Evim gibi, evimden ote bir sey gibi benimsedigim koku. Ve hatta house olan degil, home olan ev gibi.
En icten dilegimi bir hastane odasinda dilemistim. Tek basimayken. Tanri ile basbasayken. SOylersem gerceklesmezdi, ben de kimseye soyemedim. Ama yasamaktan bile cok istedigim bir sey vardi. Gercek aski bulmak.
Benden tam on yas kucuk bir kiz cocugu ile tanistim ayni hastanede. O losemiydi, kat kat sansliydim ondan. Benim sansim onun olsun isterdim.
Renkli kagitlardan bin tane kus yaparsan dilegin gercek olur dedi bir gun bana. Yapalim oyleyse dedim, annemden istedim. Bir suru renkli kagit alip getirdi bize. Ben bilmiyordum yapmayi ama damar yolu her daim acik sag eliyle elimden tutup ogretti bana nasil kus yapildigini.
Bin tane kus yapamadik. Dileklerimizin ortasinda yasama veda etti ve bir kus olup gitti kucuk kiz. Butun o kuslar, tam 492 renkli kus odamdaki en buyuk kutuda durur hala.
Bugun odami toplarken aklima geldi. Actim kutuyu. Once yuva kokusu, sonra kucuk kizin bir tutam kalmis saclarinin kokusu esti odamda. Bir huzun, ki boyle huzun gorulmemistir, sicak bir ulkede usutur insanlari.
O kiz, gozde'ydi ismi, bir kus simdi. Gozlerinden opsun ruzgar.
bu kokunun olumsuz etkisi var ise ki var olduğuna dair bilinen ve bunun psikolojik olarak giderilmesinin bir yanı da hastanenin dışında ki köşede mutlaka satılan bir sokak simidinin tadının güzel gelmesi olabileceği durumdur. içeride ki bu koku biraz da havasızlık etkisi. aslında hijyen kokusu diyorlar ya, tamam da insanların nefes kokusu ile karışınca içinden çıkılmaz bir hal alıyor ne yazık ki. çoğu hastanede de havalandırmanın etkisi çok az oluyor zaten. ne diyelim, allah düşürmesin hastanelere çok zorda kalmadıkça.
Ölüm kokar, gecenin bir yarısı, hastane sandalyesine oturup titreyen elleriyle kahve tutmaya çalışırken ağlamayanlar bilmez o kokuyu, sağlık ocağıyla aynı sanır. Aynı değil..
ister özel, ister devlet hastanesi olsun, ister edirne' de, ister kars' ta olsun, hiç farketmez, aynı kokudur.
Tüm olumsuz duyguları harekete geçiren, moral bozan bir koku.
dönüp dolaşım geldiğim, ev kokum. ah bomboş koridorların duvarlarında gizli hüzünler, unutulmuş bir tarağın kenarından güneş ışığı yansıtan sarı saç tellerim... hayatımdaki küllü sarının kendini en çok belli ettiği yer, saçlarıma karışırken yastık kılıfına sinmiş ucuz deterjan kokusu.
komodinin üzerinde hediye edilmiş, belki hiç okunmayacak kitaplar. kitap hediye edilmez çünkü, insan gördüğünde aşık olup almalıdır o kitabı. yine hediyeler ve çiçekler. herkes anlaşmış gibi veya hastanede beni ziyaret etmeye alışmış gibi, aynı çiçekler. farklı renklerde aynı koku. paketlerce çikolata, en sevdiğim fakat asla yiyemeyeceğim yiyecekler...
hastane kokusu, hastanede olmanın en güzel yanıdır. ki hastanenin okulunu bile sevdirir. küçüklüğümde -belki kendi okulumdan çok gittiğim o sade place*- evim bellediğim odanın hemen üzerinde, bazen kurabiye kokardı fakat kurabiye kokmadan da sevilirdi.
bu arada hastane okulunun en kötü tarafı, ertesi sabah gittiğinizde arkadaşlarınızın hepsinin hala hayatta olacağından emin olamamaktır. buna rağmen evimdir benim bu koku. house olan değil hem de, home olan ev.
doktorların neden hafif sıyırmış olduğu sorusunun cevabıdır. sürekli o koku burna nüfuz edince bünyeyi alıştırabilmek için kafadan birkaç tahta feda edilir.
bugün kusmuk kokumla renk kattığım koku cümbüşü. jean baptiste grenouille gelse çıkamazdı işin içinden. öyle nefis, öyle mis oldu ortalık. o değilde bu böbrek taşı, neyse lan ben bir şey demiyorum.