerini yaşadığı hastalığından bitap düşmüş bir kadın, vizitin rutin konuşmaları bittikten sonra titreyen ince ve yorgun bir sesle hocaya 'bayramı ailemle evimde geçirebilir miyim' diye sordu tutamadığı üç damla göz yaşıyla. adeta öleceğimi biliyorum yaşama ümidim yok, ama son bayramımı son anlarımı sevdiklerimle geçirmek istiyorum, en çok onları özleyeceğim öldüğümde dermişcesine...
kaç bayramı kalmış hayatlarımızın, kaç sonbaharı kaç tane kışı? elveda demeye hazır mıyız evden her çıkışımızda ardımızda bıraktığımız sevdiklerimize. çaresizce ölmek, ölümü kabullenmek zorunda kalmak. ölüm ya da ayrılık sebep ne olursa olsun yeterince sevdik mi onları doya doya sarılabildik mi, en kısa mesafeye giderken bile kokuları kalıyor mu üzerimizde sarıldıktan sonra.
tüm sevenlerimiz, sevdiklerimiz hayatta da olsa çok sevdigimiz sevgilimiz, her istedigimiz de olsa, yalnızlık bir şekilde hissettirir kendini, hastanelerdeki solgun yüzlü hastalar, otobüse yahut metroya bindigimizde yanımıza oturan görme özürlü çocuk, birden bire hortlayan en sevdigimizin içine yerleşen kanser, elleri titreyen dedeler, dostumuzu yoktan yere kaybetmek keşke deriz hep sonra, keşke.
Sokaklarda yürürken gülümseyen insan görememek, bazen insanların gözlerinde farkettiğiniz hüzün; ki size de bulaşıverir keyfiniz kaçar, çaresizliklerini hisseder ama bir şey diyemezsiniz. Hüzünlü insanlar ülkesinde gülmek ayıp kaçar.
ölüm allah ın emri de şu ayrılık olmasaydı..
aldatılan kadına kendini savunma adına kocası tarafından yapılan açıklama: "bi kere sikip bırakacaktım karıcım tek amacım buydu"*
doğum gününde çılgınlar gibi sevinen herbirimizin yaşlanmak istememesi fena halde ironik bir detaydır.
çok eskimiş bir arabanın hiç eskimemiş emniyet kemerleridir bazen.
bir gün öğretmen olacağını düşünmeyerek öğrenciyken tüm hocaları çıldırtmak. öğretmen olunduğunda ve çıldırma anı geldiğinde o günleri hatırlayıp vicdan muhasebesi yapmak, gürültülere gülüp geçmek.
mezun olduktan yıllar sonra tozlu bir rafta bulduğun coğrafya kitabının arkasındaki yazılardır bazen.
hayatın kendisi.
denizlispor defansının bu sezon çok kötü olmasıdır. ligin ilk 8 haftası itibarı ile oynadıkları tüm maçlarda gol yemişlerdir. çok muzdaribim bu konuda çok. içimi burkan, yüreğimi sızlatan bir detay benim için.
sözlükte uzun sohbetler etmiş ancak birbirini görmemiş iki yazarın aynı cadde üzerinde yürüyüp birbirlerini farkedememesidir bazen.
ruhu bikaç günlüğüne atele aldıran olaylardır. atelin çimentosu gerçekler suyu da zamandır hep. hastanın da doktorun da tedavinin de hep aynı yerde olduğu tek gribal enfeksiyon bu iç burkulmasıdır.
bir dahini bile sınırları var.
ama cehaletin sınırı yok...
ahmet anadolu dan ingiltere ye dil öğrenmeye gitmiş bir gençtir. yanında kaldığı ingiliz aile ile beraber akşam yemeği yenmektedir. ahmet yanında oturan jheff in süahiyi alıp yalnızca kendi bardağını doldurduğunu farkeder, tüm bardaklar boş olmasına rağmen o yalnızca kendi bardağını doldurmuştu vay canına bu ne kadar da cömertçe bir davranıştı. hemen yanıbaşında babası, annesi ve evde lanet bir misafir * olmasına rağmen o yanlızca kendi bardağını doldurmuştu. vay canına bazen bu insanları anlayamıyorsunuz ? noel gelince eminim hiç tanımadığı manyak adamlara kart falan da göndermeyi kesinlikle ihmal etmez bu jheff.
tam 5 bayramdır* türkiye hasretiyle yanıp tutuşmak.*
yılbaşı gecesi evde tek başına çavdar tarlasında çocuklar okurken holden in yalnızlığını dert etmek.