Bir köşe yazarı, büyük bir kısmı karanlıklarla örtülü, bilinmezleri bilinirlerinden çok daha fazla olan bir hadise sırf gündemin başköşesinde yerini aldı diye ortaya bir kanaat koymak zorunda mıdır? Ben olmadığı kanaatindeyim. Usame Bin Ladin'in kim olduğunu bilmiyorum. Onun hakkında bildiklerim, bilgi kaynakları arasında en güvenilmezi olan küresel medya yoluyla bana ulaştırıldı. O halde onunla ilgili duyduğum her şeye şüpheyle yaklaşmalıyım. Buna birkaç gün önce öldürüldüğü bilgisi de dâhil... Etrafta epeyce komplo teorisi konuşuluyor. Gelen haberlerin ve yapılan resmi açıklamaların içeriğinde de bu teorileri "uçuk" bulmamı engelleyen epeyce acayiplik var. Hemen herkes gibi ben de söz konusu bu operasyonu, zamanlamasını ve sonrasında dünyaya aktarılan bilgileri şüpheyle karşılıyorum. Önümüzdeki dönem boyunca bu konuda çeşitli tezler ve antitezler ortaya konacak, taraflar arasında esaslı kapışmalar yaşanacaktır. Bunları yorumlamayı işin uzmanlarına bırakmayı kendi adıma daha doğru görüyorum. Bu meseleleri tartışmanın, hadiseleri görünen ve görünmeyen yönleriyle okuma gayreti içine girmenin belli bir cazibesi var, doğrudur. Ancak pek bir yere varmıyor ve kısa zamanda zihnini ele geçiriyor insanın bu gelgitler. Ve hangi yarım yamalak hikâyeye ulaşırsanız ulaşın, bu aslında daha büyük bir kurgunun içinde sürüklenen bir hikâye oluyor. Ben o yarım yamalak hikâyeyi dayanak alarak, tabiatı gereği yarım yamalak kalacak bir kanaat edinmiş olmaktan ve o kanaati dillendirmekten geri duruyorum. Sadece ilkesel bir şey söyleyebilirim: Hiçbir suçun cezası o suçun işlenmesinde dahli olmayan masum insanlara ödettirilemez. Ve ellerini masumların kanıyla kirletmiş hiçbir devlet, dünyanın orasına burasına "Wanted" ilanları asarak kendi terörünün üstünü örtemez!
Şimdi bu hadisenin daha dikkatli bakılması gereken bir yönüne, özellikle batılı toplumların bu hadiseye verdikleri gerçeklikten uzak, dengesiz ve neredeyse hezeyan olarak niteleyebileceğimiz tepkiye yoğunlaşalım biraz. Bu fotoğraf, paranoyadan başlayıp mazoşizme varan zavallı bir insanlık fotoğrafıdır. Yönetimler adına yapılan açıklamalarda da, sokaktaki insanın söylediklerinde de aynı zavallılığın izleri var. Aydınlanma çağının, zihinleri aslında nasıl kesif bir karanlığa mahkûm bıraktığının da iç burkucu hikâyesi gizli bu fotoğrafta.
Günlerden bir gün ortaya hiç kimsenin hakkında pek bir şey bilmediği bir terör karakteri koyuyorsunuz. Küresel bütün suçları, bütün kanlı cinayetleri, bütün haksızlıkları, adaletsizlikleri, zulümleri ona fatura ediyorsunuz. En ağır silahlarınızla, en tahripkâr bombalarınızla, en hayalet uçaklarınızla ona savaş açıyorsunuz. Bunları yaparken en süper gücünüzle dünyayı ondan kurtarmayı hedefliyorsunuz. Ortada işgal edilmiş ülkeler, kim vurduya gitmiş halklar, parçalanmış çocuk cesetleri, yakılıp yıkılmış ülkeler bırakıyorsunuz. Barış götürmeye gittiğiniz her yere aslında hükümranlığınızı götürüyorsunuz. Bu senaryoyu farklı coğrafyalarda defalarca oynuyor, dünyayı yangın yerine çeviriyorsunuz. Ve bütün bunlar hep o kimsenin görmediği, yerini bulamadığı o adamın yüzünden oluyor!
Sonra bir gün hiç hesapta yokken, kendinize ve gelişmiş öldürme tekniğinize yakışan bir kabalıkla o adamı yok ettiğinizi dünyaya açıklıyorsunuz. Vatandaşlarınız el çırpıyor ve seviniyor, koca koca adamlar, koca koca kadınlar artık yeni bir dünyada yaşadıklarına inanıyor. işgal edilmiş ülkeler, telef edilmiş şehirler, kırılmış halklar, öldürülmüş çocuklar bir anda unutuluyor.
işte bu el çırpan zihinlerden sözediyorum; insanlık tarihinin en zavallı zihinlerine kilitlenmiş o uygar kalabalıklardan. Kalp ve beyin olarak zaten hayatta olmayan o kalabalıklar korkuluğun ortadan kaldırılmasına seviniyor çılgınca. Yaşasın yeni dünya düzeni, yaşasın küresel çürüme, yaşasın havai fişek uygarlığı, yaşasın insansız kalmış kof bedenler!