sırf orhan gencebay'ın aklım takıldı sarkısını jenerik olarak kullandı diye izlenesi film. fragmanından anladığım kadarı ile istanbulun yuttuğu hayatlardan birini anlatıyor.
bakırköy galleria iş merkezindeki koskoca sinema salonunda tek başınıza izleyebileceğiniz filmdir. sinema salonunu şahsı al-i'nize kapatmış gibi hissediyorsunuz. egonuz tavan yapıyor.
konu çok basit; ergenlik döneminin ortasında, annesi babası ayrı bir kız çocuğu,baba pis işlerle uğraşan, kızıyla pek ilgilenmeyen bir adam ve yatalak bir dede.fakat konuyu ele alan kişi reha erdem olunca, öyle bir komposizyon anlatım tekniği gözler önüne seriyor ki dumur olup kalıyoruz.etrafındaki olayları farklı açılardan algılayan bir insan reha erdem.filmin neredeyse 15 dakikası küçük kızın içinde bulunduğu durumum bir temsili olan kayığın dev gemilerin arasında dolaşmasıyla geçiyor.film boyunca insanın içinde rahatsız ediciliği zamanla artan bir yumak büyüyor.buna hayat ın sürekli my only sunshine adlı şarkıyı tekrarlayan kırmızı küçük oyuncağının etkiside büyük.filmdeki orhan gencebay parçaları genel isyankar havanın en büyük temsilcisi.zor boktan dünya içerisinde geçirilen yaşama, hayatın din kültürü kitabından okuduğu - '' tanrı bizi dünyaya, bolluk ve bereket içerisinde yaşamamamız için yollamıştır'' ama biz niye bok içerisinde yüzüyoruz aq - anlatımı vardı ki bence en güzel kısım orasıydı.ve ve ve filmin sonu; demin bahsettiğimim içimde büyüyen yumağın yok oluşunu sağlayan son dakikalarıyla izlediğim en farklı ve güzel türk filmleri listesine bir numaradan giriyor hayat var.
arabeski daha önce hiç dinlemediğinizi öğreten film. çünkü bu müziğin anayurdu bu sokaklar, milleti bu insanlar... ve de tokat gibi film, ne demiştik 'hayat vaar, hayat var...'
bu kadar güzel bir arka fonda bu kadar karamsar bir hikaye, belki de işin içinde hayata dair birazcık bir şey varsa, onda bu güzelliğin faydası çok. son olarak; sevginin gülümseten yanı bu kadar koyu bir resimde daha belirgin ortaya çıkıyor, herkese en zor zamanda güzel bir ses dilekleriyle...
film fragmanın baya bir uzun halidir. * filmin repliklerinin tamamı yine bu fragmandaki kadardır. içinde beş vakit filminden unsurlara rastlanıyor. görüntüler kadrajlar yine çok güzeldi. hiç bir filmden sıkılıp uyumadığım için bu filmde de sıkılıp uyumadım. oyunculuk güzeldi. reha erdem'in filmleri herkesin anlayıp sevebileceği tarzda değildir. beni de genelde kararsız bırakmıştır ama kötü demek çok haksızlık olur. yanlız filmden çıkınca etkisi pek kalmıyor. hindi, oyuncak ve kızın çıkardığı o rahatsız seslerin tekrarlı sahnelerinin dışında.
2009 yapım reha erdem filmi. beş vakit'ten daha iyi, korkuyorum anne'den daha sakin bir film. yine delice freud göndermeleri, yine olağanüstü çekim ve görüntüler. hayat'ı başarıyla anlatan ender filmlerden.
dandik filmlerin reklamı yapılıyor ancak böyle sanat eserlerinin reklamları yapılmıyor. hal bu iken dandik filmler izlenme açısından tavan yaparken böyle sanat eserlerinin adını bile duyan yok. hasılı böyle filmleri seçip seçip izlemek gerek üstadım.
