psikolojik hastalıkların bazıları bulaşıcıdır.
hem de düşünebileceğiniz en bulaşıcı hastalıkları geride bırakan bir yayılım hızı gösterirler.
toplumumuzda öfke bağımlılığının bulaşıcı bir hastalık olarak hızla yayıldığı ve toplumumuzu hastalıklı bir toplumhaline getirdiğini düşünenlerdenim.
öfkelerimizin yönetiminde bireyler ve o bireylerin oluşturduğu bir toplum olarak, hastalığı hızla yayıyoruz.
çocuklarımız da en az bizim kadar öfke kontrolü problemi ile karşı karşıya.
aslında kontrol edemediğimiz öfkelerimizin kontrolü altında yaşamaya mahkum oluyoruz.
anlaşılmayacak kadar kindar insanlar olduk çıktık.
birbirimize, bizden olmayanlara, kısacası her şeye karşı öfke duyabiliyor ve zamanla bu öfke halinin yönetimine girebiliyoruz.
ilişkilerimizde sürekli olarak karşı taraftan pozitif eylemler bekleyerek, tetikte bekliyoruz.
adeta ilişki kurduğumuz insanın skalasını tutuyor ve barajı geçtiği an iyi niyet beslemeye başlıyoruz.
bunun içindir ki toplumumuzda sevgilerinde ayarı kaçmış vaziyette.
hep karşı taraftan beklenti içinde olan insanlar olarak, aslında insan ilişkilerinin evrensel kuralları içinde sevecen ve saygılı davranan insanlara şaşkınlıkla karışık bir hayranlık duyuyor ve aşırı sıkan bir bağlılık ve sevgi gösteriyoruz.
onun içindir ki bu insanlar zamanla hastalıklı tarafımızın farkına varıp, bizden ve adeta zorunlu tuttuğumuz toplumsal rollerinden kaçıveriyorlar.
empati seviyesi alabildiğine düşük, hep almaya endeksli, vermeyi ödün olarak algılayan bir toplum haline geldiğimiz yüzleşmemiz gereken bir gerçek.
bu gerçekle yanyana duran diğer bir gerçekse empati kuramadığımız farklılıklardan zamanla nefret etmeye başladığımız.
yine zamanla bu nefret durumunun, öfke bağımlılığına yol açtığı ve artık nefreti doğuran sebebler üzerinden değil de, nefret ettiğimiz kişi ya da durumu temsil eden kavramlar üzerinden nefret etmeye başladığımız gerçeği.
söylemeye çalıştığım su ki;
geçmişte yaşanmış bir olay sebebi ile bir bireyle veya toplulukla empatiden yoksun olarak kurulan düşünsel ilişkide ulaşılan nefreti, üzerinden zaman geçmesine rağmen tedavi etmememiz.
aksine geçmişle alabildiğine beslediğimiz nefretimizi, nefretimize kaynaklık eden bireylerden veya topluluklardan bağımsız bir hale sokarak, öfke bağımlılığımıza kaynak olabilecek bir forma sokmamız.
daha basit ve anlaşılır ifade etmem gerekirse, toplumumuzda sıkça duyduğumuz yaygın öfkeler üzerinden gidelim mesela.
alevi, sunni arasındaki geçmiş olaylar kaynaklı fakat kronikleşmiş öfke hali.
kürt, türk arasındaki geçmiş olaylar kaynaklı fakat kronikleşmiş öfke hali.
cumhuriyetçi laik kesimle, dindar kesim arasındaki geçmiş olaylar kaynaklı fakat kronikleşmiş öfke hali.
bu liste uzar gider.
