Hatırlamadığım bir sebepten Kardeşim suratıma suratıma vururken benim de tüm gücümle onun saçlarını çektiğim garip bir kardeş kavgası anı var, heh işte o an bilinen tarihimin ilk anıdır.
Neyse ki artık kavgalarımızda saç baş yolmak, yumruk atmak yok. Aman aman.
sakızdan çıkan yapışan resimlerden bi tane tüplü televizyona yapıştırmıştım. resimde tüy yumağı bi köpeğin vesikalığı vardı. Sene 97,98 falan olmalı. yani 3,4 yaşındaydım. Hala duruyor o tüplü televizyon, yapıştırdığım fotoğrafta duruyor tabi ki.
13 yıl öncesine ait. çorlu'da binaların yerinde papatyaların dolu olduğu yıllar.
bir gün okulu ekip pikniğe gitmişiz. başımda tatil şapkasına benzer kırmızı kokoş bir şapka. papatyaların arasından papatya toplaya toplaya giderken hocama yakalanmışız. annem de arkamda gülerek hocayla konuşuyor.
beyblade oynadığım, balkondan ayaklarımı sarkıttığım, bisiklet yarışları yaptığım... o yıllara dair hatırladıgım bir sürü anım var ama hangisi ilk bilmiyorum. en güzeli buydu.
geçenlerde çorluya gittik yine. bırakın papatyayı, ot bile kalmamış. çocukluğumun üstüne 8 kat bina dikmişler.
kocaelideyim. hava soğuk kış günü. denize bakıyorum sonra dönüp babamın parmağını tutuyorum. o derece küçüğüm. sonra burnum akıyor. babam cebindeki peçeteyi çıkartıp siliyor. kahretsin. böyle olmamalıydı.
3 buçuk yaşında komsumuzun benimle aynı yaşta olan kızıyla oyun oynamamız. Salıncakta onun 3 aylık kardeşi uyuyodu ve o güne ait bir fotoğraf var. Çekilme anı dün gibi aklımda.
1966 yılı, 2 yaşındayım. Babam halama söz vermiş ve öğretmen olduğu yaz istanbul'a götürmüş bizi.
Taksim'de bir otel penceresinden, delisi olduğum otomobilleri gösteriyor, bakmıyorum.
Dört buçuk yaşımda bizim evin bahçesinde teyzemin eşiyle birlikte çimenlerde uzanıyordum ve bana küçükken parasını kaybetmesini anlatıyordu, dün bir anda aklıma geldi anneme anlattım dört buçuk yaşındaydın doğru hatırlıyorsun dedi bir de fotoğrafımızı gösterdi.
Çocukluk saçmalıkları/şirinlikleriyle dolu anılardır.
Kaç yaşlarındaydım bilmiyorum.
Sanırsam 3-4 aralarındaydı.
Oturduğumuz ev yokuşun oldugu bir yerdi. Çocuklarla beraber oynarken yere düşmüştüm. Koşa koşa eve gittim, canım acıyordu ama ağlamıyordum. Çocukken de canımın acısıyla ağlamazdım.
Eve gittiğimde annem 'aaa noldu bu dizine, deve çıkıcak bak şimdi' demişti.
Gerçekten deve çıkacağını sandığımdan korkup bağıra bağıra ağlamıştım. 'Deve çıkmasıııın, ühüüüğğ. Deve çıkmasınnnn.'
Annemin bahsettiği devenin kan olduğunu anlamam çok uzun sürmüştü. (beş yaşıma kadar falan)
Düştüğümden dolayı ağladığımı sandığından babam bana çok kızmıştı. 'Kendi düşen ağlamaz.' der sürekli. Halbuki kızmak yerinme sarılsa susardım. Bilirdi.
O yaştaki bir çocuğun güçlü ve dirayetli durmasını beklemek çok saçma.
Çocuksun sonuçta, güçlü durmayı değil, şefkati öğrenmen gereken zamanlardasın.
Not: annem bir dondurma alarak beni susturmuş ve yarama pansuman yapmıştı. Ne kadar garip günlerdi.
eskiden uzun mutfak çakmakları olurdu ocağı tutuşturmak için. yıllardan beri en erken ben kalkarım evde.
sabah 7-8'de ayaktayım daha fazla uyuyamam. pazar sabahı herkes mışıl mışıl uyurken,
ilk başta dediğim çakmağı almışım annem ve babam uyurken yanlarına girip üstlerindeki yorganı tutuşturmuşum.
yorgandan çıkan dumanın etkisiyle uyanan babam bi çırpıyla kovayla falan su atıp söndürmüştü.
sonrasını hatırlamıyorum muhtemelen geçici hafıza kaydı yaşadım. *
ateşle oynamayı çok severdim. ben de böyle bir manyakmışım.
oturduğumuz apartmanın yol ile arasında bir demir kapı olan küçük bir bahçesi vardı. hatırladığım görüntü, demir kapının arkasindaydik, yoldan askerler geçiyordu sıraya girmiş halde. içlerinden biri "içeri girin" gibi bir şey söyleyip azarlamistı bizi. yıl 1980/81 falan.
tabi sonradan öğreniyoruz, büyüdükçe. askeri darbe, sıkı yönetim falan. 3 küsur yaşlarındaydım.
emrah'ın bacısına aldığı kırmızı ayakkabıları şüphesiz. çocuk ayakkabısından başlayıp topukluya kadar dizmişti ve benim kırmızı ayakkabılarım vardı o dönem, bir daha hiç giymedim onları.
annemle yan yanaydık, konuşamıyordum o zamanlar, ikimizde de beyaz boncuklu bordo bir elbise vardı. hayatımda gördüğüm en güzel kız gibi gelmişti o an.
yaşımın kaç olduğunu şu an tam hatırlamıyorum ama epey küçümen bir şeydim.
bolu'da dedemlerin evinde bir yaz günüydü. abimle dışarıda top falan oynuyorduk öyle, küçükken biraz uçarı-kaçarı bir çocuktum, sonra zamanla dinginleştim. neyse doğruluk, cesaretlik oynamaya karar verdik, şişeyi döndürdüm, abime çıktı soru hakkı, cesaretlik dedim neyime güveniyorsam. evin karşısında bir kümes vardı bizim, çık oradan atla dedi, bilenler tahmin edebilir ne kadar yüksekliği olduğunu. yapamam edemem desem de paşa paşa gittim çıktım. yerde de taş var tabi bir sürü, köy nihayetinde. atlamamla bağırmam bir oldu. sol el bileğim orta büyüklükteki bir taşın üzerine geldi tersine döndü resmen mal gibi kaldım öyle. abim de çevirmeye çalışıyor korkudan bileğimi düzelsin maksaydıyla halbuki daha çok acıyor, neyse çevirmeye çalıştıkça biraz düzeldi gibi oldu ama hala yamuk duruyordu gidip nasıl izah edecektim aptallık resmen. annem gördü ben abime bağırdım o görünce hep abimin yüzünden diye o da bana kızdı düzgün atlasaydın diyerek, e annem de bana kızdı. sinir katsayım iyice arttı tabi gittim odaya ağlayıp durdum ertesi saatlerde hastaneye gittik o hafta öylece yattım kolumu kıpırdatmadan.