elit işcan'ın boyundan büyük işleri layıkıyla yerine getirdiği ve reha erdemin ustalığını konuşturduğu mükemmel sayılabilecek film. kimse hayatını kendisi seçmiyor, hayat şartlarına bağlı olarak insan bütün koşullara adapte olabiliyor. ne zaman ki kendi kararlarını kendin vermeye başladın işte o zaman hiç gülümsemeyen o yüzün yanlış yapıyor olsan bile gülümseyebiliyor. tekrar tekrar izlenmesinde fayda var, hayat var. *
hayat var'ın imdb sayfasında "bu filmle alakalıysan biradercan, ahanda şu filmler de ilgini çekebilir diye düşünüyorum, sen ne düşünüyorsun, hıa?" köşesinde mouchette adını gördüğüm an, işte o an hatırladım ki çay suyu koymuştum ve bir hayli zaman geçmişti ve şimdi demleme zamanıydı... çayı demleyip geldikten sonra "evet ya, mouchette adındaki küçük kızın öyküsü ile benzer noktaları gerçekten de var lan!" dedim. ama hayat'ın hikayesini anlatan reha erdem konuyu robert abiden daha iyi işlemişti nazarımda. ortaya yine evrensel kalitede bir iş çıkararak benim gibi bir sinema sevdalısına saçma salakça bir gurur yaşatıyordu. varsın saçma varsın salakça olsundu. yaşardım ben o gururu. yaşatırdım. yünivörsal işler yapan bu toprakların çocuklarıyla gurur duymayacaktım da kiminle gurur duyacaktım?
bu arada filmin ecnebi görüntü yönetmeninin hakkını da teslim etmek gerekir. görüntüler kusursuz... "peki ama bu kadar kusurlu bir hayat öyküsünün, bu kadar kusursuz görüntülerle anlatılması fazla steril olmamış mı?" gibi bir gıcıklık yapıp giderim yoluma lucky luke gibi... bambaşka hayatların izini sürmeye... bambaşka maceralara.. ne de olsa önümüzde koca bir hayat var... (yuh, nerden nereye geldin ve nasıl bitirdin be oğlum tacettin?)
bir film hayata açılan bir kapıdır sözü çok klişedir ama napalım klişeleri seviyorum. hayat var da işte böyle hayata açılan bir kapı. gerisi çokca spoiler içerir.
--spoiler--
öncelikle mekan olarak istanbul ve çevresi kullanılmış ancak mekanların birbirinden coğrafi olarak farklı yerlerde kullanılması ve kolajlanmasıyla mekansız ve zamansız bir hikaye algısı yaratılmaya çalışılmış. istanbullu muhabbetti yeri ve mekanı vurgulamak için değil bir sınıfı yani statüyü belirtmek için kullanılan bir argüman.
tek motorlu tekneyle seyahat etme, evden okula gitme fikri gerçekten iyi bir buluş. bununla birlikte sürekli denizle ya da suyla muhattap olunma durumu yönetmene çok güzel fotoğraf kareleri vermiş.
kızımız hayat 14 yaşında-yamulmuyorsam-, annesi babası birlikte değil artık ve annesinin kocası ve yeni bir çocuğu var. kendisi herhangi bir aidiyet duygusu duymuyor, ne annesine ne babasına. bunun nedeni onlardan nefret etmesi değil yaşamdan ve onun öncüllerinden nefreti ve duyduğu kindir zannımca ve çok güzel. büyüleyici bir güzelliği var ama bunun bir önemi yok çünkü daha çocuk. ötesi değil sadece çocuk.
bakkaldan dedesinin ihtiyaçlarını almak için girdiğinde, faşizm bir fallik figürle karşılaşıyor. adam belki hayatının hiç bir evresinde istediği olamamış ve bunu içten içe besleyen çevresel faktörlerle bütün hayatının hırsını sapkınlıklarla doyuruyor bellil. hayat çaresiz. hayat yapayalnız. kimsesi ve birşeyi yok. adam dayıyor hayata çırpınıyor bir kuş gibi. ama kaderini değiştiremiyor. intikamını adamın çikolatalarından çantasına doldurarak alıyor. çünkü daha çocuk ama artık yaşlı bir çocuk o. sonrasında bakkalın sapıklıkları artıyor. hayatın belline attırıyor. sonrasında da tecavüz ediyor. yatıyor yerde hayat ve çaresiz. ama ağlamıyor. çünkü yapılacak bir şeyin olmadığını zaten yapmaya da gerek olmadığının bilincinde.
babası da gemilere kadın pazarlayan bir pezevenk. onun gemiye yolladığı hayat kadınlarından birini geminin güvertesinden atıyorlar. sikip atmak deyiminin vücut bulduğu bir ortam oluşuyor.
--spoiler--
sapıklık ve sapkınlığın evrenselliği ve düşene tepkinin arasbekliği içerisinde güzel bir yapıt olmuş. izlenesi.