80 darbesi öncesi alevi ve sunni vatandaşlarımızın sağ sol kavgası haline getirdiği ve bir çok cana malolmuş kavganın, kavgaya bir şekilde taraf olmuş insanların yaşanmışlıklarına dayalı öfke hallerine sebeb teşkil etmesi normal algılanabilir fakat 90lı yıllarda doğmuş alevi ve sunni vatandaşlarımızın hiçbir olumlu veya olumsuz muhataplıkları yokken, birbirlerini kronikleşmiş bir öfke bağımlılığı etkisi altında alevi ve sunni olarak sınıflandırmaları hiçbir şekilde anlaşılamaz.
alevi misin?
sunni misin?
soru sorulur ve kişinin cevabına bağlı olarak hayatımızdaki yeri tayin edilir.
sorular çoğaltılabilir.
atatürk ü sever misin?
laik misin?
namaz kılar mısın?
kürt müsün?
nerelisin sorusu bile aslında bu öfke kontrolsüzlüğü ile beslenen bir soru olmuştur.
hastalıklı bir toplumun soruları ve ne yazık ki toplumun büyük bir bölümü bu soruları hayatı boyunca ilişki kurduğu her insana yöneltiyor.
empati yoksunu bir toplum olduk çıktık.
geçmişi bir kenara bırakıp, geleceği düşünmekten dahi aciziz.
sadece kavgalarımızı, ayrıştığımız taraflarımızı hatırlar hale geldik.
işin en acı yanı ise bizi tedavi etmesi gereken aydın kesim ve liderlerimizde aynı hastalığın pençesinde.
tüm toplumu sevgi, saygı ve empati ile kucaklayacak insanları bir şekilde çoğaltmamız gerekirken, maalesef ki neredeyse yok etmek üzereyiz.
hala samimiyetle toplumunun her bireyine empati ile bakabilen insanlarsa tüm kesimler tarafından taşlanmaktan, linç edilmekten korkuyor adeta ve susuyor.
darbe öncesinde sokaklarımızda oynanan hayat kumarına benziyor ruh hallerimiz.
köşeyi döndüğünüzde boğazınıza dayanan bir bıçak ya da kafanıza dayanan bir silah ve her zamanki sorulardan biri;
sağcı mısın, solcu musun?
vereceğiniz cevap, hayatta kalıp, kalamayacağınızı belirleyecek.
yüzde elli şansınız olan iki cevaptan birini seçmek zorundasınız.
çünkü aslında yüzdeyüz yaşamanıza yetecek cevap olan hiçbiri şıkkı, hastalıklı toplumunuzda yüzdeyüz ölüm halini almış.
ya sağcıyım diyeceksiniz ya da solcu.
yani kavgaya taraf olmak bile yüzde elli yaşamak demek.
o günler geride kaldı diyenleriniz lütfen bir daha düşünsün ve ilişki kurduğu her bireyi sınıflandırmaya şartlanmış beyni ile o günlerin, yarınlarımız olamayacağına kendini inandırsın.
lütfen artık bu hastalığın farkına varalım.
kendi kendimizi tedavi edelim.
hastalıklarımızdan prim yapmaya çalışan sözümona aydın ve liderleri de protesto edelim.
aydın sıfatlarının, lider sıfatlarının hakkını verecek empatiye sahip olmalarını sağlayalım.
toplumunu istisnasız her ferdi ile kuçaklayabilecek nesiller yetiştirelim.
çocuklarımıza sen kürtsün, sunnisin, alevisin, şusun, busun demek yerine, her şeyden önce insansın diyebilelim.
bu toplumun her ferdi kadar saygı duyulmayı hakeden, sevilmeyi hakeden, empati kurulmayı hakeden bir birey olduğunu anlatalım.
kavgaların değil, kucaklaşmaların kazandırdığını öğretelim.
tanımadığı insanlara korkarak ya da nefretle bakmak yerine, insanca gülebilmeyi ve el uzatabilmeyi, yürek dokundurabilmeyi öğretelim.
zalimler değil, mazlumlar yetiştirelim.
düşmanlar değil, dostlar türkiyesine özendirelim.
her şeyden önce öfke kontrolünü öğretelim.
empatiyi öğretelim.
insan olmayı öğretelim.
hastalıklı bir toplum olmaktan kurtulmak, öfke bağımlılıklarımızı çocuklarımıza miras bırakmamak istiyorsak bunları yapmak zorundayız.
bize yakışan bu.