hayat yalanları yalan olarak görmemeyi becerebilme sanatıdır. eğer yalanlara inanmak olarak bakılırsa meseleye inanılamaz. hayatta bir yalanı dahi görmemek gerekir. yani pollyanna'cılık oynuyor diye küçümsediğimiz insanların sahip oldukları bilgeliğe saygı duymalı ve gerçekçiyim pozunda gezenleri bu söz ile uyarmalıyız.
(bkz: hayata dair dersler 1)
turkce tercumesinin niteliginden suphe edilen sozdur.
bir sanat olmasini bir kenara birakip eylemi cumle icinde kullandigimizda, mesela, "yalanlara inanmayi biliyorum" dedigimizde aslinda kendimizi ne yapmis gibi hissederiz?
yalanlara inanmak: (1) yalan olduklarini biliyorum, demek ki inanmiyorum. (2) yalan olduklarini bilmeden inaniyorum, sonradan farkediyorum, ya da birisi beni uyariyor.
yalanlara inanmayi bilmek:(1) yalan olduklarini biliyorum ama inanirmis gibi yapmayi biliyorum. (2) yalan olduklarini sonradan anliyorum, ama bu salakligimla beraber yasamayi biliyorum.
yalanlara inanmayi bilmeyi sanat haline getirmek: (1) yalanlara inanirmis gibi yapmakta ustayim. (2) surekli keriz yerine konmayi cok guzel sindiririm, yuzumden hic bir sindirim bozuklugu okunmaz.
ve en nihayetinde, (1) hayat, surekli yalanlara inaniyormus gibi yapilmasi gereken bir surecten ibarettir. (2) hayat, insanlarin size yalan soyleyecekleri, sizin onlara inanacaginiz ama farkettiginiz anda bile tepki vermemeniz gereken, hicbir sey olmamis gibi devam etmeniz gereken bir surectir.
bana gore bu iki anlama da gelebilecek bir tercumedir. peki hayat aslinda hangisidir?
hayat böyledir, hayat şöyledir genellemelerinin içinden çıkmış farklı bir versiyon.'' hayat bir nefestir aldığın kadar, hayat bir kafestir kaldığın kadar'' diyenide görülmüştür.'' hayat sızısını iliklerine kadar hissettiğim bir acıymış, hayat yalanmışşşş'' çığlıklarıda duyulmuştur.sonuç olarak kasmaya gerek yoktur.
"...madem bu kadar çok uyduruyorsun, niye gidip bir akıl hastanesinde tedavi olmuyorsun? haklı bir soru. ama en azından soru kadar da haklı bir yanıtı var: zamanım olmadı. evet, evet. gerçekten buna hiç mi hiç zamanım olmadı. yaşamayı yarıda kes. oralara git. birtakım insanları deli olduğuna inandırmaya çalış. inandıramayınca evine dön. dolma yap, dişlerini fırçala ve kitap oku. geri kalan yaşamını da delirmeyi bile becerememiş bir insan olarak geçir. çekilir şey değil doğrusu. aslına bakarsanız birkaç iyi denemem olduğunu söyleyemek zorundayım. alçakgönüllü olmanın anlamı yok, gerçekten de hiç fena değillerdi. ama en iyisi, kendimi odama kapattığım çalışmamdı. o güne kadar yazdığım bütün saçmalıkları yakmaya başladım. bu denemenin iyiliği, kopardığı gürültüden geliyor. çünkü birinin kendisini bir yere kapatması nedense diğerlerini pek korkutur. sanki dışarıda kaldıklarına bozulurlar; onur meselesi yaparlar. ancak, tahmin edebileceğiniz gibi sonuç olumlu olmadı; iki gün sonra karnım acıktı. acıkmak ne kelime, midemdeki gürültü öyle yüksek bir perdeden seyrediyordu ki, delirmek fikri bile saçma gelmeye başlamıştı. ayrıca gözlerim uykusuzluktan yanıyordu. övünmek gibi olmasın, kapı deliğini kapatıp orada uyumak gibi bir olanağım varken, diğerlerinin bütün aşamaları izleyebilmesi uğruna bundan vazgeçmiş ve yiğitliğe bok sürmemek için iki gün boyunca gözümü kırpmamıştım. ayrıca, yaktığım lanet yazılar, bu kez nefes borumda bir çamura dönüşmüştü. süre üç güne yaklaşırken, çok onursuzca bulmama karşın dışarı çıkmak zorunda kaldım. böyle durumlarda duyduğum utanç, asla sözcüklerle anlatılamaz. büyük bir masa olsa, altına girsem ve kimse beni görmese diye düşünürüm. ama işe bakın ki, tam o anda, dünyanın bütün masaları, el ele vermiş, neşe içinde uzaklaşır olurlar. ben, yine her zaman olduğu gibi cascavlak ortada kalırım. hem delirmenin yığınla reklamını yapmışsın, hem de delirmemişsin. sormazlar mı adama?
sonraki denemelerim, daha antrenmanlı olmama karşın, bu kadar yankı getirmedi. birkaç intihar girişimi, birkaç kriz, yatıştırıcılarla geçiştirilen birkaç gürültülü gün... bunların ilgi çekeceğini kim söyleyebilir?
...
bütün bunların gerçek olması hoşuma gitmiyor işte.
bu ucuz gerçekler yüzünden, fidel, durmadan yalanlar uyduruyorum. " *
bir dokunuşta yitip gider hayat. bir dokunuşta geri gelir sessizce, bir başka dokunuşta yitirilmek üzere. yine ve yeniden.... belki tüm bunlar su ile ateş arasında bir yer olmadığından, hayat ile öykü arasında ve düş ile gerçek arasında bir yer olmadığından.
kendisine söylenen yalana inanmak isteyen kişinin avutucu sözü; o zaten baştan o yalanı gerçek olarak kabul etmiştir ama yok eğer kaldıramayacağı bir yalanla karşılaştıysa * cesare mesare dinlemez insan, bildiğini okur, sanata yolunu gösterir.
kaldı ki hayat güzel geçsin olayları için yalanlara göz yum, onlara inan inan, nereye kadar? sonunda en ummadığın, her şeyin güzel gittiği bir an gözün açılır, artık bu sanatı başaramamaya başlarsın; tüm gerçekler yüzüne soğuk su etkisi yapar. işte o zaman hayat diye bir şeyin kalmaz. sözün sahibi cesare pavese de hayatının sonunun kendiliğinden gelmesini bekleyememiş, sanatını yürütememiş, olanlar olmuş. demek ki hayat, üstünde tanımlar yapılmayacak kadar geniş kapsamlıymış.