ülkemde olan bitenle ilgili hassasiyet gösteren kişilere son dönemde karşı argüman olarak ona birşey dedin buna niye demedin? onu protesto ettin bunu niye etmedin? ona ağladın buna niye ağlamadın? diye yapılan çıkışlarla ortaya çıkan son derece anlamsız, hangi insanlık ve/veya dini değere sığdırılabildiğine aklımın ermediği yarıştır.
ilk örneğini gezi direnişi devam ederken güneydoğu da yine hakkını savunmak için sokağa çıkan medeni uçar ın ölümünün ardından görmüştüm. hadi geziciler biz size arka çıktık siz de şimdi bize arka çıkın diye kendini kürt olarak ayrıştıran arkadaşlar yazılar yazmışlardı. o gün de tuhafıma gitmişti, bugün de tuhafıma gidiyor. sonra berkin - burakcan arasında yarış başlattılar, sanki burakcan berkin'den ayrı tutulmuş gibi, babaları bir araya gelmemiş gibi. ha, ayrı tutan çok meşhur birisi var ama, onun adını burada reklam etmeyeceğim. bir de ekleyeceğim sıfatlar yazıyı amacından saptıracak onu istemiyorum.
arkadaşlar her gün ne yazık ki o kadar fazla insan ölüyor ki kahrolmamak elde değil. tabii daha kötüsü de, insan bu şekilde üzülürken üçüncü kişilerin duygularınıza müdahale etmesi ve kötü bir olay olduğu herkesin malumu olan olaydan duyduğun hissiyatı demagoji aracı olarak kullanması oluyor.
gezi direnişini milat kabul edeyim. Malum, hem yakın zamanda olmuş önemli bir olay hem de bir şeylerin akışının en azından benim yakın çevremde değiştiği günlerin başlangıcı. ben ethem sarısülük'e çok üzüldüm çünkü ethem fikirleri için sokağa çıkmış, polisle ilgisiz ama yakında bir yerde dururken beynine kurşunu yiyiveriyor ve birkaç gün sonra sizlere ömür. abdullah cömert'e üzüldüm çünkü aktif siyasetle uğraşan civa gibi dünya güzeli bir çocuktu ve gençlik kollarına üye olan chp nin ortalığı ateşe verircesine bu olayın üstüne gideceğini düşünürken o etkiyi göremedim. sonra aynı ilde* o zaman akp li belediye başkanı olan zatı kendi partilerine kattılar hatta. neyse, buna da ekleyecek lafım çok şimdi yer işgal etmeyeyim.
mustafa sarı'ya üzüldüm, polisler zulmü yaşatan olarak gösterilirken oysa ki onlar da zulüm altındaydı ve mustafa komiser mesai zulmünün kurbanı oldu. serdal kadakal'a kahroldum, kadıköy'de yaşıyordum o biber gazı denen kimyasal zehri gündüz gözüyle içine dolduğu pasaj ve apartman binalarında solumak zorunda kaldım; serdar işindeyken buna maruz kalıp delik kalbi dayanmadığı için göçük altında kalan maden işçileri gibi vefat etti. en son burak can karamanoğlu'na üzüldüm çünkü ne idüğü belirsiz kapkaranlık bir cinayete pisi pisine kurban gitti. olay da aydınlanmadı ve babası matem içindeyken toplumu sakinleştirme peşindeydi; ne acı allahım.
şimdi burada ben birçok kişinin adını yazmadım. mesela ali ismail korkmaz'dan bahsetmedim, adını zikretmedim diye hükümet yanlısı mı oluyorum? zikredersem başka bir taraf mı oluyorum? söylemezsem ali ismail'in hatırasına mı ayıp ediyorum?
sonra, mesela her yıl yasını tuttuğum Şehit Asteğmen Kubilay'ın adını yazmazsam onun hatırasını yaşatmamış mı oluyorum? ya da onu anarken belki aynı yıl içinde şehit olan asker kardeşlerimi saymamış mı oluyorum? veya bak mısır'da olanlardan bahsetmedim; insanlar birbirini öldürürken dört parmak göstermedim diye ben kötü mü olurum? insanlıktan çıkar mıyım? abdestim kaçar mı?
arkadaş kafayı mı yediniz siz? gün 24 saat, insan ömrü belli, yaşamın hızından bir sürü şeyin hakkını veremiyoruz da, bu saydıklarımdan birinin adını söylemedik diye mi kötü olacağız? e iyi, o zaman her türlü anma etkinlikleri, televizyon programında sıradan sayalım başka bir halt yapmayalım. hatta "sen onun adını dedin, ben bunun adını demedim" diye birbirimize girelim. ayrışalım. kamplaşalım. ayrı mahallelere, illere, devletlere bölünelim. bu mudur istediğiniz? bir kişi adına feysbuk profilimde yazı yazmadım diye her türlü bedduaya müstehak mı olalım?
insanız arkadaşım insanız. karşınızdakine onun için önce sevgi duymanız lazım. doğrudan sinir basıyorsa, kusura bakmayın siz bozulmuşsunuz. biri ayarlarınızla oynamış, böyle bir düstur hiçbir dinde, hiçbir millette yok ya! ben bugünden sonra, tekrar dirildiğine şahit olduğum her anımda allah'a şükredecek olmakla birlikte, ölen insanlık için yas tutuyorum. çünkü görüyorsunuz, bu öldükten sonra yanıbaşınızda bir kişi de ölse, dünyanın bir ucunda 528 kişi de, artık önemi kalmıyor.
ha, olması gerekeni söyleyip yapıcı olmak isterim elbette. kardeşlerim, toplumda herkes gelenek görenekleriyle, işiyle gücüyle ayrı yerleri olan kişilerdir. milyonlarca kişinin tek hassasiyeti olur ama sayısı sınırlı olur. e onlar da temel değerler üzerine olur ancak. tabii ki sen a ya yas tutarken ben b ye tutabilirim. tabii ki sen öss de sorular çalındı, kpss den ataması yapılamayan işsiz öğretmenler var diye bakarken, ben de iş hayatının ne büyük bir sömürü ve eziyet çemberi haline geldiğinden bahsederim. farklı köşeleri tutmazsak, hiçbir yere hiç kimse yetişemez ki! demokrasi bunun için lazım zaten, işte farklı düşünceler yaşayacak, farklı hassasiyetleri olacak, düşünceler paylaşıldıkça insanların farklı konulardaki farkındalıkları artacak. hayatımızı belirli bir düzen içerisinde yaşayacağız ve o düzeni sağlamakla görevli kişiler bize bu konuda destek olacaklar. bu dediklerimin aksi gerçekleştiği zaman bir delilik kumpanyasından başka nedir ki?
şöyle tamamlayayım, nasıl ki teletubbies programı formatı günümüzün magazin ve haber bülteni formatı haline geldi (bkz: birebir aynı görüntüleri defalarca izlemek), en az 10 kişiye gönder dileğin olsun, göndermezsen allah belanı versin e-mailleri de maalesef sosyal medya paylaşım formatımız haline gelmiş. Çoğumuz iletiyi ilet düğmesinden daha hassas değiliz, insan vasfımızı yitirmişiz.