hayat bir emrin var mi

entry4 galeri0
    ?.
  1. cezmi ersöz'ün 2006'da çıkan deneme tarzında yazmış olduğu kitabının ismidir...
    2 ...
  2. ?.
  3. Yıllar sonra itiraf etti. Üniversitede okuyan üç erkek çocuğu vardı ve faşizmin gemiyi azıya aldığı günlerdi. Silahlarını hayatlarının en üstün gücü sayan faşistler tarafından öldürülmemiz an meselesiydi. Küçükyalı MHP'de benim için "vur emri" çıkmıştı. Eve arka bahçelerden dolaşarak giriyordum. Sonra, biz geceleri derin uykulara daldığımızda, sessizce uyanıp sokak kapısının önünde, bir sandalyenin üzerinde sabahlara kadar bekliyormuş: Eve, kapıyı kırıp bizi öldürmeye gelen faşistlere önce kendi canı ve bedeniyle karşı koyabilmek için. Gün ışımaya başladığında biz onu görmeyelim diye usulca yatağına girer, biraz olsun uyumaya çalışırmış.

    Çoğunlukla bizim için katlandıklarını göremezdik. Yaptıklarını hemen hiç önemsemezdik. Titrek bir mum ışığı gibi yaşardı. Biz büyük düşlere koşarken, o küçük dünyasında bizim için eşsiz anları örerdi. Farkında değildik. Çok da konuşmazdık onunla. Bir şeyler anlatırdı, sıkılırdık. içten tek cümlemiz yeterdi, artardı oysa. O cümleyi kuramadık. Vaktimiz kısıtlıydı, devrim yapacaktık, Ama bizim için her gece kapı önünde canını siper eden annemizden haberimiz yoktu!.

    Annemiz, annelerimiz, bizden umudu kesince teselliyi birbirinde arayan kalbi kırık insanlar. Her gün önümüzden defalarca gelip geçen ve bizlere sırılsıklam âşık olan; ama sevgilerine asla karşılık bulamayan o bedbaht insanlar.

    Onların tren istasyonlarında, otobüs duraklarında, ağaç altlarındaki bankalarda birbirleriyle konuşurken, dertleşirken, birbirlerine kalplerini açarken görüyorum. Gözlerindeki derin acıları, çamaşır yıkamaktan kurumuş elleri, solgun eşarpları ve insafsız ağırlıktaki alışveriş torbalarının yardımıyla tanışıyorlar birbirleriyle. Hemen oracıkta çocuklarına duydukları o derin sevgiyi, o naif öfkelerini, parçalanmış hayallerini anlatıyorlar birbirlerine.

    Ah o evlatlar, o acımasız sevgililer neden hep böyledir onlar? Neden hep böylesine soğuktur kalpleri? işte hepsi binip gitmişlerdir arzu ve ihtiras tramvaylarına. Arada bir, bir lütuf gibi gelip yüzlerini gösterirler. Ama yanlarında asla kalplerini getirmezler. Düşünmeden ve özensizce konuşurlar onlarla, vakit geçirir gibi. Sıkıcı bir görev gibi!.

    işte çabucak geçti öfkeleri. Bir sessizlik girdi araya. O eski soru atıldı ortaya. Şimdi nerede ne yapıyorlar acaba? Sabah evden çıkarken ördükleri gül kurusu ya da uçuk mavi veya şarap rengi kazaklarını giymişler midir? iyi bir kahvaltı yapmışlar mıdır? O ışıklı omuzları gece açıkta kalıp üşümüş müdür? Eşleri onlara mutlaka iyi bakmıyordur. Çünkü sadece kendileri onları aşkla düşünüyordur. Çünkü aşkın olmadığı yerlerde geceleri omuzlar açıkta kalır. Aşkın olmadığı yerlerde mutfaklarda besleyici ve lezzetli yemekler pişmez. Aşk yoksa gözyaşı ve dokunaklı dizelerle örülmüş gül kurusu kazaklar giyilmez, unutulur. Aşkın olmadığı yerlerde koşullu sevgiler vardır. Herkes birbirine sevgisini ölçerek, biçerek verir. Oysa anneler çocuklarını, yani aşıklarını hep yarın öleceklermiş gibi doyasıya ve imkânsız bir aşkla severler.

    Oysa çocukları sevgililerinin kendilerine öyle ya da böyle veda edişlerini hiç unutmazlar ve hep yürek çarpıntısıyla anarlar da, ama annelerinin onlar giderken, evden çıkarken sırtlarına hafifçe utanarak, belli belirsiz dokunmalarını hemen hiç hissetmezler, hissetseler de üzerinde pek durmazlar. Omuzlarına o arkadan dokunuşun içinde çok büyük anlamlar vardır. O dokunuşta imkânsız bir aşk vardır oysa...

    Anneleri görüyorum buradan. Birbirlerinin kırık kalplerini sarmak, o umutsuz ve imkânsız aşklarının acısını dindirmek için tren istasyonlarında, otobüs duraklarında, ağaç altlarındaki banklarda bir araya geliyorlar. Gözlerindeki derin acıları, çamaşır yıkamaktan kurumuş elleri, solgun eşarpları ve insafsız ağırlıktaki alışveriş torbalarıyla.

    Titrek bir mum ışığında yaşayan annemiz, annelerimiz. Biliyorum her şey için çok geç değil; ama yaptıklarımdan utanıyorum. Çok utanıyorum!...

    (bkz: cezmi ersöz)
    1 ...
  4. ?.
  5. Kanal belli. uçurum oyunlarını seviyorlar. aşk malzemelerini ve moda repliklerini çok iyi kullanıyorlar. kakülleri ölümcül. çok iyi prova yapmışlar. avlarını iyi tanıyorlar. hüznü, çoşkuyu, trajediyi kullanmasını çok iyi biliyorlar. çok etkili yöntemleri var sahneye çıkarken. tam kalbe yöneliyorlar. derine işliyorlar. bıçaklarının ucunda hazzın ve acının mürekkebi var. eğer deneyimliyseniz. yüreğinizde saplanmış birkaç hançerin yarası hala usul usul kanıyorsa, karşı koyabiliyorsunuz. ama aşk mevsimlerinin çokca kurak geçtiği aşk ırmaklarının akmadan tıkandığı bu gariban ülkemizde çok kişinin, sahnenin böyle mükemmel olması açısından ve kalbe bu denli yoğun ışık tutulmasından etkilenmemesi pek mümkün olmuyor. duygularınız ayaktadır artık. aşk gelip kapınızı çalmıştır işte! virüs bulaşmıştır kalbinize. nasıl da derin bir iç acısıyla yanarsınız. iş, okul dünyevi şeyler basit ve anlamsız gözükür size. dünyanın yaşayan son aşığınısınızdır. ve büyük görev artık size verilmiştir. uzun bir yolculuğa çıkmışsınızdır. her şey hazırdır çünkü. aşk oyuncusu kız, şehrin bütün labirentlerini biliyordur. şarkıları, dizeleri, gizli evleri, pusulaları... çok tecrübelidir. aşkın oyuncaklarını birer birer önünüze sunmuştur işte. içinizi alev tutmuştur. bu aşk için ödeyeceğiniz bedeli hayatınızla, son nefesinizle ölçersiniz. gençlik acılarınız, çocukluk eziyetleriniz ayaklanır. aşk sizin için özgürlük ve isyandır. işte elinizden tutulmuştur. devrim ayaklarınızın altına gelmiştir. ama heyhat! bir anda ayaklarınız suya erer. siz bu aşk için bütün ömrünüzü sorgulamaya başlamışken, aşkın perisi o kaküllü kız için her şey bir iki gün içinde başlayıp bitmiştir. yanında bir başka erkekle çıkar karşınıza. duvara çarparsınız. peki ne olmuştur dünyanın en son aşk gerillasına? sıkılmıştır. sevgisi bitmiştir. yanılmıştır. yanındaki kendisini rahatlatıyordur. onu sevmiyordur. aslında kimseyi sevemediğini anlamıştır. işte öyle arada bir duyguları ayağa kalkıp, sonra düşünüyordur. garip bir kızdır!

    sonra ne yapar biliyormusunuz o kaküllü kız? size her şey için teşekkür eder. "ne olur kusura bakma" der. "işte ben böyleyim!" siz gençlik acılarınızı, çocukken çektiğiniz eziyetleri, şiirlerinizi, sırlarınızı, gözyaşlarınızı ondan birer birer geri alırken, içinize batırılmış bir hançeri, adeta kanatarak dışarı çıkartıyor gibidir.

    "aşk, en püriten halidir", "aşıklar bir şövalyedir" diyen duyarlı dostlarım. ne olur, o aşkı bir ölüm gibi alnına düşürmüş kötü kadından uzak dur. yıllardır erkeğin oynadığı cinai rolü, bir intikam havarisi gibi oynamaya kalkan kadını oyuncaklarından tanı. sırlarını açma ona. şiirlerini verme. yaradılışına karşı kötücül bir oyunu başlatmış olan bu yeni kadın cinsinden kalbini sakın. su gibi berrak; aşka en uzun, en sahici yolu gibi bakan o kadını bulmak senin hassas ruhun için zor olmasa gerek. güzergahını değiştir. "ya hep, ya hiç" de. yolun açık olsun...

    (bkz: cezmi ersöz)
    0 ...
  6. ?.
  7. Oldum olası içsel yolculukları, bağlanmayı, mistisizmi ve aşkı severim. Aşkın insandaki en yoğun mistik duygu olduğuna inanırım. Âşık insanları bilge, derviş ve üçüncü gözü (feraset gözü) açılmış insanlar olarak görürüm. Aşk acısının, evreni yaratan yüce bir güç varsa (kimse o) onun tarafından verilmiş bir tılsım olduğuna inanarım.

    Aslında hiçbir dine inanmam. Dinciliğin insanlığı yozlaştıran akımlar ve güçler olduğuna inanırım. Papazları, hahamları ve imamları hiç sevmem. Bu kişilerin dünyadaki yoksulluğun, baskıların ve can sıkıntısının bekçileri olduğunu düşünürüm. Kiliselerde, camilerde, sinagoglarda içim boğulur, duramam. Ama zaman zaman içim daralınca, aşk ırmakları tıkanınca, en yakın bildiğim insanların anlayışsızlıkları, bencillikleri ile karşılaşınca, hiçbir kadının benim sevgime layık olmadığını anladığımda, bir güce, esirgeyen, şefkatle koruyan, sonsuz hoş görülü bir güce yakarıp, ağlamak, ruhumu ona açıp, onunla dertleşip, birleşmek isterim.

    Alkol içimdeki mistik duygularımın kapısını açan tılsımlı bir anahtardır. içimdeki o uzun yolculuğa alkolle başlarım. Alkol içimdeki lambanın ışığını yakar. Alkolle,'' ölmeden önce iyi insan '' olurum. Hırslarım, kıskançlıklarım, dünyevi zaaflarım, bencilliklerim pençelerini içimden çeker. Alkolle aşkın ve bilgeliğin yolları açılır. Geriye doğru rüya görmeye başlarım. Sevdiğim bütün kadınlar, çocukluk arkadaşlarım, mücadele dostlarım, unuttuğum kardeşlerim hepsi aklımdan, rüyamın sahneleri içinden birer birer geçer. Kalbimin çektiği filmdir o. Sevdiklerim, dostlarım, yakınlarım beni istedikleri gibi kırabilirler. Bencil ve hoyrat olabilirler bana karşı, olsun ben aşk yoluna çıkmışımdır. Gözlerimi içime çevirmiş, alkolümü yudumlamış, içimdeki ışığı yakmış, rollerini sevgililerimin, dostlarımın kardeşlerimin oynadığı filmi seyre koyulmuşumdur. içimdeki o büyük yolculuk başlamıştır.

    Geçenlerde, yazdığım senaryoda geçen bir tarikata gittim. Tophane' deki Kadir - i tarikatında zikir vardı. iki katlı ahşap bir evin ikinci katına çıktığımda 40-50 adam, '' Allah... Allah... '' diyerek heyecanla büyükçe bir odanın ortasında dönüyor, dans ediyor, birbirlerine sarılıyor, heyecanlı sesler çıkararak kendilerinden geçiyorlardı. Zikirleri, yani mistik dansları iki, üç saat sürdü. Açıkçası bu adamların içinde bulunduğu ortamı, hiçbir şeye inanıp onun etrafındaki bu duygusal bütünleşmeyi tuhaf bir kıskançlıkla izledim. işte kendilerine benim ve benim gibi birçok insanın bulamadığı bir manevi iklim yaratmışlardı. Kısa bir süre için de olsa birbirlerine derinden bağlanmışlardı...

    Zikirden sonra hemen hepsinin yüzünde garip bir sevinç, bir hafiflik, bir arınmışlık vardı. Bizim gibi insanların arasında pek rastlanılmayan bir duygu iklimiydi söz konusu olan. Duydum ki bu tarikata meyhaneden gelip katılanlar varmış. Burada '' meyhane ile Tanrı arasında güzel köprüler '' kuruluyordu demek ki. Burada mezhebin, dinin katı kurallarının çokça önemi yoktu. Hoşuma gitti. Bir kez olsun bu coşku dolu zikri yaşamak istedim. Belki kendimi omuzlarıma binen endişe yüklerinden kurtarırdım. Yakınlarımın, arkadaşlarımın, bencil arzularını, hoyrat sözlerini, düşüncesiz hareketlerini biraz olsun yüreğimden atar, şu gelip geçici dünyada birkaç saat olsun, yerçekiminden kurtulabilirdim. Ama nerede ? Zikir bitti. Adamlar yüreklerinde hafifliği, o mistik coşkuyu atar atmaz, hemen birbirleriyle polemiğe başladılar. '' Sen niye iki adım öne çıktın? '', '' Siz arkadan geç geliyorsunuz. '' '' Ayaklar tempolu değil. '' '' ikinci grubun sesi duyulmuyor. '' vs. vs. Tanrım meğerse o coşku yumağı hesaplı kitaplı bir folklor gösterisiymiş. Sıkıntılı bir müsamereymiş. Düşlerim alt üst oldu. Ben insanların kendi ışıklarıyla, ne hissediyorlarsa, içlerinden geldiğince zikir yaptıklarını ve özgürce hareket ettiklerini sanıyordum. Ama pek öyle değilmiş. Ben yakıştırmışım bütün bunları onlara. Üzüntüyle ayrıldım tarikattan. Bir meyhaneye girdim. Bir ufak rakı söyledim. içimin ışığını yaktım. Başladım içimdeki rüyayı seyretmeye. Bugüne dek âşık olduğum kadınların yüzüne yaklaştırdım içimin ışığını. Tanrı da bendim, din de, aşk da bendim...
    *
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük