şimdi kolumda sevgilim, elimde içecek bir şeylerle akdenizin sakin sularını seyrederken bir yandan da şakalaşmalar gülüşmelerle gün batımına eşlik ediyor olabilirdim. bir yandan da on, on beş metre ötedeki spor arabamı it kopuk çizmesin diye göz ucuyla keserdim.
bu tabii ki hayal kısmı.
gerçek olan: halıya çöktüm, elimde telefon sabahtan beri. üşengeçlikten kalkıp bir buçuk metre ötedeki pencereyi kapatmadığım için g.tüm donuyor. aynı sebeple yarım saattir açlıktan kıvranıyorum.
Hayaller: Uygar, Medeni, Üreten, Bağımsız, Özgür, Laik ve gelişmiş bir Türkiye
Gerçekler: Dışa bağımlı, ilkel, geri kalmış, Din sömürüsünün yaygın olduğu bir Türkiye.
kimi zaman birbirleriyle aynı, çoğu zamansa birbirlerinden tamamen farklı olabilendir. böyle olmasının sebeplerinden biri de hayal gücümüzün sınırlarının olmayışıdır. ne kadar çok bilinmezlik, o kadar çok uçsuz bucaksız bir hayal gücü demektir. gerçekliğe atılan her adımda hayal gücünün sınırları körelir, ta ki yeni bir bilinmezlik durağına ulaşana dek. hiçbir şeyi tam anlamıyla bilemeyecek olmamız, hayal gücümüzün hiçbir zaman körelmeyeceği anlamını taşır. aslında fark ettiyseniz bu, aynı zamanda hayatın ta kendisidir de. gerçeklikten kaçıp hayallere sığındığımız anlar bu durumun günlük yaşamdaki tezahüründen başka bir şey değildir. tabii bir de hayal gücü genişledikçe gerçeklikten bir o kadar uzaklaşabilme ihtimalimiz artar.
o halde şöyle diyebiliriz sanırım; hayaller el feneri ise gerçekler kaybolan anahtarınızdır. anahtarınız orada değilse aynı yere ne kadar fazla ışık tutarsanız tutun onu göremezsiniz. gördüğünüzü sandığınız şey ise muhtemelen anahtarınıza benzeyen şakacı bir taş parçasıdır. şu da bir gerçektir ki doğru yere tuttuğunuz vakit karanlıkta anahtarınızı bulmanızı sağlayacak yegane şey de yine o el feneridir.
carl sagan da bu konuyu çok güzel bir şekilde özetlemiş: