Doğru bildiğim ve yapmam gereken herşey için Elimden geleni ardıma koymamak. Bazan da içimden gelen sese kulak verip değişmeyeceğine inandığım tüm şeyler için boş yere uğraşmayıp oluruna bırakmak. Yani; Olduğu kadar, olmadığı kader. Çoğu zaman da kendi kendime -sus karışma oğlum bak işine- derim.
“Tam büyüdüm artık ben yeaaaaa! Akıllı, mantıklı hareket eden, iyi bir arkadaş çevresine sahip bir kız oldum artık.” Dediğim anda çaaaaaat diye “siktir len sen mi shajsjajaj” dercesine hayatın bokkktan mizah anlayışının bir parçasına dönüşüyorum. Yok öyle büyük sorunlar değil de insan işte oturup emek verdiği hayatına anlık salaklıklarla insan aldığı için kızıp duruyor. Jahrein sevgilisi tarafından aldatılan birine demişti “gerçek dünyaya hoş geldiiin, merhaba. Artık sen de hayatına alacağın insanlara hemen güvenemeyeceksin. Artık ince eleyip sık dokuyacaksın.” Çok haklı.
En kötüsü de değer verdiğin insanların gelip seni salak yerine koyması. Öyle kötü oluyor ki uffff. Çok arabesk mi oldum? Olduysam da oldum bana ne! Ama salaklık bende cidden ince eleyip sık dokumak ve affedici olmamak gerekiyormuş.
Hayatın her alanında fark ediyorum ki her şeyin "ya tam ya hiç" olmasına bakıyorum.
Mesela evden okula giderken spor olsun diye koşmak bana çok saçma geliyor, spor yapacaksam o amaçla çıkıp koşarım ben. Dinleniyorsam hakkıyla dinlenip, çalışıyorsam hakkını vererek çalışmak isterim.
Bir şeye gerçekten ilgi duyarsam gecem gündüzüm o oluyor, ilgisizsem ve sevmiyorsam bir saniye tahammül etmek bile zor geliyor.
Sırf bu bakış açım yüzünden ciddi bir şeye kalkışmak için çok fazla motivasyona ihtiyacım oluyor. Kalkışırsam da önümde önümde hiçbir şey duramıyor. Hem iyi hem bayağı kötü bir özellik.