hayat hayaller ve yıkımlar

entry86 galeri0
    26.
  1. hayallerle surdurdugun hayatina yine hayallerinin son vermesiyle olusan ucludur.

    "O olmazsa yaşayamam demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Yaşarsın çünkü.
    Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
    Çok sevmeyeceksin mesela.
    O daha az severse kırılırsın.
    Ve zaten genellikle O daha az sever seni,
    Senin O'nu sevdiğinden.
    Çok sevmezsen, çok acımazsın."
    3 ...
  2. 27.
  3. ..ve dahi topukları kıçına vura vura koşturan "kaygı"nın kolunda, sıkı sıkı düğümlü çingene bohçası bir şey, çıfıt çarşısında bak-la falı açan..
    2 ...
  4. 28.
  5. işsizliğin bir yıla dayandığı ve herşeyin sorgulanmaya başlandığı andır.
    1 ...
  6. 29.
  7. 30.
  8. hayatın oluşturdugu tek sey yalnızlık.. inanmadıklarınız ve inançlarımız, hayallerimiz ve yaşadıklarımız hep sevişirken, yorgun düşen tek şey ruhumuz. yorulan bedenlerle sadece çogumuz nefes alıyoruz..ve günler bize eşlik ederken, yüzümüzdeki izler kalbimizdeki yaraları temsil ediyor. bu yaralar kurduğumuz ama hep yıkılan hayallerimiz..Geceler artık bi korku duvarı çoğumuz için. anlatamadıklarımla dolu benimde rüyalarım. hiç tükenmeyecek sandığım şeyler yitip gitmekte. Hissetmek istedigim duygularım doğum sancıları çekmekte. günler sorgularla geçmekte. buna hayat diyolar işte..
    1 ...
  9. 31.
  10. herkesin izlediği değil yaşadığı bir üçleme... müthiş üçleme... yüzüklerin efendisi gibi fantastik ve heyecan verici, matrix gibi karışık, baba gibi gerilimli, testere gibi her an ölümle yanyana...

    hayatı tamamlayan ve insana yıkımları ile en acı tarafını gösteren hayaller bütünü... başlangıç, gelişme ve sonuç...
    0 ...
  11. 32.
  12. bazen, en zayıf anınızda vazgeçebileceğin üç şeydir... küçük diyaloğlardan öğrenip hayatı, büyük umutlarla hayaller kurarak, sonucu yıkımlarla dolu olsada vazgeçmemektir...

    - seçkin geldi! neden geliyor bilmiyorum... o da bilmiyor zaten neden geldiğini... sanırım başka bir şansı da yok... buraya gelmek zorunda...
    - ne güzel değil mi?
    - güzel olan ne ki?
    - abi seçkin geldi de, acıtıyor içimi be abi... her şey acıtıyor, bazen diyorum siktir et onu ve kendı hayatından çıkart belki de çok güzel olur?
    - biliyor musun? eskisi gibi mutlu olurum yine en azından önüme gelenle mutlu olabilirim... belki de etrafımdaki saçma sapan insanlardan kurtulurum...
    - ben bu olmak istemiyorum! çünkü geçmişimi istemiyorum... hiçbir şey istemiyorum.... hiçbirinizi istemiyorum... belki de hayatıma tek devam etmem gerek ama o da olmaz... dostlarda lazım....
    - onlarla hep zarar görüyorsun farkında değil misin?
    - bilmiyorum ben de bilemiyorum inan ki!
    - bazen onlarda gerekiyor ama "o" gerekmiyor be abi... kesinlikle gerekmiyor... çünkü bize acı veren "o" kişi onu biliyorum...
    - belki hepimiz biliyoruz...
    - ama acı veriyor değil mi?
    - cevabını bildiğin soruları sorma bana!
    - o zaman içelim abi, kahvemizi de içelim... hani şu tüm halisülasyonlardan bizi çıkartan kahvemizi...

    + bildiklerimin neler olduğunu bilemezsin? hiç tahmin etmedin onları! hiç düşünmedin, aklına gelmedi hiç! neyi bildiğimi
    kendinde sorgulamadın hiç! kendinden değerli değildim senin için, sen hiç değer vermedin bana, bildiklerime...
    + şimdi sen söyle?
    + neyi bildiğimi nereden biliyorsun? neler düşündüğümü bilmeden neden biliyormuş gibi davranıyorsun?
    + ben gibi mi olacaksın? ben gibi mi olmak istiyorsun yoksa?
    + peki ben nasıl biriyim söylesene?
    + bilmek istiyorum nasıl birisi olduğumu?
    + bunu bana söyler misin?
    + bana beni anlatır mısın?
    + lütfen?...

    peki o zaman sen mutluluğu nasıl bir şey sanıyorsun söyler misin? mutluluk aslında aradaki bir kaç güzel şey değildir... mutluluk bir kaç güzel şeyden ziyade anlar toplamıdır... mutlu zamanlar yoktur, mutlu anlar vardır... ancak sen o anları toparlayabiliyorsan bir zamana ulaşabilirsin... ve mutluluk bazen istekler dışındadır... hayatın getirilerine göre kendini ayarlayan insanlar sanırım en mutlu ölenler oluyor...

