Doğduğumuz anda kıçımıza vurulup, nefes almamız ve ağlamaklı bir şekilde feryadı basmamızla ilk adımı atarız. hatırlamıyorum ama annemizin memesinden emdiğimiz sütün verdiği haz kadar başka iyi bir şey var mıdır o dönemde? varsa da boklu kıçımızın temizlenmesidir herhalde. Sonra annemizin bize verdiği sevgiyle büyüyüp gelişir umutlar, ama daha hazır değilizdir başka kucaklara alınmaya yine de inkar edemeyiz, konuşamıyoruzdur ki daha. sen git annem gelsin diyemeyiz. dünyalar güzeliyizdir hep annemize göre. zaten önünde saygıyla eğildiğim biri varsa o da hep annemdir, yanlış anlaşılmasın babam değil "annem".
bir anaokul çağına kadar anlamazsın çok fazla evde geçen diyalogları ya da çok kulak vermessin. ya topunun peşindesindir ya da bebeğinin... uyuturlar seni laflarıyla, sorgulamaya kalktığın her mantıklı bir şeyde, mantıksız cevaplarla karşılaşabilirsin ama sorgulamazsın ki yine... küçükler bilmez ne de olsa fazla bir şey.
hoşlanmadığım hatta tiksinip nefret ettiğim kişilere bile saygılıydım daima. keşke böyle davranmasaydım dediğim ilk şey buydu belki de. ama bilemezsin ki o zamanlar...
uzak yolculuklara çıkmayı babamdan öğrendim o zamanlar, ilk dayağımı ağabeyimden yedim, altı yaşımdayken bir çocuğun başına sokakta bulduğum koca taşı atmayı kendiliğimden öğrendim.
ilkokul zamanlarımda parlak bir öğrenci sayılabilirdim ama daha çok hırslıydım sanırım. sınıftaki veletler ip atlarken ya da top oynarken davranışlarını değerlendirirdim insanların. mesela, son derece saygıyla konuştuğum ilkokul öğretmenimin neden aynı saygıyı bana ya da diğer öğrencilerine karşı göstermediğini sorguladım. ya da yaşıtlarımın neden sosyal bireyler haline dönüşemediğini... sorguladım da sorguladım işte.
ergenlik yıllarımda neden insanların aklından geçenleri dışarı yansıtamadığını öğrenmeye çalıştım. yaşıtlarım neden her hafta düzenli sinemaya gitmek, sevdiği tarzlarda kitap ya da albumler almak yerine dershanelere gönderiliyordu? o çocuklardan biri bendim ama öğle aralarında babamın yemek için verdiği harçlıkları ya kitaba yatırırdım ya dershane çıkışlarında sinemaya giderdim. film izlemek önemliydi benim için...
karşı cinsten nefret ettiğimi her fırsatta yansıtmaya çalıştım arkadaşlarıma. "ben böyle şeylerin adamı değilim, arkadaşlıklarım bana yeter; onların bozulmasını istemem hiç bir zaman" dedim.
nitekim öyle de oldu sağlam arkadaşlıklar kurdum, geçici "aşkım, bebeğim bilmem ne" muhabbetlerinin yerine sanata dikey indirip içine girmeye çalışmakla ya da nasıl dahil olabiliriz diye tartıştık.
şimdi hiçbiri yok, kimse kalmadı ara sıra mailleşiyoruz.
üniversiteye girişim ise tam bir hayal kırıklığı oldu. 3. senem olmasına rağmen hala bırakmayı düşünüyorum, ders çalışmanın çok da gerekli olmadığı daha çok mantıkla yapılabilecek sayısal bölümler arıyorum hala.
20 li yaşlardayım ve bu genç yaşımda bile sonum ne zaman gelecek diye düşünmekteyim...
işte hayat böyle dostlar...