Küçük nasırlı ellerinde, sızlayan yaraları ve içinde biraz ekmek... Kanın kurumuş rengi tenlerinde, yüzlerinde yaşlılara özgü derin çizgiler...
Yalnız değillerdi, sarı saçlı, iri gözlerinden kıvılcımlar saçan, yamuk gülümseyişiyle, kirli boynunu kaldırıp, abisine bakan minik beden biliyordu bunu...
Yükselen seslere engel olamıyordu, abisi demek, güven demekti... O korur, saklardı onu güneşten de, yağmurdan da, acı denilen şeyden de...
Ne olduğunu bilmiyordu çok duymuştu adını. O sadece 'başka çocuklar doyduğunda' , abisi böyle derdi aç kaldıkları günlerde, midesinde kötü şeyler olduğunu biliyordu, acı buydu ona göre.
Toza toprağa bulanmış çocuk, gözleri fıldır fıldır, her an bir tehlikeye hazır, bir eli ekmeğinde, diğer eli kendine sığınan masum kardeşinde, bekliyordu.
Abi olmak ne de zordu. Annesi başka bir adamla terkettiğinde onları, ölen babalarının mezarında çok beklemişlerdi. işte o gün öğrendi abi olmanın ne demek olduğunu...
Babası derdi hep;
Hayat bir duraktır...
Ne demek istemişti?
Ölmüştü oysa?
Hayat duraksa, gitmemesi gerekirdi... Otobüs yoktu ki ortada?
Anlamıyordu, sert kışın demir parmaklıkları döndürdü onu dünyaya...
Kardeşini çekti, kendi gibi, toz toprak yola girdi. Biliyordu, hayat bir duraktı ama beklemekle olmazdı.
Babasının bulduğu mutluluğu bulmalıydı...
Ekmeği ağzına götürdü, daha zinde hissetti kendini;
Mutluluk bu muydu ?
o durakta mutlulugun gelmeyecegini bile bile oturmaktır. hatta mal gibi beklemektir . bekleme mutluluk için bi şeyler yap önemli olan çabadır galiba ya olmadı takıl işte kafana göre.