    "ben mutlu olmak istiyorum" diyince hiç kimse mutlu olamaz... önemli olan istemek değil başarmaktır... sonuçta her güzel şey gibi mutluluğun da sonu var... önemli olan o anı yakalamak... yakaladın mı sakın bırakma bazen ağızla kuş tutmaktan daha zordur çünkü...

    hayatını hayallerin yüzünden yıkımlar halinde yaşama, artık birine aşık olma, birine sadece gözlerinle bak, duygularınla değil! bunu yap...

    ve hak edeni bugün sev, çünkü yarının garantisi yok! zaten detaylara bakarsan hakikatten yok!...

    ama şunu unutmamak gerekir bu üçleme içinde;

    - elbet bir gün anlıyorsun hiçbirisinin unutulmadığını... hiçbirisi yok olmuyor beyninimizin dehlizlerinden... hiç ummadık bir zaman da karşımıza çıkıyorlar, hiç reddedemeyeceğimiz benliklerine karşılık o an ki yaşadığımız mutlulukları
    teklif ediyorlar...

    ve biz, ne reddedebiliyoruz ne de mutluluklarımızdan vazgeçebiliyoruz... biz, aslında bizler, tarihin ve hayatın nefret ederek yazdığı bir dönemin insanlarıyız...

    biz hiç olmamışlardanız!...

    peki sen?

    hiç olmamak, hiç olmamışlık ne demek bilir misin?.
    1 ...
  13. 33.
  14. hayat:yıkılması beklenmeyen hayal
    hayal:yıkımsız bir hayat
    yıkım:hayalsiz bir hayat
    3 ...
  15. 34.
  16. --spoiler--
    babam cennette varolan binlerce güzellikten bahsederdi. hepsi inanmam içindi tanrı'ya. hurilerden, altından ırmaklardan, sonsuz nimetlerden bahsederdi. cehennem şantaj yaptığı da olurdu. ben ise küçücük bir çocuk olduğum için inen göz kapaklarımı tek bir soru cümlesi ile açmaya çalışırdım:

    "baba" derdim, "cennette uyku var mı?"

    sureleri ayetlere ayırırdı. her zaman inançlı olmuştur babam. tanrı'ya, insanlara ve bana.
    bir türlü bir gram uykuya hasret küçük oğluna uyku bulamadığında ümitsizce cevap verirdi:
    "oğlum" deyip, saçlarımı okşadıktan sonra eklerdi:

    "cennette uyku yok."

    işte böyle bir gece vazgeçtim tanrı'dan ve o'nun olan her şeyden. cennetinden, cehenneminden. en güzel mekanında dahi benim için hiçbir güzellik yoktu."

    sustuğunda dostum, göz göze geldik. vazgeçişlerinin kılıfları, ümitsizliklerinin heykelleri. gözlerinden geçen hayalleri. ve biz.
    o kadar yorulduk ki bu oyunu oynamaktan. ve, o kadar sıkıldık ki birbirimizden. ama bir gün..."
    --spoiler--
    *
    2 ...
  17. 35.
  18. --spoiler--
    kimsenin olmadığı bir evin duvarı gibiyim. dört bir yanımda sessizlik bazende soğukluk .ürküyorum ışıklar kapanınca bazende her açıldığında..sakin sokağımın stresli delisi yada çılgın bi semt'in ümitsiz bi şairi belkide yaşlılığın korkusunu atamamış biri. anlıyormusun bütün derdimi; aşkın en yoksul erkeğiyim ve de hiçbir umudu olmayan yanlız bir serseri...
    --spoiler--

    bir yıkımın ardından yeni bir sen yaratabilirsin, yine de yıkıntıdan kalkan tozları hep ciğerinde gezdirirsin!
    3 ...
  19. 36.
  20. --spoiler--
    -rio, hayatta en çok yapmak istediğin şey ne?
    -her şey. ben bu hayatta her şeyi yapmak istiyorum. hiçbirinin bir farkı yok diğerinden.
    -neden?
    -çünkü her şeyi yapabileceğimi biliyorum. hiçbir prensibim ve alışkanlığım yok. cüce bir erkekle ya da kolları olmayan bir kadınla sevişebilirim. maden işçisi ya da katil olabilirim. ben bir deneyim. konum da hayat. dolayısıyla hayatta en çok yapmak istediğim şey yaşamak. her şeyi... "
    --spoiler--

    hakan günday - zargana
    2 ...
  21. 37.
  22. --spoiler--
    o gece, o bodrum katında gördüğüm de kendisini gözlerimiz kaçmadı boşluktan. baktık inatla birbirimizin içine. içimizi gördük sulanan gözlerimizin ardında. sıktık dişlerimizi. "rest" çektikçe dumanların altında, ikimizde çoktan vazgeçmiştik kazanmaktan.

    kazanmaktan vazgeçtiğimiz için kaybetmeye çalıştık. kaderin cilvesiydi sabaha kadar kazanmamız. ve, hayatın bize yapmış olduğu en boktan şakasıydı. inanamıyorduk bir düşman gibi girmiş olduğumuz bodrum katından kol kola yürüyen iki sevgili olarak çıkmamıza.

    güneş doğmaya yüz tuttuğunda sorduk birbirimize:

    -bana gelmek ister misin?

    cevaplarımız gülüş oldu yankılandı sabahın aydınlığında boş sokaklarda. "sana mı gelme mi istiyorsun?" diye başka bir soru sorduğumuzda karşılıklı, tekrar güldük ve o melun soruyu sorduk son kez:

    -sen kimsin?

    aynalara bakmaktan vazgeçtik. duvarlara bakarak kestik sakallarımı, ve ellerimize değenlerden ibaret oldu yaşam. hissetiklerimiz kadardı dünya. başka da bir şey değil.
    --spoiler--
    *
    1 ...
  23. 38.
  24. --spoiler--
    şimdi saat sensizliğin ertesi
    yıldız dolmuş gökyüzü ayaydın
    avutulmuş çocuklar çoktan sustu
    bir ben kaldım tenhasında gecenin
    avutulmamış bir ben

    şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
    ki bu yaşlar
    utangaç boynunun kolyesi olsun
    bu da benden sana
    ayrılığın hediyesi olsun

    soytarılık etmeden güldürebilmek seni
    ekmek çalmadan doyurabilmek
    ve haksızlık etmeden doğan güneşe
    bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
    mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun..
    şimdi iyi niyetlerimi
    bir bir yargılayıp asıyorum
    bu son olsun be bu son olsun
    bu da benim sana
    ayrılırken mazeretim olsun

    şimdi saat yokluğunun belası
    sensiz gelen sabaha günaydın
    işi-gücü olanlar çoktan gitti
    bir ben kaldım voltasında sensizliğin
    hiç uyumamış bir ben

    şimdi dişlerimi sıkıp
    dudaklarıma kanamayı öğrettim
    ki bu kızıl damlalar
    körpe yanağında bir veda busesi olsun
    bu da benden sana
    heba edilmiş bir aşkın
    son nefesi olsun

    kafamı duvara vurmadan
    tanıyabilmek seni
    beyninin içindekileri anlayabilmek
    ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
    bütün saatleri öylece durdurabilmek için
    çıldırasıya paraladım kendimi
    lanet olsun!
    artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
    olsun be ne olacaksa olsun
    bu da benim sana
    ayrılırken şikayetim olsun ..

    --spoiler--

    (bkz: ayrılığın hediyesi)
    2 ...
  25. 39.
  26. önceleri daha kalabalıktık, daha çok gülüp paramızla mutluluk satın alırdık ve bunu bilenler etrafımızda hep bizimle olurdu... sonraları yavaş yavaş etrafımızdakiler cebimizdeki parayla orantılı olarak gitmeye başladı bunu biz geç anladık... şimdilerde cebimizde hiç paramız yok etrafımızda da kimse...

    Bazen ara sıra birileri tuttu ellerimizden ne cebimize ne de etrafımızdakilere bakmadan... sonra zamanla onlarda gitti... uzun kalmayacaklarmış, biz yanılmışız uzun kalacaklarına ve her şeyimizi önlerine sermişiz... yaptığımız ikinci hatamız oldu bu...

    sonra eksildik deniz kayadan parçalar götürdü, sayımız dörde düştü... hala arada gelip gidenler varr farklı zamanlarda aynı nedenlerle... kelebekleri uçuşturmak için etrafımızda... ama unuttukları bir şey var bir günlük ömrü olan kelebek neden o gününü hayatını hiç umursamayıp siyahlar içerisinde geçirenlerin etrafında olsun ki? yine gittiler, geliyorlar arada sonrada gidiyorlar... tek artan bira ve şarap şişeleri ile birlikte cigerdeki katran oranı başka da bir şey değil...

    şimdilerde bir tek bende dolaşıyor kelebek diğer üçü gülüyor bana... biz birbirimize hep güleriz... eğlencemizide, kahrımızıda birbirimize yansıtırız... isteyen alır yanında taşır isteyen kaldırıp çöpe atar... önemli değil...

    önemli olanlar ya da önemli olduklarını düşündüklerimiz gittiler... şimdi yeni önemler lazım eskiyi aratmayan bu bir tek bende var ve buna gülüyorlar... olsun gülmek bazen güzel oluyor siyahlar içinde...

    sonra susuyoruz bir masanın etrafında otururken hiçbir şey söylemiyoruz birbirimize... derin bir nefes daha alıyoruz sıgaramızdan kapalı mekanlarda kanunları sevmiyoruz çünkü... sonra birisi bir şeyler anlatıyor onu tartışıyoruz uzun ya da kısa bir zaman diliminde... "hadi kalkın eve gidelim" diyor birisi herkes evine gidiyor... ceplerimizde hüzünlerimiz var dışarı çıkarken saklıyoruz onlar maskeleri takıyoruz yüzümüze kimse gerçeği görüp korkmasın diye hayat dolu maskelerimizi... biz ceplerimizi dolduruyoruz nikotin kokulu ellerimizdekilerle hayat dolduruşa getiremiyor bizi...

    vazgeçiyoruz sonra yaptığımız planlardan dört kişiyiz sayıyoruz her defasında eksilen var mı diye... oturuyoruz bir masanın etrafına can sıkıntısından oyunlar oynuyoruz tv de hayvanların hayatı var insanlarınkinden daha çok ilgimizi çekiyor nedendir bilinmez... sonra yeniliyor iki kişi ceplerimize doldurduklarımızdan sıkışan paraları çıkarıyoruz biraz daha sığara ve alkol alıyoruz... sonra seyretmeye devam hayvanların hayatını... insanlarınki mide bulandırıyor çünkü...

    - kimde sıra?
    - ben gittim en son kaptana!
    - ben gitmem!
    - o zaman kağıt çekelim ufak çeken gider?
    - anlaştık!
    - bana uyar.
    - sktir 2'li geldi.
    - Hadi hayırlı yolculuklar.
    - bana bira almayı unutma!

    "aslında kımse onemlı degıldır... onemlı olmalarını bız ıstedık, onlara anlamlarını bız yukledık ve belkıde en buyuk hatamız buydu... arık kımseye bır anlam yuklmeye gerek yok eger bır anlamı varsa zaten o bıze yukler..."

    insandan bozma maymunların dünyasında hayvanlar alemini hayranlıkla izlemek bizim yaptığımız... kimseye mantıklı gelmeyebilir... beklenilen bir kişi var... belki ondan sonra masada hep eksikler de olacak... belki de masa hiç olmayacak... ya da biz? ama keşke sizler olmasaydınız maske takmak zorunda kalmazdık o zaman...
    1 ...
  27. 40.
  28. giriş; hayatla başlar. rahimden çıkış, ilk nefes alma, ilk ağlama, ilk sığınılan ten, ilk gülüş, ilk adım, ilk sözler...

    gelişme; hayallerle devam eder. kocaman hayal balonları, o kocaman balonların uçamayacağı anlaşılmayacak kadar bilinen fizik kuralları, maneviyatta ve egoda yapılan tavan. realistlikten uzak hedefler, karıştırılan amaç ve araçlar...

    sonuç; yıkımlardır. ilk gerçekten uyanış, iç acıtan günaydınlar, yenilen tekmeler, yorgun düşen beden, çocukluğunu yitiren ruh, beyazlaşan saçlar, kendini sağlama alma çabalarında yaşanan hayal kırıklıkları, örülen kalın duvarlar, kalbin yağ bağlaması, hükmeden beyin ve yok olan umutlar...

    kısacası " yaşam " konulu kompozisyonun planlama evresinin öğeleridir bunlar. bir bir hayatımıza girer, önce umutlandırır, sonra gülümsetir en sonunda sikip atar. sana da onun yaktığı zevk-ü sefa sigarasının dumanında boğulmak kalır.
    3 ...
  29. 41.
  30. daha ne yapmak gerekir bilmiyorum. nasıl mutlu olunabilir? her şey tamamlanmışken daha ne canını sıkar insanın? neden bu mutsuzluk? neyi arıyoruz? ya da ne bizi aslında mutlu eder? mutlak huzura kavuşmak için ne yapmak gerekir? anne rahmine dönme şansımız olsaydı keşke! keşke bir şeylere cevap verebilecek birileri olsaydı...

    etrafımdaki her şeyden ve herkesten kaçma isteği neden? neden hiçbirisi huzur ve mutluluk vermiyor? bir günüm diğerine neden bu kadar ters geçiyor... sevgili, aile, dostlar neden hiçbirisi uzun zamanlar boyunca huzurlu tutamıyor beni? neden bu sktir olup gitme isteği?

    bir yerde yanlışlık var... çarkın dişleri bir yere sürtüyor ve arıza çıkartıyor... neden diye sorgularken her şeyi kendimi hiçbir şekilde suçlu çıkaramıyorum... benim yanımda huzur ve mutluluk bulurken birileri ben neden bulamıyorum... çok sıkıldım... herkesden ve her şeyden... çok çabuk bitiyor heyecan, çok çabuk oluşuyor içimde kalkıp gitme isteği en çok zevk alınan yerden bile...

    sonra hafiften yanıyor insanın içi, kırıp dökmeye başlıyor tüm eşyaları, etrafındaki insanların kalbini... ne var bir kalp daha kırmışım çok mu yani? bugüne kadar kırdıklarımın yanında hiçbir şey... birini daha üzmek hiç koymuyor artık vicdanıma... dışarı çıkarken yanıma almadığıma pışman olmuyorum vicdanımı... ne önemi var başka gözlerin yaşarmasının? ne kadar umrunda olur ki yanında oturanın aslında sana çok uzak olduğu? iyi ki almıyorum vicdanımı yanıma bir de onun yükünü taşımak zorunda kalmıyorum bu salak istanbul sıcağında...

    insanları üzmemek ve kırmamak için çırpınanlar komik geliyor bana! ölüm olduğunu unutmuş gibiler sanki... ölümün olduğu bir dünyada, birilerini mecburen üzmenin olduğu bir dünyada neden bu çırpınış? nasıl olsa üzülecekler, hiç olmassa baştan üz ki sonunda gidişine üzülmesinler!...

    gitmek neden bu kadar zor geliyor bir türlü anlamış değilim... düşününce geride kalacakları -ki bu düşünme sürem 15 dakika- hiç de zor görünmüyor... ama bir el var, göremiyorum, bir ses var net duyamıyorum gidişime engel oluyor... "dur gitme, daha çok yanacak cigerlerin, daha çok düşüneceksin her şeyi" der gibi geliyor bana görünmeyen ve her gün küfürler yağdırdığım o şey...

    "hiçbir şey bilmiyorum" diyorum hadi artık bitir şu işkenceyi... ya öldür ya da azad et beni bu nemli, rutubetli şehirden... bırak gideyim, alayım ağzımın payını... kendimi kandırıyorum gittiğim yerler güzel olacak diye... gerçeği öğrenmeden beni azad et gideyim... birak beni ben aslında o huzur dolu insan değilim... sıkıldım her şeyden, gülmekten, yürümekten, düşünmekten, plan yapmaktan salak saçma hayaller kurmaktan... git ben de gideyim...

    nedir beni böyle yapan çözebilmiş değilim... hoş çözmek için çaba göstermeyende benim... bir kitap okuyorum gitmeyi "cennete kavuşmak" olarak adlandırmış... sonra başka bir kitap "aradığınız hazine aslında ömrünüzü geçirdiğiniz yerdedir" diyor... sonra aklıma o şiir geliyor...

    yeni bir ülke bulamazsın, baska bir deniz bulamazsin.
    bu sehir arkandan gelecektir.
    sen gene ayni sokaklarda dolasacaksin.
    ayni mahallede yaslanacaksin; ayni evlerde kir düsecek saclarina.
    dönüp dolasip bu sehre geleceksin sonunda. baska bir sey umma
    ömrünü nasil tükettiysen burada, bu kösecikte,
    öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde....

    ve ben bir türlü ne gidebiliyor ne de kaldığım yere alışabiliyorum... hiçbir şey yapmadan, düşünmeden, kimseyi umursamadan, önemsemeden "o"nu, kırarak tüm kalpleri, vicdanımı ellerimde ezerek, kızgın umarsız birine dönüşüyorum...

    iyi mi? kötü mü? hiçbirisinin de aslında ya da artık önemi yok... bir ağaç diktim yeryüzündeki tek eserim onun gölgesinde sonsuzluğun başlamasını bekleyebilirim... hiç kimse rahatsız etmeden hiçbir hücremi...
    0 ...
  31. 42.
  32. sen de bilirsin bazı bazı olur insana bulunduğu ortamdan uzaklaşıp gitme isteği... bedeni bırakıp ruhun ve aklın bir süreliğine arş'a çıkması gibi... her insana olmuştur... kimisi becerebilmiştır bunu kimisi ise bocalayıp tepe taklak düşmüştür arş'tan aşağıya... arada bana da oluyor işte... yanımdakini umursamadan o anlık yok olma haline bürünüyorum... sessizce incitmeden etrafımdakileri ruhumu yükseltip, aşağıya bırakıyorum ki kendine gelsin...

    bir de söylemek istediklerimiz dilimizin ucundayken geçmiş yaşanmışlıklar yüzünden kelimelere dökemeyişimiz var.. bu aralar çok sık şekilde oluyor bu da... böyle bakıp gözlerine sevgi sözcükleri söylemek var ama yürek ne kadar söyle diye baskı yapsa da, akıl bir türlü buna yenilmiyor bildiğini ya da gördüğünü yalanmışlığın tecrübesini uyguluyor o anda ve susuyor... hiç susmaması gereken zamanlarda... ama merak etme! çok yakındır duymak istediklerin ve bambaşka bir ben! hani derdin ya "ben sabırlı biriyim" yine öyle ol sen bu sefer de bana sabret değsin buna...

    hayatın güzel olduğunu, yaşamanın ne şekil ve şartta olursa olsun her şeye değer olduğunu, siyah ve karamsarlığın geçiciliğini, bir karadeniz kasabasında günlerce usanmadan denizi izleyebileceğimizi, veremi ve kanseri bile o muhteşem duygu ile yenebileceğimizi, acıların tıpkı mutluluk gibi anlık olduğunu ve unutulduğunu, üstesinden gelindiğini çaresizliğin, gözlerinden dünyayı seyretmenin mucizevi bir şey olduğunu sonra el ele hiç yorulmadan uzun ve sessiz yürüyüşler yapılabilineceğini, ölümün "hani o en çok korktuğum ölümün" bile güzel bir hayat yaşandığında korkulacak bir tarafı olmadığını ve bunun gibi birçok şeyi başarabileceğimize inandırdığında ya da başarabildiğimizde...

    takılıp kalmadan hiç sevmediğim doğum günü yazılarına, umursamadan şerefsiz geçmiş insanları, antik acılarımı ziyaret etmeden ve hoşgörülü olduğunda saygı duyduklarıma bir mucizeyi gerçekleştirmeme neden olursun...

    hayalleri yıkmadan, gerçekleştirebilinecek ölçüde kurulduğunda üzülmüyormuş insan, acı çekmiyormuş sonrasındaki yıkımlarında..

    "umrumda değil hiç kimse ve hiçbir şey" derken bile umursayarak seni, "tamam sus yeterince incittin" diye uyarırken iç sesim beni, "şimdi kırdıklarını toplamak için çabala olum" diye düşünmeye başlıyor insan... kırmak bir saniye alırken kocaman bir yüreği, toparlamanın yıllar sürebileceğini hatırlıyorum sonra kendi kırılan kalbimden dolayı...

    geçmiş insan mezarlıklarının çokluğu üzerken bazı bazı insanı, bir yenisine daha tahammülü olmuyor... artık gömmek istemiyor yürekteki mezara başka birisini belki de bu yüzden kilitli kapıları kalbimin sen üzülme, ben yıkılmamayım...

    yok olman korkuturken bedenimi varlığına susamaya başlıyorum, şeker ve çikolata ile ilk defa tanışmış bir çocuk gibiyim... o bakkal hiç kapanmasın ben hiç çıkmayayım istiyorum şekerlemelerin içinden...

    sonra uzun uzun düşünüyorum evime dönerken toprağın bilmem kaç metre altında, bilmem kaç km hız ile giderken... "olum işte böyle bir şey heralde dillendiremediğin sevgi, yüzüne değil de yolcularken rüzgara fısıldamak gibi..." diyorum kimse bilmese de sessiz ve içimde büyütüyorum seni... parçalamadan gögüs kafesimi kalbimi dışarı çıkartıp yüzünü gösteriyorum utangaçlığına beni hayatta tutan tüm organlarım hayran kalıyor...

    ne çok saçmalıyorum, ne çok ve gereksiz yazılar var... çok az konuşup dillendiremediğime pişmanım her şeyi... bazen saçmalamak da iyi geliyor insana...
    0 ...
  33. 43.
  34. sonra uzun soluklu geçen hayatını bir anda rolantiye alıyorsun ve işte o zaman anlıyorsun hayatın aslında çok güzel geçtiğini, hiç geçmediğini hissettiğin halde...

    peki neden hayattan bu kadar nefret etmek?

    neden basit olaylarla mutluluğu aramak varken zoru istemek?

    hayatının hiçbir döneminde zoru başaramayacağını bildiğin halde neden onu bu kadar çok istemen? kolay olanı yapıp bir ömür mutlu olmak varken neden mutsuzluğu getirecek şeyler peşinden koşman?

    hiçbir cevabın yok değil mi?

    peki tesadüflere inanıyor musun?

    hani bir pazar sabahı saat 06:15'de çay bahçesinde gördüğün aşkına agıtlar yakmak gibi? hani aslında hiç senin olmamış sadece onun imkanlarından yararlandığın ve bir gün biteceğini bildiğin sonunda gerçekle karşılaşacağına hiç ihtimal vermediğin bir tesadüfün?

    peki salak olduğunu biliyor musun? hiç aşık olunmayacak birine aşık olduğunu ve aslında sen değil bu oyunda onun kazandığını hiç mi göremedin? bu kadar salak olmana sebep olan neden aşk mı?

    peki aşk bir salaklık hali mi?

    kesinlikle salaklık hali değil mi? yoksa hiçbir akıllı insan bunları yapmazdı!

    yani daha güzelleri varken kapısında bana ait olan o sözü taşıyan evden çıkmaman ne demek? neden " Tüm aydınlık düşüncelerinizi kapıda bırakınız..." yazılı bir evde yaşaman? hayattan bu kadar mı nefret ediyorsun? hayat sana ne yaptı ki bu kadar? ya da sen hayatının güzel geçmesi için ne yaptın da ondan hak istiyorsun? onu sevmemek gibi bir hakkın olduğuna nasıl karar verdin ki, ona hiçbir şey vermediğin halde?

    neyse sus, cevap verme tüm cevaplarını biliyorum nasıl olsa! neler diyeceğini de yazayım mı? hadi başlayalım;

    - ben istemedim, hayat böyle olmamı istedi!
    - hayattan nefret ediyorum çünkü o bana istediğim hiçbir şeyi vermedi!
    - aslında yaşamak mecbur olduklarımızın en başında gelen ve bizim mahkumluğumuz!
    - içiyorum çünkü sadece içtiğim zamanlarda hayatın aslında olmadığına vakıf oluyorum!

    ve daha niceleri... böyle gider bu...

    peki hiç düşündün mü hayatın bize istediklerimizi vermemesinin nedeni onları umarsızca bir anda yok edebileceğimiz olduğunu? hiç aklına geldi mi kapısından girdiğin o sduvarları siyaha boyanmış ve üzerinde asılı posterlere yazılmış acı sözler olan evin aslında bir son olduğu?

    peki sen biliyor musun hayatın bir kişiden değil bir çok kişinin birleşmesinden oluştuğunu? o kişilerin olmaması durumunda aslında hiç olmamış olma ihtimalini?

    yani yüzyıllık dünya tarihinde hiçbir yer işgal etmemenin ne demek olduğunu biliyor musun? aslında bir hiç olduğunu ve yaşadıklarının da hiçbir önem arz etmediğini bir düşün?

    düşündün mü?

    düşünemezsin çünkü bunu kimse düşünmez... herkes kendisinin dünyanın ve hayatın merkezi olduğunu ve bu senaryodaki başrolün kendilerine verildiğini düşünür ve hayattaki en büyük hatayı yaparlar...

    hayat ve dünyanın merkezi ne biziz ne de bu oyunun başrolünde biz varız... figüran bile değiliz... hiçbir şeyiz aslında, hiç olmadık ve/veya hiç olmayacağız...

    sadece geçerken uğradığımız ve fotoğrafımızın duvarlarında asılı olmadığı bir handır dünya bunu çözümleyebilmek ve hayata ciddi anlamlar yüklemek ya da yüklememek gerekir...

    anlamlarında bir önemi var! hiç kimsenin anlam yüklemediği bir şeye anlam yüklemek çok saçma olur ve hayatının o anını boşa geçirdiğin anlamına gelir... az biraz düşün tesadüflerin olmadığını aslında o çay bahçesine gitmenin senin kaderin olduğunu!

    düşündün mü bunu da?

    şimdi daha huzursuz olmalısın değil mi? çünnü işin içine artık tesadüfler değil de kader girmiş oluyor! hani inançlarımızın sorgusuz sualsiz kabul etmemizi gerekli kıldığı kader!

    inanınyor musun peki kadere? yani dediğin ve yazdığın gibi kader gerçekten varsa eğer cennete ya da cehenneme gicedeğimiz belliyse eğer yaşamak neden? direkt gideceğimiz yere gitsek olmaz mıydı? ne ala olurdu değil mi? bu çileyi ve işkenceyi aynı zamanda bu acıyı çekeceğimize direkt gitseydik kaderimizde yazan yere...

    sonra etrafından yüzlerce insanın geçtiği bir barda hayatın ne kadar kötü süprizlerle dolu olduğunu anlatıyorsun daha hayatla tanışmamış olanlara... boşa kürek çekmek gibi biliyor musun hayatı başkalarına anlatmak?

    peki sen biliyor musun hayat herkese farklı gülümser ve herkes bu gülümsemeyi yakalayamaz... sen de yakalayamamışsin ki buradasın ve etrafından geçen binlerce salağa aslında çok akıllı olduklarını anlatarak kandırmaya çalışıyorsun...

    kimse senden daha akıllı değil bunu yazan da okuyan da hatta bunlardan kendine bir anlam çıkaran da değil!

    hiç kimse senden daha iyi yaşayamaz senin hayatını o zaman neden başkalarıyla paylaşmak bunu? neden hayatına yön vermesine izin veriyorsun başkalarının? senin olana neden başkasının parmağı değiyor ve her şeyi olduğundan daha berbat bir hale getiriyor ve sonucunda yine sen üzülüyorsun?

    salaksın!

    ve bunu illa birinin söylemesi gerekiyor değil mi? çünkü sen salak olduğuna dahi inanmayan inançsız ve hayatı umursamayan ucubenin birisin! hiçbir hayat siyah duvarlar arasında geçmez, siyah insana huzur versede...

    ve hiçbir hayat yoktur ki kişinin kendisinden hesap sormayacak! sana verilen bu en büyük hediyeyi hor kullandığın için hesap vereceğini ve bunun hayatının en büyük sınavı olduğunu unutma! ona göre yaşa ve cevapların buna göre olsun! yoksa seni bekleyenleri tahmin dahi edemezsin!

    sen hesap sorulmayacak bir dünyada mı yaşıyorsun ki aldığın tüm hediyeleri bu kadar hoyratça kullanıyorsun?

    bir gün, o muhteşem günde yani sorulduğunda sana "benim hediyeme nasıl baktın?" diye cevabın; "siyah duvarlarla boyali bir oda, içki kadehleri ve kadınlar" mı olacak? eğer böyle olacak ise sen zaten en başından kaybetmişsin ve sana hiçbir kimsenin yardımı dokunmaz!

    hiçbir giden geri dönmeyecek gitmek onlara göre en büyük erdem çünkü ve sen ne kadar uğraşırsan uğraş, ne kadar çırpınırsan çırpın yaptığın ve/veya yapacağın hiçbir şey artık bugünü onunla yaşamana izin vermeyecek...

    peki sen bunu biliyor musun?

    aslında seni nelerin beklediğini bilen ve sana yardım etmeyen birilerinin olduğunu...
    0 ...
  35. 44.
  36. bazen sadece kelimelerden ibarettir ve karşısındakine öğüt vermeyi gerektirir zira başka şans bırakmamış bir üçlemedir...

    biz neden birbirimizi anlamıyoruz biliyor musun? sen acı çekiyorsun ben ise çok mutluyum! ikimizde büyüğüz yani... ikimizde yaşadığımız anı birbirimizin yaşayabileceğine ihtimal vermiyoruz, inanmıyoruz...

    aslına bakarsanda inanmamakta haklıyız... çünkü sen bir aşk acısı daha çekemezdin bende bir daha mutlu olamazdım ama hayat insana her zaman umduğunu vermez onu ihmal etmeyelim diye... ufak bir ihmalle bile bir çocuk gibi küsebilir hayat ama sadece bir çocuk gibi davranır hep...

    peki sana bunu anlatayım mı?

    şimdi ben yemek yiyeceğim ve sen çektiğin acıyı kelimelerle bana anlatmaya başlayacaksın ben yemekten sonra anlattığın yerden devam edeceğim çektiklerini anlatmaya...

    peki ben mutluluğu anlatmaya başlayınca sen devam edebilecek misin?

    az daha sabret, çok uzun sürmeyecek bana inan... inan ki daha az acı çek... şu an yaşadığından daha az bir acı!

    ne dersin bunun için inanmaya değer mi?
    0 ...
  37. 45.
  38. "hayattaki" pişmanlık ve hüznümüzün tek nedeni her şeyi geç bulup erken kaybetmemiz. yoksa "hayallerimiz", yaşadıklarımız harika ve mükemmeldi. tek sorun onlara doyamamak. başkada bir şey değil ya da "yıkımlara" alışmamız...
    0 ...
  39. 46.
  40. alevi titrek bir mum üflüyorum ve tüm dileklerim yok oluyor... dilemek kadar kaybetmek de basit oluyor... kolay olanı isterken hep, zoru gördüğümüzde ağlıyoruz, ilk tanıştığımızda dünya ile ağladığımız gibi ve hep doğum günümüzde sanki o ilk ağlayışın inadına gülüyoruz... insan ölüme bir adım daha yaklaşmasına nasıl sevinebilir ki?

    neden unutmaz insan hiçbir karesini bir günün? neden hep o günü yaşar üstünden kocaman bir yıl, yani 365 tane gün geçtiği halde... kaç tane kır çiçekleri yeniden ölüp dirildi, kaç tane yaprak toprağa karışıp gitti, kaç tane sevgili bir gülle sevgisini belli edip mutlu etti ve kaç tane gülün dikeni tenimize batıp bizi incitti... kaç papatya falı bakıldı "seviyor, sevmiyor" diye ve kaçı sevmiyorla bitti sevdiği halde?...(1)

    kaç dilek tutulur doğum gününde ve kaçı gerçekleşir ki? yürek bir pasta gibi kaç dilime bölünür bir hayatta ve kaç kişi yer o yüreği bir çırpıda? kaç kişi bir "teşekkür" bile etmeden çekip gider kendi payına düşen yüreği aldıktan sonra? gözler başka anlatırken hissedileni, dudaklar neden hep kötüyü söyler?

    kaç kişi mutluluk diler sen doğduğun için? kaçı yeni yaşını senden daha heyecanlı kutlar? kaç kişinin senin yeni yaşından bir çıkarı vardır? ve kaçı gerçek anlamda yanında olur yeni yaşında, mutlu ve güzel geçirmeni diledikleri yaşında... senin dilediklerinle onların dileklerinin kaçı uyuşur birbiriyle?... kaç dilek asılı kalır havada, giderken bırakılan bedenler gibi?

    ne çok soru var sorulan, cevapları zor olmayan... ne çok sinir bozuyorlar! ne çok merak ettiğim şey var doğum günü ile ilgili... doğum günü sadece gerçekten anne ve babaların sevindiği gün olsa gerek... ama tüm yapmacık sevinçleri görerek iyi dilekleri -ki olmasını isteyip, istemediğimizi dahi bilmeden- kabul ediyoruz...

    hepsini getirin dileklerin, yeryüzünde dilenebilecek her şeyi etrafımda toplayın, tek tek üst üste dizin hepsini bakalım arş'a değebiliyor mu? tırmanabiliyor muyuz bulutlara? başka bir dünya'ya geçebiliyor muyuz? Bir faydası olmuyorsa, bulutlara bile dokundurmuyorsa dilekler üfleyin mumu benim yerime, hiçbir dileğe ihtiyaçım yok! ihtiyaç sahibiplerine az kullanılmış dilekler satıyorum! sudan ucuz hatta bedava yeter ki almaya gücünüz olsun ya da yüreğiniz... ben, maskeyi takıp yüzüme ömrümü yok etmek istiyorum yalancı insanlar dünyasında... çıkarları için komikleşen insanlar dünyasında...

    - doğum günün kutlu olsun!
    - sen miydin?
    - evet
    - biliyor musun? bazen hiç doğmamış olmayı istiyorum ya da hiç kutlanmasın bugün! bazen her şeyin bir hiç olduğunu aslında doğmadığımızı, yaşamadığımızı, hayalleri ve yıkımları dolayısıyla da hayatı tümüyle uyuşturulmuş beynimizdeki geçici yanılsamalar olarak düşünüyorum. ne dersin sence de böyle bir şey olma ihtimali var mı? yoksa her şey çürümüş beyin hücrelerinin bir hatası mı? ya da her şey düşündüğüm gibi mi? yoksa gerçek mi bu olanlar?
    - kusura bakma ama hepsi gerçek! her şey, gördüklerin, dokundukların, hissettiklerinin hepsi gerçek! yanlış şeyleri düşünmek senin hayatını oldukça zedelemiş...
    - o zaman ölüme bir adım daha yaklaştığımı kutladığın için teşekkürler...

    Sonra, tüm günleri önemli kılan birileri çıkıyor, her güne ayrı bir anlam katıyor, her gün ayrı bir zevkli oluyor... dünyaya başka bakmaya başlıyor insan zamanında umursamadıklarını şimdi hayranlıkla seyrediyor, hayat gibi...

    iyi ki doğuyorsun sonra ya da "o an" içinde "iyi ki doğmuşum lan" diyorsun... ve oyun sona eriyor... kim kazandı bilemiyorsun çünkü ölen kaybediyor hep bu hayatta...
    Aslında bir tolkien kitabındaki karakterler gibiyiz... birisi bizi çocuğuna uyurken anlatacağı masallar serisi olarak hazırlamış ve kurgulamış... hatasız, mükemmel bir denge kurmuş sadece çocuğu uyusun diye hayal gücünü sonuna kadar gerçekleştirmiş...

    çocuk uyuyor bir masal dinleyerek ama o masal kahramanları hiç gülmüyor, hiç mutluluk yok, masalda bile bir sonu var herkesin hayal gücü bile insanı bir yere kadar yaşatıyor ve sonunda o çocukda dahil herkes ölüyor...

    "iyi ki doğmuşum" diyor insan sonra "bir masal kitabında da olsa bu hayatı görmek güzeldi" ile bitiyor kitap, gün, hayat ve hayaller...

    --spoiler--
    bir yıl daha alır götürür hayat elimizden.. avuçlarımıza bıraktıkları kalır geriye.. bir de ruhumuza işleyen izler.. *
    --spoiler--

    (1) bir yıl önceki doğum gününden bahsedilmemiştir her ne kadar herkes öyle anlasada... daha önceki bir doğum günü kastedilmiştir...
    0 ...
  41. 47.
  42. hayata başlar hayal kurarsın, sonra yıkılmasını izler biraz üzülür, biraz ağlar unutursun.
    Akıllanmaz yine devam edersin.. Taki hayaller cazibesini yitirceye kadar sonra gerçek haya ayak uydurur kabullenirsin.
    2 ...
  43. 48.
  44. her şey onunla başladı yeniden hayatta. bir çocuğun dünyaya gözlerini henüz açması gibi etrafta olup biten herşeyden habersizce sevmeye başlamıştı yüreği yeniden. geçmişin gölgesinden kurtularak yaşamayı seçmiş huzuru bulacağı yere gelmişti onca arayış sonunda. insan gözlerini açtığı andan itibaren hayatta hayallerinide kurmaya başlıyor özenle biriktiriyor onları, seyrettiği filmlerden okuduğu kitaplardan alıntılar yapıp eklemeye çalışıyor hayatının her anına bir parça daha. böyle yetiştiriliyor çünkü hayalleri olmadan yaşamayacağını sanıyor tüm dünyasını bu hayallerin üstüne kuruyor. bir gün hayallerini tamamlayacak kişiyle tanışıyor. elleri hayallerindeki o masum çocuğun elleri gibi küçük ve yüzü hiç kirlenmemiş bir masumlukla gülümsüyor ona. tek kelime etmiyorlar oysaki ama herşeyi anlıyorlar o ana kadar bekledikleri umdukları ne varsa artık onların olacağını biliyorlar. hayatının tüm hayallerini adadığı kişiyi bulduğunu sanarak ona hiç kimseye açmaya cesaret edemediği kalbinin kapısını açıyor ve oradan içeri girilmesine izin veriyor. bir gün geliyor içeri aldığın masum varlık bir şeytana dönüşerek tüm hayatını, hayallerini yıkıp sonun oluyor.
    1 ...
  45. 49.
  46. hayat:s.kt.r. boktan.
    hayaller:sevgliyle evlenmek, çok para kazanmak.
    yıkımlar:şu an için sevgiliyle evlenememek, az para kazanmak.
    0 ...
  47. 50.
  48. hayat bazen teğet geçtiğimiz fırsatları daha sonra nasıl kaçırdığımızı bize yaşatarak öğreten en büyük pişmanlığımızdır. seçmediğimiz bir hayatı yaşamak zorunda kalmak en büyük kavga etme sebepimiz ve isyanlarımızın çıkış noktası... isyan etmekten aklımızı kullanmak için zaman yetmedi... yetmeyen zaman ve yetişmek zorunda olduğumuz bir kavgamız yüzünden yaşamaya vaktimiz kalmadı.

    çok şey kaçırdık, çok hayat akıp gitti ve biz sadece baktık. çok bekledik, hala bekliyoruz artık hiç gelmeyecek olan mucizeleri... çok pişmanız hepimiz kaybettiklerimiz için. ne yapacağımızı bilmiyoruz. sadece bekliyoruz. çok saçma!... bu kadar çaresiz olamazdık. hiç böyle olmamıştık. inanmak istemiyoruz sonun geldiğine. bir şans daha olmalı öyle değil mi? pişman olduk işte! hadi bir şans daha ver bunu hakediyoruz!...

    son bir şans ve son sözümüzüde yazıyoruz. başka hiçbir kelime yok! tek bir satır bile yok! her şeyimizi anlattık yaşadığımız gibi. hepsi gerçek... hiç yalan yoktu ve siz inanmadınız!.. çünkü böyle bir hayat görmediniz, duymadınız, okumadınız hiçbir yerde. biz yazdık, siz görmediniz. hiçbir yardımınız olmadı yazık çok şey kaybettiniz, kaybettik...

    çok şey değiştirebilirdiniz inansaydınız. her birimizin harikalar yaratma olasılığı vardı çünkü bildiklerimiz bizi varsayımlara/olasılıklara dahil edecek kadar değerliydi. siz bunu yokettiniz! üzgünüz, size bunları gösteremediğimiz için ve siz pişman olun şimdi bizim pişmanlıklarla bir ömür geçirdiğimiz gibi...

    bitti sözler, yazılacak bir hayat kalmadı! kalsa bile anlatacak kelime yok artık! hiçbir cümle yazılamayacak artık yıkımlarımızla ilgili. tarihi sildik aklımızdan, günlerin bir önemi kalmadı önemli olan her şeyi yokettik. dünü, bugünü ve yarını hatırlamayacağız... bir tek zaman kaldı onuda durdurmak istemiyoruz. eğer isteysedik şimdi bu pişmanlıklarımızı bilemezdiniz. artık biliyorsunuz ve zamanı durdurmamak için bir nedenimiz de kalmadı. nedenleri ve sonuçlarını da becerdik! tecavüz etmediğimiz bir şey kalmadı! kaldıysa eğer onlarada dilimizle tecavüz ederiz.

    hayata işkence yaptık! bize doğruyu söylesin diye. hiçbir işe yaramadı. pişmanız, hayatı işkence altında öldürmedik diye. öldürseydik bunların hiçbirisi olmazdı ve biz de pişman olmazdık. bunu o kadar çok istiyoruz ki tüm oyunları bırakıp bir gerçeğe hayatımızı adardık. ölümü ve sonrasınıda. ama hiçbir şeyin gerçek olduğuna inanmadık! çünkü inançlarımızı da öldürdük!...
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük