bir insan bir tene ne anlatabilir ki? bir zamanlar dokunduğu, parmak uçlarıyla ve nefesiyle gezindiği, üzerinde uyuyakaldığı, gözyaşını uyluklarına düşürdüğü, üşümesini dindirdiği, kokusunu içine çektiği, ürpertilere boğduğu, kıvrımlarında kaybolduğu, sanki kendine has bir beyni, bir nabzı, bir aklı varmış gibi davrandığı bir tenle ne konuşabilir ki bir insan?
bir insan bir tene ne sorabilir ki? bir zamanlar üzerine görünmez harflerle sevda sözleri yazdığı, şehvetten eğilip büküldüğü, saçlarıyla süpürdüğü, ateşiyle yanıp, yakıcılığıyla kavrulduğu bir tene neyi, nasıl sorabilir ki?
--spoiler--
şimdi sen orada oturuyorsun ya..ve aramızda bir masa bir kaç da sandalye var ya..akşam olmak üzere ve pencerelerde aralık kalmış ya.. içimi ürperten birşeyler var ya..anlatamıyorum sanırım.. diyorum ki; tenini görebildiğim tek noktan boynun ve omuzbitimin arasındaki o kızıla yakın yer ama ben sanki uyluklarını da, kasıklarındaki kemikleri de, titreyen göğüslerini de, dizkapaklarının ardındaki gamzeleri de görebiliyorum.. ve içimi en çok birtürlü görmeyi, gözümün önüne getirmeyi beceremediğim sırtın ürpertiyor.. biliyorum uykusuzsun iki gecedir.. biliyorsun ağır bir gribi yeni atlattım ben de.. ve biliyoruz ki dokunmamalıyız tenlerimize..bu büyük bir yangının başlangıcı olabilir.. içim ürperiyor.. bahar belki şimdi başlıyor ikimiz için..cemre belki odamızın tam ortasında biryerde.. içim üşüyor.. sırtın kamaşıyor.. göremesem de titriyorum sırtının ortasındaki çukura benzer çizgiye çarpınca düşlerim..
güneş batmak üzere sevgilim.. aramızda şimdi bir masa, birkaç da sandalye var. ve içimde büyüyen dokunma isteği giderek dayanılmaz bir hale bürünüyor. aramızdaki bütün duvarlar titriyor en az içimin titrediği kadar. ve ne yazık ki senin ölüm yıldönümün bugün.. aramızda bir mezar, bir kara tabut, binlerce selvi var..ve hiç gelmeyecek bir yaz var..üstadın dediği gibi ayrılığımızın kışı başlıyor sevgilim.
--spoiler--
--spoiler--
Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin
Ürkek, şaşkın, kararsız duyuyorum
Ve sen bir gökkuşağı kadar güzelsin
Rengarenk ve az sonra gidecek görüyorum
Ve ben yağmurlar altında bir yolcu
Islak, yorgun, tutkulu yürüyorum
Sensiz ben yolumu bulamam
Haykırmak istiyorum,
Konuşamıyorum... Konuşamıyorum... Konuşamıyorum
Konuşamıyorum... Konuşamıyorum... Konuşamıyorum
Konuşursam göz yaşlarım beni boğacak
Biliyorum, duyuyorum, görüyorum
Konuşamıyorum...
Bu ayrılık akşamında sen sustuğuma bakma
Konuşmaya gücüm yok beni anla
Söyleyemediklerimi bak gözlerimden anla
Her zaman yanımda kal hiç bırakma
Sensiz ben yolumu bulamam
Haykırmak istiyorum,
Konuşamıyorum... Konuşamıyorum... Konuşamıyorum
Konuşamıyorum... Konuşamıyorum... Konuşamıyorum
Konuşursam göz yaşlarım beni boğacak
Biliyorum, duyuyorum, görüyorum
Konuşamıyorum
--spoiler--
huzursuz ve ter içinde uyanmaktır... O yanında zannedersin ama yoktur. Elini uzatırsın, tutamazsın. O zamanı durduran ve iki ruhun, iki bedenin birleştiği anı tekrar tekrar yaşarsın hayallerinde. O ise gerçekte yoktur yanında. Belki de ilk ve son kez olmuştur. O olmadan bedenin yalnızca et ve kemik yığınıdır... ancak onla anlam kazanır... Başka hiçbir bedene bakmak dahi istemezsin. Yanına gidip kapısını çalmak istersin ama olmaz... Çünkü onun ruhu, sana dokunamayacak kadar uzaktadır... Yarım yaşayarak öğrenirsin yaşamayı, hayallerine bile fazla gelir, bilirsin... Yokluğuyla yetinmeyi öğrenirsin yavaş yavaş...
delikanlı babasını boğulmak üzere olduğu derin düşüncelerden, uzattığı bir soru cümlesiyle kurtardı:
- baba, sence bir adam bir kadını neresiyle sever? aklıyla mı, kalbiyle mi, mantığıyla mı?
oğlunun uzattığı soruya tutunarak yüzeye çıkan baba, tuttuğu nefesini bir cevap olarak bıraktı odanın sigara dumanından ve mutsuzluktan ağırlaşmış havasına.
- hiçbiriyle sevemez oğul. aklıyla sevemez insan. öyle olsaydı deliler sevemezdi, oysa en büyük aşıklar deliler değil mi? kalbiyle de sevemez insan. eğer kalple sevilebilseydi, kalp nakillerinde sevgi nakledilen kalbe geçerdi. mantığıyla da sevemez insan. aşkta mantık olur mu hiç. değil mi?
babasının haklı ama tatmin edici olmayan cevabına cesaretini toplayarak tekrar bir soruyla karşılık verdi genç adam:
-peki o zaman, bir adam bir kadını neresiyle sever baba?
yaşlı adam, gözlerini karşı duvardaki yıllar önce kaybettiği karısının resmine dikti. sigarasından derin bir nefes daha çekti. çektiği sadece bir nefes değil, sanki bütün bir hayattı. gözyazşıbezlerine yıllardır esir ettiği asi bir gözyaşı damlası firar etti gözlerinden. asi damlanın kaçışı yaşlı adamın dudaklarının kenarında son buldu.
- tuzluymuş.
dedi.ve anladı her sabah neden bu kadar çok su içtiğini. yıllardır hapsettiği , içine akıttığı gözyaşları içini yakmıştı. aldığı nefesi can verirmiş gibi yine bir cevap olarak saldı odanın kasvetinin ortasına.
-ruhuyla sever evlat ruhuyla. akıl uçar, kalp çürür,mantık tükenir. ama ruh hep nefes alır. eğer ruhuyla sevebilirse bir erkek; sevgisi de sevdiği de mahşere kadar onunla kalır.
not: başka siberalemlerde de yer almış eski bir yazımın yeniden düzenlenmiş halidir.