bugün

bir hafta önce, arkadaşlarımla beraber karasu'nun hemen paralelinde kalan kocaali'ye, tatile gittik. yolculuğumuz çok keyifli başladı. hatta, yeni aldığım siyah bantlı kırmızı fötr şapkamı ilk kez takmanın sevincini de yaşadım. lakin bu murphy* denilen ibne yine peşimi bırakmadı ve tatilimin ikinci gününde bana ket vurdu. mutluluğum yarıda kaldı.. karasu civarında denize girmek yasaklandı. deniz kızıllaştı ve karantina altına alındı. makus talihim yine beni şaşırtmadı. kendimi üzmemeye çalıştım. dostlarıma da pozitif enerji aşılamaya çalıştım. "düzelir" dedim, "güneşlenirken biramızı içer, sohbetin dibine vururuz" dedim. dedim de dedim yani..

aradan bir iki gün geçtikten sonra, yasak kalktı ve denizin rengi normale dönmeye başladı. pek tabii, bu pozitif gelişmeden mütevellit bizim de morallerimiz zirve yaptı. öğle güneşinin kavurucu sıcağını es geçtiğimiz, ve akşam güneşinde denize girmeye niyetlendiğimiz gün, "kolombo" ile tanıştım. gelin size kolombo'dan bahsedeyim;

güzel insanımdır*. akşam güneşi de güzele vurur düşüncesi ile yattım kumlara sere serpe. öyle bir yatmışım ki, içim geçmiş. bizimkiler de hiç ses etmedi tabii keyfim kaçmasın diye. bir ara hışır hışır sesler işittim. "ne ola ki bu?" dedim ve ayaklandım. bir baktım, yaşlı bir amca kumsalda hurdadan hallice duran kayığın ucuna bağlı olan halattan tutmuş, denize doğru sürüklemeye çalışıyor. yaşına göre yaptığı işin zorluğunu görünce üzüldüm. hemen kalktım ayağa ve hiçbir şey söylemeden halatın ucuna yapıştım. o bana baktı, ben o'na. neyse, bir şekilde denizin dibine kadar sürükledik kayığı. kısa bir tanışma merasiminin ardından, yazlık sahibi arkadaşım selam verdi "kolombo abi, nasılsın?" diye. akabinde güzel bir sohbet geçti aramızda. ayak üstü konuşuyoruz öyle. "ne yaparsın, nasıl geçinirsin?" diye sordum merakımdan. uzun uzun anlattı. yazlıkçıların yazlıklarını kışın koruğunu, yazın belediye'de çalıştığını, fırsat buldukça da balık tutup, balık sattığını anlattı. takdir ettim. gözlerim de doldu ama, belli etmedim. zira kolombo abi, hayatın o'na sundukları zorluklardan dolayı oldukça çökmüş bir insandı. güçlüydü ama, bitkindi işte.. elleri mengene gibiydi ama, gözleri yorgundu işte..

sohbet bittikten sonra ağına yöneldi. başladı ağı açmaya ve tekneye bir güzel yerleştirmeye. ben de ilgiyle izliyorum o sıra. sonra, denize sereceği ağın uçlarına bağlayacağı taşları almaya gitti. taş deyince, öyle aman aman bir şey değildir herhalde diye düşündüm. bir baktım ki, iplerle bağladığı altı adet arnavut taşını avuçlamış geliyor. hemen koştum yanına "dur abi! etme, eyleme!" diye. "ben alışkınım, belediye'de bize ne işler yaptırıyorlar bir bilsen.." dedi. yine üzüldüm ve yine belli etmedim.

tüm hazırlıklar bittikten sonra şapkasını ve t shirt'ünü çıkarttı. deniz, ziyadesiyle dalgalıydı. "bu dalgada nasıl açılacaksın?" diye sordum. elleriyle yaptığı kürekleri gösterdi ve "bunlarla" dedi. "birisi daha özenli olmuş. niye öbürünü öteledin?" diye sordum. ikisine de özenmediğini, özendiği zaman çaldıklarını, öbürünün şans eseri güzel olduğunu söyledi. ve ekledi; "usta adamımdır ben esasen" dedi. akabinde kayığın yanına gitti. kayığın kıç tarafından asıldı ve ayağının bastığı noktaya kadar koşturdu. ayakları yerden kesilince de, kayığa atladı. yaşlıydı belki ama, oldukça kuvvetliydi. küreklere öyle bir güç uyguluyordu ki, kelimeler kifayetsiz kalır. bir güzel serdi ağını, akabinde yanaştı kıyıya. gururluydu kolombo abi, yardım istemedi benden. kayığın ucuna bağlı halattan tuttu ve denizden çıkarmaya çalıştı. "abi, dur! etme, eyleme!" dedim. bir şey demedi. halatın ucundan avuçladım, o da kıç tarafından bana destek verdi. tekneyi kumsalın tepesine, makara sisteminin olduğu yere kadar sürükledik. "sağ ol" dedi, ve ekledi; "sen olmasan makaraya bağlamakla uğraşacaktım" dedi. ve yine ekledi; "sabah 6:30'da gel, ağı toplayalım" dedi. söz verdim, "geleceğim" dedim. bu arada, makara sistemini de kendisi yapmış.

yatana kadar o'nu düşündüm, yatmadan önce de alarmı kurdum. sabah, alarm çalar çalmaz kalktım ve hızlıca hazırlanıp, hevesle aldığım kırmızı fötr şapkamı taktım. akabinde koştura koştura sahile gittim. bir baktım ki, kolombo abi ağı toplamış, balıkları ağdan ayıklıyor. yanına gittiğim de, aramızda gerçekleşen diyalog şu şekilde oldu;

- günaydın kolombo abi.
+ geç kaldın..

(saate baktım o an)

- hayır abi, tam vaktinde geldim.
+ uyuyamadım. erken geldim galiba..

dedi. "doğrudur abi" dedim. kısa bir sessizlik oldu. sessizliğin ardından "ağın diğer ucundaki balıkları da sen ayıkla" dedi. hemen koştum diğer ucuna ve başladım operasyona. balıkları ağdan ayıklarken yine sohbet ettik. güldük ve de eğlendik. belli ki hasret kalmış gülmeye ve sohbet etmeye. sonra, tekneyi yine yukarı çektik. içini bir güzel temizledik ve yine ayak üstü sohbet ettik. bana hayatını anlattı. hayatının ne denli zor geçtiğini anlattı. hatta; gençliğinde nişanlandığı kızı bile anlattı. nişanı attıktan sonra kadınlara küstüğünü de anlattı. gözleri hep suluydu. belli idi dertli olduğu.. belli idi hayata küs olduğu..

sohbet bitince yakaladığı balıkların en kıymetlilerini bir kenara ayırdı ve bana verdi. ısrarla kabul etmesem de, torbayı zorla elime tutuşturdu. torbanın içinde; dil balıkları, eşkinalar ve de istavritler vardı. kendine ise kefalleri ayırdı. "ben kefali severim" diye de, ekledi. "kefali kim sever abi?" diyemedim. vedalaştık. elimde torba, eve doğru yürüdüm. yürürken yine duygulandım. ama bu öyle buruk bir duygulanma değil idi, mutluluktan duygulanmıştım. kısacık tatilimde karşıma çıkan bu koca çınar ile sohbet etme şansını elde edebildiğim için mutluydum. duygulanmamın sebebi de bu idi.

iki gün daha kocaali'de kaldım. iki gün boyunca kolombo'yu göremedim. gözüm o'nu aradı ama nafile, göremedim işte..

- kolombo abi, hiçbir şey için üzülme. sen, gönlü kocaman bir çınarsın. hiçbir şey üzmesin seni. doğarken ağladık be abi, bu son olsun!

ecel kapına dayanmaz ise şayet, seneye yine yanına geleceğim ve yine seninle kayığını sürükleyeceğim. bu sefer yakaladığın balıkları beraber pişireceğiz. hatta sana söz veriyorum; rakı da içeceğiz ve rakı benden! kendine iyi bak koca çınar!

edit: "sana neden kolombo diyorlar?" diye sorduğum da; "ben de bilmiyorum. kışın, hırsızları tüfekle kovaladığım için diyorlar galiba" demişti. çok gülmüştüm.

birkaç tane daha görsel gelsin;

https://eksiup.com/db271206019
https://eksiup.com/51da8f97871
https://eksiup.com/9fe3f122534
https://eksiup.com/267d24d8c67
https://eksiup.com/897fc84fe85
https://eksiup.com/d297ff64129
birkaç gün evvel bir işim için kadıköy - eminönü vapurunda yolculuk yapmaya hazırlanırken en arka koltuğa geçmiştim vapurda. ardından bir erkek ve bir kız tebessümle; özür dileriz bu koltuk müzik yapma yerimiz yan tarafa geçmenizi rica edeceğiz dedi. açıkçası ilk başta içimden şöyle düşündüm; ya yolcu kaldırılır mı yerinden. ne demek yani müzik yeri falan diye. ama saniyesinde tekrar düşünüp fazla da dolu değildi vapur ve bende zaten tek başıma olduğum için hay hay diyerek yan koltuğa geçtim. nazende sevgilim ve fikrimin ince gülü adlı şarkıyı söylediler. bu ezgiler eşliğinde denizi seyretmek öyle duygulandırdı ki. sonra içimden yine bu sefer gülümseyerek düşündüm. ulan iyi ki beni yerimden kaldırdılar ve iyi ki müzik denen şey var diye. ardından kumbaralarına bir miktar bıraktım, gülümseştik. güzel bir anı oldu.
şu an yurt partisinde (bkz: fındıkkıran) çalmasi.
Sadece aldıkları daha az diye sıramı verdiğim amcanın çıkarken '' ne kadar nazik bir hanımefendisiniz. '' demesi.

Gerçekten tüm gün boyunca gülümseyip durdum.
görsel
Delülülü delülülü... Delülülü delülülü...

+Proust Çiçekçilik, buyrun efendim?
-Efendini yisinler senin emi?
+Afedersiniz, anlayamadım.
-Len Gayıp Zaman, nörüyon len? Durmuşcan abinim ben, göyden.
+Kuzenimin dükkandayım abi, öyle bakınıyorum.
-Bana bi çiçek yapıvii, Hatçe Aba'na vercem, bu gece evlilik yıldönümümüz.
+Ooo abi, sana neler olmuş böyle! Ahahahahah. iyi iyi, 5 yılda bir böyle güzel şeyler yapmana sevindim.
-Sus len, gülme. Hemen eğlence buldun gendine değmi? Pezemeng !
+Tamam Durmuşcan abi ya, kızma hemen.
-Sus, amına goycem bak.
+Abi küfretme, sözlüğe yazıyorum ben bunları.
-Eheheuheuuheheuuu... Sözlüğe yazı yazılmaz len, sözlük okunur. Yeni gelime öğrenirsin gelime.
+Çiçeğin üzerine not olarak ne yazayım?
-Yazıvii işte bişiiler. Bunu da mı bana soruyon?
+Evet abi, eşin için bir iki güzel cümle söylemelisin.
-Len ben senin ağzına sıçayım emi. Tamam. Şunu yaz. Şunu... Iııııııı... Hııııııı.... Hımmmmm.. Nasıl desem... "Gözel garıcım..." Gülme len gülme.
"Gözel garıcım, seni tarlamız gadar çok seviyom. 12 dönüm gadar işte. Bi de tarlamızda yetişen domatlar gadar. Seni çok seviyom."

görsel
sen sokakta yürürken ortalıkta dolaşan kediler.gecenin bi vakti sigara içmek için balkona çıktığında yarasaların hayalet gibi ortalıkta gezinmeleri.boş vakitlerinde kafanda kurduğun hayallerin içinde yaşamak
bugün ilk kez tanıştığım 4 yaşındaki ela'nın bana "abla sen çok tatlısın." demesi.

yav minik sen daha tatlısın.
bazen beş senede bir, bazen senede bir uğruyorum sözlüğe. bugün de bir sene ardından girmişim. hatırlıyorum, üniversite sınavına girdiğim yaz yazar olmuştum, 8 sene önce.
üniversiteyi kazandığımı ve sonrasındaki heyecanlarımı yazıp yazıp durmuşum, hayaller kurmuşum.
bugün de (bkz: 19 yaşında olmak/#12876040) girdimle karşılaştım. "21 yaşını büyük görmek" demişim.
yaş oldu 27. içimi burkması gerekiyordu bunun, hatta iç burkan detaylara yazmam gerekiyordu ama gülümsedim inanın.
bir zamanlar 21 yaşını büyük görecek kadar saf ve komikmişim. hatırlıyorum da hiçbir şeyle karşılaşmamıştım. iyi ya da kötü. gülümsedim bu detaya.
aynanın tozunu alırken farkedilen altlarda izi çıkmış minik bebek parmaklarıdır.

hatta bebeklerden biri aynayı öpmüş sanırım.
Toplu taşıma araçlarında birinin sana yer vermesi ve bebekleri güldürmeye çalışmak için yapılan binbir türlü eylemler. Yazarken bile gülümsedim:)
görsel
"Sen bana bakma ben senin baktığın yerde olurum."
gülen gözlerinin bebeğinde,
kendimi görebilmekti dileğim.
görsel
bugün sabah erken saatlerde araba ile bir işim için hastanenin yolunu tutmuştum. yağmurda vardı. arabayı uzak bir yere park edip hastaneye doğru yavaş yavaş yürürken, hastanenin yanında bir sitenin çıkışında genç bir anne baba ile ilkokul'a bu sene yeni başlamış gibi görünen küçük bir kız çocuğu duruyordu. okul servisi tam geldiğinde yanlarından geçiyordum. annesi kızına, suyunu çantanın yan tarafına koydum canım kızım diye tembih ederken, baba da kızına el sallıyordu gülümseyerek, sonrasında servis hostesi servise bindirdi çocuğu el salladı ve gittiler. kendi kendime gülümsedim yürürken. kim bilir neler yaşıyorlar. bin bir zorlukları, olumsuzlukları elbette oluyordur. ama aile kurmanın çok güzel bir şey olduğunun kısa da olsa canlı resmini gördüm o anda. bu da hayat dair gülümsetti yeterince.
Kiz öğrencime Diyorum ki, 3 eşit kenar toplamı 210 metre ise bir kenarı kaç metredir? Nasıl bulcam bilmiyorum öğretmenim diyor. Diyorum ki 3 tane kolye aldın 210 lira, biri kaç liradır? E çok kolay ki 70 liraaa diyor. Kadın milleti her yaşta aynı.
maraşellerime diyorum ki neden her defasında üretimin yavaş ve sıkıntılı olduğunu söylüyorsunuz? biz mi çalışalım efendim diyorlar.
diyorum ki o kadar savaş esiri var neden siz çalışacaksınız.
ee biz de asgari ücret almak istiyoruz diyorlar.
bu nediryaa.
(img:#1833106)

3 yaşındaki yeğenim elif şöyle güzel 4 tane tatlı yapmış bize. annesine, kendisine, bana ve askerdeki babasına.

"ama babam askerden dönünce yicek."
Efendim yaklaşık yarım saat önce şakır şakır yağmur yağıyordu. Nisan yağmuru şifadır derler, toplayıp içilmesi faydalıymış.
Bir kap alıp koştum aşağıya, bahçeye koydum ve Yukarı çıktım. Camdan bi bakarım ki; yağmur Durmuş.
Hatta şu an güneş açtı. Hava pırıl pırıl arada gök gürültüsü oluyor ama bir damla yağmur yok.
bitkilerimle her gün ilgilenen bir insanım. başucumdaki nazlı aloe veramın iç saksısı dış süs saksısından 3 cm aşağıda durduğu için ve koca yaprakları kapattığı için aloe veramın yavrusunu yeni gördüm. ay nası mutlu oldum anlatamam. bir de ben bir tane yavrusu oldu sanırken tam tamına 5 tane yavrusu olmuş nazlımın. güzel güzel büyüsünler inşallah *
sokak simidinin görüntüsü ve kokusu.
En yakın arkadaşla karşılıklı yapılan sadece sizin anlayıp güldüğünüz saçmalıklar.
Maaş veya ek gelir ödemeniz xxxxxxx no.lu hesabınıza yatırıldı.
bu sabah 05:45'de kalkıp, duş aldım. akabinde hazırlandım ve bastım kontağa.
sahil havası alayım niyetiyle çevirdim direksiyonu tarabya'ya, boğaz boyu beşiktaş'a kadar devam ettim. hatta, sabahın o saatinde bebek'te koşan tiplere bakıp; "helal olsun valla, bu saatte üşenmeyip koşuyorlar" bile dedim. hem de, şifahen.

neyse, bjk'den akaretler'in o hoş arnavut taşlı yoluna vurdum dört tekerlekli oturgaçlı götürgeci teşvikiye'ye varmak için. tam sırta varmak üzereydim ki, önümdeki araç durdu. o esnada sağdaki binanın mimarisi hoşuma gidince, inceleyeyim azıcık dedim. gözümün yanıyla öndeki aracın devam ettiğini fark edince de, parmak ucuyla basıncı uyguladım gaz pedalına.

hop, bir de baktım ki, yaya var tamponun dibinde. panik fren yaptım. neyse ki, elim bir hadise yaşanmadı. adam, hiçbir şey demeden kaldırıma doğru yöneldi. yanaştım yanına, "özür dilerim, sizi fark edemedim" dedim. gülümsedi, "önemli değil" dedi. "nereye gidiyorsunuz?" diye sordum, "teşvikiye" dedi. "ben de oraya gidiyorum, buyurun, bırakayım sizi" dedim, kabul etti. kısa da olsa konuştuk. şans bu ya, teşvikiye'den sonra hisarüstü'ne geçecekmiş. ben de kuruçeşme'ye gidecektim teşvikiye'den sonra. kuruçeşme'ye gitmeden önce hisarüstü'ne bırakmayı teklif ettim. zaten yakınlar, salla direksiyonu aşağı ara sokaklardan, al sana kuruçeşme.

kahvaltı yaptık küçük bir börekçide. sohbet de ettik azıcık. işini halletmek için veda etti. tabii numaralarımızı almıştık. saat 10 civarlarında aradım "ben gidiyorum, bitti mi işin?" diye. o da beni bekliyormuş. konum attı, gittim yanına. hisarüstü'ne kadar yine sohbet ettik. sonrasında ise bıraktım yeni arkadaşımı, sallandım sahile doğru.

sabah sabah gülümseten bir detay oldu benim için. arkadaş olduk. haftaya, rakı içeceğiz. *
Arkadaşlarla AVM ye gitmiştik. AVM de down sendromlu bireyler için bir etkinlik hazırlamışlardı, tabi ortalığı kalabalık görünce merak edip etkinlik alanına yaklaştık etrafı izlemeye dalmıştım aniden 8 9 yaşlarında kısa boylu bir kız çocuğu boynuma sarıldı, ilk başta bi duraksadım sonra down sendromlu bi birey olduğunu fark ettim. O kadar güzel geldi ki böyle küçük bir şeyin beni o kadar gülümseteceğini hiç düşünmemiştim.

21 mart down sendromu farkındalık günü.
Az önce bir öğrenci ben ders anlatırken baktım dalmış boşluğa bakıyor. Gittim başında dikkatini çekmeye çalıştım hiç oralı olmadı. Sonunda varlığımı farketti, göz kırptım sen hayırdır manasında. Hayal kuruyordum ve böldünüz, tekrar aynı hayale dönemem de şimdi dedi kitabı kapattı. Güleyim mi kızayım mı bilemedim. Hayır hayal bu, özel, sorulmaz da ne hayali kuruyordun diye.