bahar henüz gelmişti sokaklara. paltomun üzerine damlayan yağmur taneleri beni ıslatamasa da rahatsız edici bir ıslaklık hissi vermeye yetiyordu.
sakin bir pazar akşamı tanışmıştık begüm'le. arkadaş ortamının gözde bekarlarındandık ikimizde. yanyana koyup yakıştıranlar çoktu bizi. toplumun bu "hadi siz çift olun " baskısından çok esmer teni ve deli tavırları cezbetmişti beni. bir iki hafta görüşmüştük henüz. sudan sebepler yüzünden kavga etmeseydik bu hafta üçüncü haftamız olacaktı beraber. gönlünü almalıydım.
bu yüzden yağmura aldırmadan elimdeki bir demet ıslanmış papatyayla çalıştığı özel hastaneye gidiyordum.
dolmuştan hastaneye kadar olan kısımda barışma konuşmamızı hazırladım. provalı konuşmaların etkili olduğunu biliyordum. önceden hazırlanmış kelimelerle kandırma çabası değildi bu. kızların ortak özelliği, konuşmalarınızın içinden cımbızla seçtikleri kelimeleri ileride alehinize delil olarak kullanmasıydı. bu yüzden her kelime özenle seçilmeliydi. güvenlikten onun çalıştığı katı öğrendim. cerrahi. 3.kat.
asansörde doktorların anlamsız ve bir o kadarda gereksiz mesai dışı konuşmalarına katlanarak 3. kata çıktım. bankoda yoktu. bankodaki diğer heşireye;
"begüm hanım yemekte falan mı?"
bankodan kafasını kaldıran hemşire beni şöyle bir süzdü. sanırım facebook profil resimlerimi göstermişti begüm ona. beni tanıdı. elimdeki çiçeklere baktı. sonra ayıplar bakışlarla suratıma.
"hastanın yanında, tansiyon alıyor, gelir şimdi..."
bir süre saçma bir sessizlikte bekledim.
"ne arıyorsun burda?" dedi arkamdan gelen tanıdık ses.
beyaz önlük, beyaz pantolon içinde esmer teni iyice ortaya çıkmıştı. uzun siyah saçları örgülüydü, büyük kahve rengi gözlerinin etrafına kalem çekmişti sadece makyaj olarak.
"bunlar sana..." çiçekleri uzattım...
"çalışıyorum... git burdan..." dedi. çiçekleri almadı. naz yapacak zamandı şimdi tabi.... git diyordu, ne derse yapmalıydım tabi... "peki" dedim. asansöre doğru yürümeye başladım. ısrarcı olmak çoğu zaman elinize bişey geçmesini sağlamaz...
" dur tamam gitme!..." kolumdan tuttu... "sinirliyim sana..."
"önemi yok, haklısın..." dedim.
bankodaki hemşire arkadaşına döndü.
"314 hala boş mu?" dedi..
"evet" dedi kız... "akşam üstü gelecek oranın hastası...
elimden tutarak bankonun iki yan tarafındaki odaya sürükledi beni. içeri girdik. bir kaç dakika dışarı çıktı."sen az bekle" dedi bana.
hastane odalarının tek tip dekorasyonunu incelemeye koyuldum bende... bir televizyon. bir klima, bir yatak ve bir dolap... otel odasından tek farkı buzdolabı ve koridordaki hemşireler... bi de yatağın başındaki tıbbi zımbırtılar tabi...
içeri geldi. kapıyı içeriden kilitledi.
"anlat... seni dinliyorum." dedi. yanıma kıvrıldı.
önceden hazırlamış olduğum konuşmaya başladım. akıcı bir şekilde konuya konsantre halde durmaksızın anlatıyordum. derken parfüm kokusu dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. ben anlatıyordum ama o dinlemiyordu. nerdeyse yatağa uzanmış haldeydik. konuşmamın ortasında dudaklarıma bir öpücük kondurdu. "uzun uzun çalışmışsın belli..." zeki kızları sevmek ayrı bir ızdırap tabi... "özledim seni..." dedi ve bir öpücük daha...
bana sarıldı. ben de karşılık verdim. dudağımı ısırıyordu. önlüğünün düğmelerini açtı. altında ip askılı bluzu vardı sadece. paltomu sıyırdı. "dur begüm, ne yapıyorsun? birisi gelecek!" gömleğimin düğmelerini açarken kulağıma fısıldadı." merak etme kimse gelmez... gelen olursa bankodan arayacaklar..." dedi... kulağımdan boynuma ordan dudaklarıma geçti..
onbeş dakika içerisinde ikimizde yarı çıplak ve terli halde soluk soluğaydık... tutku dolu kısık sesli inelemeler, sırta geçen tırnaklar...
***
bir hafta sonra, aynı gün tekrar ayrıldık. bir demet papatya yetmezdi bu sefer tabi... ortak bir arkadaşımızdan öğrendiğim kadarıyla aramızda geçen bu mecaranın ertesi günü hastaneden kovulmuş. sebebini kimse bilmiyormuş. kovulduğunu bana da söylememişti... öğrendiğim zaman bankoda bekleyen dedikoducu hemşireden başka sebep bulamamıştım ben...
zira mekan ve zamandan soyutlanarak bir saat seviştiğimiz hastane odası kalmıştı aklımda sadece... bir de kahve rengi o kocaman gözler...
hayal dünyası çok geniş olan insanların yaptıklarını sandıkları şey. bir dahaki hayaline yardımcı olsun artık alt forma lacivert. sırf sizin gibiler artık taciz etmesin diye.
ayni durumun farkli varyasyonlarda sanayi tipi modeli vardir.
dukkanlarini kapatip giden is yeri sahiplerinin sanayiyi boşaltmasi ile gerceklesen olaylardir hatta.
bak nerden biliyorum.
(bkz: yazhanede işçi patron ilişkisi)